sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

TABERİ (RH.A)’NİN BAKIŞ AÇISIYLA BAKARA SURESİ 3 VE 5. AYETLER

TABERİ (RH.A)’NİN BAKIŞ AÇISIYLA BAKARA SURESİ 3 VE 5. AYETLER
10.10.2023
545
A+
A-

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah(Celle Celaluhu)’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.

3- 0 takva sahipleri ki gayba iman ederler, namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan, Allah yolunda harcarlar.

Onlar, gayba iman ederler. Yani, gözleriyle görmedikleri, cennete, ce­henneme, sevaba, günaha, cezaya, mükâfata içten inanırlar. Ve Allaha melek­lere, kitaplara ve Peygamberlere de iman ederler Namazı dosdoğru kılarlar. Ya­ni, İbn-i Abbas’in da dediği gibi, o namazı, rükuunu, secdesini, kıraatini ve huşuunu tam yaparak, kendilerine farz kılındığı şekilde hakkıyla eda ederler.

İçinde haram bulunmayan helal malların zekâtlarını vermeleri ve övgüye layık, olan diğer harcamalarda bulunmaları gibi, kendilerine rızık olarak verilen şeyle­rin temiz ve helal olanlarından Allah yolunda harcarlar.

Âyet-i kerimede geçen “İman ederler” ifadesinden maksat, Abdullah h. Abbas’a göre “Tasdik ederler” demek, Rebi’ b. Enes’e göre ise “Korkanlar” Zühriye göre de “Amel İşleyenler” demektir.

Taberi diyor ki: “Araplara göre “İman etme”nin mânâsı “ikrar etmek ve doğrulamak” demektir. Bir şeyi sözüyle ikrar edene de “Mümin” denir. Bir sözü ameliyle doğrulayana da “Mümin” denir. Allah için herhangi bir şeyden kork­mak ta, sözle ve amelle tasdik eüne anlamına gelen “İman” kavramının içine gi­rer. “İman” kelimesi, Allahı, kitaplarını ve Peygamberlerini dil ile ikrar ve bu ikrarı amel ile doğrulamayı birlikte kapsamaktadır. Bu itibarla âyet-i kerimeyi, “Gayba iman ettiklerini kalbleriyle tasdik ve dilleriyle ikrar eden ve amelleriyle doğrulayanlar.” şeklinde izah etmek daha evladır. Zira Allah teala. burada “İman” kelimesini özel bir kavramla sınırlamayıp genel bir şekilde zikretmiştir.

Âyet-i kerimede geçen Gayb, kelimesinden maksat, Said b. Cü-beyr’in, Abdullah b. Abbastan rivayet ettiğine göre “Allah kalından gelenler” demektir.

Ebu Salih’in, İbn-i Abbastan, Süddinin Ebu Mâlikten, Mürre’nin İbn-i Mes’uddan rivayet ettiklerine göre “öayb” kelimesinden maksat, “Cennet ve ce­hennem gibi, kulların gözleriyle göremedikleri şeyler.” demektir. Katade de bu görüştedir. Âsım’ın, Zir b. Hubeyş’ten naklettiğine göre “Ğayb”den maksat, Kur’an demektir. Rebi’ b. Enes’e göre ise “Gaybe iman etme” Allaha, melekleri­ne. Peygamberlerine, âhiret gününe, cennete, cehenneme, Allah’ın huzuruna çık­maya ve Öldükten sonra dirilmeye iman etme” demektir.

Müfessirler, bu ve bundan önceki âyetlerin, sıfatlarını zikrettiği kişilerden kimleri kastettiği hakkında farklı görüşler zikretmişlerdir.

Süddinin Ebu Mâlikten, Ebu Salibin İbn-i Abbastan, Mürrenin İbn-i Me-suddan rivayet ettiklerine göre bu âyetlerde sıfatlan zikredilen müminlerden maksat, ehl-i kitap olmayan müminlerdir. Bundan sonra gelen “Onlar, sana indi­rilene ve senden önce indirilenlere iman ederler. Âhirete de kesinlikle onlar ina­nırlar.” âyeti ise ehl-i kitabın iman edenlerini vasıflandırmaktadır. Zira. Allah teala. Hz. Muhammedi Peygamber olarak göndermeden önce ehl-i kitap olma­yan Araplara kitap göndermemiştir. Onların dışındaki Yahudilere ve Hıristiyan-lara kitap göndermiştir. Bu sebeple Allah teala müminleri iki kısım olarak zik­retmiştir. Birinci kısımda olanlar daha önce kendilerine kitap gelmeyen ve imani meselelerden haberdar olmayan müminlerdir ki onları “Gayba iman edenler” şeklinde vasıflandırmıştır. İkinci kısmı ise, daha önce kendilerine kitap verilen ehl-i kitaptır ki onları da “Sana ve senden önce indirilenlere iman edenler.” şek­linde vasıflandırmıştır. Diğer bir kısım âlimlere göre bu surede zikredilen dört âyette sıfatlan anlatılan “Mümin”lerden maksat, sadece ehl-i kitaptır. Zira bun­lar, kendilerinin gözledikleri gaybla ilgili meseleleri, Kur’an’ın zikretmesi üzeri­ne, Kur’an’a da iman etmişler bu sebeple “Gayba iman edenler” diye vasıflandı­rılmışlardır. Daha Önce indirilen İncil ve Tevrat’a iman ettiklerinden dolayı da “Senden önce indirilenlere iman edenler.” diye vasıflandırılmışlardır.

