TABERİ (RH.A)’NİN BAKIŞ AÇISIYLA BAKARA SURESİ 3 VE 5. AYETLER
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah(Celle Celaluhu)’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
3- 0 takva sahipleri ki gayba iman ederler, namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan, Allah yolunda harcarlar.
Onlar, gayba iman ederler. Yani, gözleriyle görmedikleri, cennete, cehenneme, sevaba, günaha, cezaya, mükâfata içten inanırlar. Ve Allaha meleklere, kitaplara ve Peygamberlere de iman ederler Namazı dosdoğru kılarlar. Yani, İbn-i Abbas’in da dediği gibi, o namazı, rükuunu, secdesini, kıraatini ve huşuunu tam yaparak, kendilerine farz kılındığı şekilde hakkıyla eda ederler.
İçinde haram bulunmayan helal malların zekâtlarını vermeleri ve övgüye layık, olan diğer harcamalarda bulunmaları gibi, kendilerine rızık olarak verilen şeylerin temiz ve helal olanlarından Allah yolunda harcarlar.
Âyet-i kerimede geçen “İman ederler” ifadesinden maksat, Abdullah h. Abbas’a göre “Tasdik ederler” demek, Rebi’ b. Enes’e göre ise “Korkanlar” Zühriye göre de “Amel İşleyenler” demektir.
Taberi diyor ki: “Araplara göre “İman etme”nin mânâsı “ikrar etmek ve doğrulamak” demektir. Bir şeyi sözüyle ikrar edene de “Mümin” denir. Bir sözü ameliyle doğrulayana da “Mümin” denir. Allah için herhangi bir şeyden korkmak ta, sözle ve amelle tasdik eüne anlamına gelen “İman” kavramının içine girer. “İman” kelimesi, Allahı, kitaplarını ve Peygamberlerini dil ile ikrar ve bu ikrarı amel ile doğrulamayı birlikte kapsamaktadır. Bu itibarla âyet-i kerimeyi, “Gayba iman ettiklerini kalbleriyle tasdik ve dilleriyle ikrar eden ve amelleriyle doğrulayanlar.” şeklinde izah etmek daha evladır. Zira Allah teala. burada “İman” kelimesini özel bir kavramla sınırlamayıp genel bir şekilde zikretmiştir.
Âyet-i kerimede geçen Gayb, kelimesinden maksat, Said b. Cü-beyr’in, Abdullah b. Abbastan rivayet ettiğine göre “Allah kalından gelenler” demektir.
Ebu Salih’in, İbn-i Abbastan, Süddinin Ebu Mâlikten, Mürre’nin İbn-i Mes’uddan rivayet ettiklerine göre “öayb” kelimesinden maksat, “Cennet ve cehennem gibi, kulların gözleriyle göremedikleri şeyler.” demektir. Katade de bu görüştedir. Âsım’ın, Zir b. Hubeyş’ten naklettiğine göre “Ğayb”den maksat, Kur’an demektir. Rebi’ b. Enes’e göre ise “Gaybe iman etme” Allaha, meleklerine. Peygamberlerine, âhiret gününe, cennete, cehenneme, Allah’ın huzuruna çıkmaya ve Öldükten sonra dirilmeye iman etme” demektir.
Müfessirler, bu ve bundan önceki âyetlerin, sıfatlarını zikrettiği kişilerden kimleri kastettiği hakkında farklı görüşler zikretmişlerdir.
Süddinin Ebu Mâlikten, Ebu Salibin İbn-i Abbastan, Mürrenin İbn-i Me-suddan rivayet ettiklerine göre bu âyetlerde sıfatlan zikredilen müminlerden maksat, ehl-i kitap olmayan müminlerdir. Bundan sonra gelen “Onlar, sana indirilene ve senden önce indirilenlere iman ederler. Âhirete de kesinlikle onlar inanırlar.” âyeti ise ehl-i kitabın iman edenlerini vasıflandırmaktadır. Zira. Allah teala. Hz. Muhammedi Peygamber olarak göndermeden önce ehl-i kitap olmayan Araplara kitap göndermemiştir. Onların dışındaki Yahudilere ve Hıristiyan-lara kitap göndermiştir. Bu sebeple Allah teala müminleri iki kısım olarak zikretmiştir. Birinci kısımda olanlar daha önce kendilerine kitap gelmeyen ve imani meselelerden haberdar olmayan müminlerdir ki onları “Gayba iman edenler” şeklinde vasıflandırmıştır. İkinci kısmı ise, daha önce kendilerine kitap verilen ehl-i kitaptır ki onları da “Sana ve senden önce indirilenlere iman edenler.” şeklinde vasıflandırmıştır. Diğer bir kısım âlimlere göre bu surede zikredilen dört âyette sıfatlan anlatılan “Mümin”lerden maksat, sadece ehl-i kitaptır. Zira bunlar, kendilerinin gözledikleri gaybla ilgili meseleleri, Kur’an’ın zikretmesi üzerine, Kur’an’a da iman etmişler bu sebeple “