Başka bir kısım âlimler ise bu surenin baş tarafındaki tört âyette zikredi­len “Müminler” ifadesine ehl-i kitap olsun veya olmasın bütün müminlerin gir­diğini söylemişlerdir. Bunlar, cennet, cehennem, öldükten sonra dirilme gibi “gaybi hususlara iman etme” ifadesine, Resulullah’a bütün indirilenler ve ondan öncekilere indirilenler” girmediğinden dolayı bunları beyan eden âyetin ayrıca zikredilmesine ihtiyaç olduğunu, bu nedenle zikredildiğini, yoksa müminleri iki sınıfa ayırma maksadıyla zikredilmediğini söylemişlerdir. Müminler rablerini razı edecekleri bütün ful ve davranışları bilmelidirler ki onların hepsini yaparak rablerini razı etsinler. Bu nedenle “Gayba iman etme” yanında Resulullah’a İndi­rilenlere ve ondan öncekilere indirilenlere iman etme ve diğer sıfatların hepsi zikredilmiştir. Bu görüş, Mücahid ve Rebi’ b. Enes’ten rivayet edilmektedir. Mücahidin şöyle dediği nakledilmektedir: “Bakara suresinin başındaki dört âyet müminlerin sıfatlan hakkında, iki âyet kâfirlerin sıfatları hakkında, on üç âyet ise münafıkların sıfatlan hakkındadır.” Rebi’ b. Enes’ten de buna benzer bir ri­vayet nakledilmektedir.

Taberi, bu görüşlerden, dört âyetin iki sınıf mümini beyan ettiğini söyle­yen Örüşün daha doğru olduğunu söylemiştir. Zira bu görüşte olanların beyan ettikleri deliller kuvvetlidir. Ayrıca bunlardan sonra gelen âyetlerde kâfirlerin de, kalbleri mühürlenen açıkça kâfir olanlar, iman ettiklerini söyledikleri halde iman etmeyen münafıklar.” şeklinde iki kısma ayrılmaları, müminlerin de iki kı­sım olduklarını gösteren bir delildir.” demiştir.

Ayette zikredilen ve “Dosdoğru kılarlar” diye tercüme edilen yukîmûne, ifadesinden maksat, “Namazı, bütün erkânıyla, mükemmel bir şekil­de kılanlar.” demektir. Abdullah b. Abbas “Bu ifadeden maksat, rükuu, secdesi, kıraati ve huşu tam olarak yerine getirmek ve namazda kişinin kendisini tama­men namaza vermiş olması” demektir.” diye izah etmiştir.

Burada zikredilen “Namaz”dan maksat, farz namazlardır. Bu kelimenin lügat mânâsı ise “Dua etmek” demektir. Taberi diyor ki: “Kanaatimce namazın, “dua” anlamına gelen salat. kelimesiyle ifade edilmesinin sebebi, dua edenin, duasıyla rabbînden, dileklerinin karşılanmasını istediği gibi, namaz kıla­nın da ibadetiyle rabbinden dilediklerini kabul etmesini istemesidir.

Âyette geçen: “Kendilerine verdiğimiz nziktan Allah yolunda harcarlar.” ifadesinden maksat, Abdullah b. Abbas’a göre, Allanın kendilerine farz kıldığı zekâtı vermeleri ve bunun sevabını Allahtan beklemeleridir. Ebu Mâlik, Abdul­lah b. Mes’ud ve Abdullah b. Abbastan nakledilen diğer bir görüşe göre bu ifa­deden maksat, zekât âyeti inmeden önce, kişinin aile fertlerine harcadığı nafaka­lardır.

Taberi, âyeti umumi mânâda anlamanın ve buradaki “Harcama”dan mak­sadın, insanların, mallarında gerekli olan bütün harcamalar olduğunu söyleme­nin daha doğru olacağım, bu ifadeye, zekât ve nafaka gibi bütün mâli yükümlü­lüklerin de gireceğini söylemiştir. 

 

4- Onlar, sana indirilene ve senden önce indirilenlere iman ederler. Âhirete de kesinlikle onlar inanırlar.

Onlar, senin, Allahtan getirdiğini ve senden önceki Peygamberlerin Al­lahtan getirdiklerini tasdik ederler. O Peygamberler arasında fark gözetmezler. Ve Allahtan getirdiklerini tasdik ederler. Onları inkâr etmezler. Onlar, bu dünya hayatından sonra gelen âhirete ve âhirette gerçekleşecek olan tekrar dirilme ve ortaya çıkmaya, sevaba ve cezaya, hesaba çekilmeye, amellerin Ölçülüp tartıl­masına kesin olarak iman ederler. Bunları inkâr eden müşrikler gibi olmazlar.

Allah teala bu âyeti kerime ile, dolaylı yolla, ehl-i kitabın, Resulullah’a ve Kur’ana iman etmeyen kâfirlerini kınamaktadır. Çünkü onlar Resulullah’a ve Kur’ana iman etmedikleri halde Resulullah’tan önce indirilen kitaplara iman et­mekle kurtulmuş olabileceklerini, kendilerinin hidayette olduklarını ve cennete ancak Yahudi ve Hıristiyan olanların girebileceklerini iddia etmişlerdir. Allah teala. Bakara suresinin başında, onların iddialarını yalanlamış ve kullarına bil­dirmiştir ki, bu Kur’an, hem Muhammede ve onun getirdiklerine hem de ondan önce gelen Peygamberlerin getirdiklerine iman edenlere rehberdir. Sadece, geç­miş dinlere iman edenlere rehber değildir.

Kıyamet gününe “Âhiret günü” denmesinin sebebi, onun, dünya hayatın­dan sonra gelmesidir. Veya ahiretin, varlıklar yaratıldıktan sonra gerçekleşecek olmasıdır.

 

5- İşte rablerinin doğru yolunda olanlar bunlardır. Kurtuluşa eren­ler de bunlardır.

Gayba iman edenler ve Muhammed’e indirilene ve ondan önceki Peygam­berlere indirilenlere iman edenler, işte onlar, rablerinden verilen bir nur, bir isti­kamet ve açık bir delil üzeredirler. Kurtuluşa erenler de bunlardandır. Bunlar, yaptıkları ameller karşılığında, diledikleri kurtuluşun ve cennette ebedi olarak kalışın şuuru içinde olanlardır.

Âyette zikredilen “Rablerinin gösterdiği doğru yokla olanlar”dan mak­sat, Ebu Mâlik, İbn-i Abbas ve İbn-i Mes’ud’a göre gayba iman eden takva sahi­bi müminler ve Resulullaha ve ondan Önceki Peygamberlere iman eden mümin­lerdir. Bunların hepsi hidayet üzere olmakla ve kurtuluşa erecek olmakla sıfatlandınlmışlardır.

Diğer bir kısım müfessirlere göre “Doğru yolda olanlar”dan maksat, “Gayba iman etmek, Resulullaha ve ondan önceki Peygamberlere indirilenlere iman etmekle sıfatlandırılan takva sahipleridir.”

Başka bir kısım âlimlere göre ise “Doğru yolda olanlar”dan maksat, hem Resulullah’a bindirilenlere hem de ondan önceki Peygamberlere indirilenlere iman eden ehl-i kitaptır. Bunlar, hidayet üzere olmakla ve kurtuluşa ermekle sıfatlandırılmışlardır.

Taberi, bu görüşlerden birinci görüşün daha tercihe şayan olduğunu, zira âyet-i kerimede, hidayet üzere olma sıfatının, müminlerden ehl-i kitap olan veya olmayan herhangi birine tahsis edildiğine dair bir işaret bulunmadığını, ayrıca amelleriyle elde edecekleri mükâfatlarda eşit olan müminlerden bir sınıfın özel bir mükâfatla Ödüllendirilmelerinin, Allanın adaletine ters düşeceğini söylemiş­tir.

Âyette zikredilen “Kurtuluşa erenler de bunlardır.” ifadesi Abdullah b. Abbas tarafından şöyle izah edilmiştir: “İşte istediklerine kavuşanlar ve şerrin­den korkarak kaçtıkları şeylerden kurtulanlar bunlardır.” Yani, işledikleri amel­leriyle ve iman etmeleriyle Allahtan istedikleri sevaplara ve cennetlerde ebedi kalmaya ulaşanlar bunlardır. Ve Allanın, düşmanları için hazırladığı cezalardan kurtulanlar da bunlardır.

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.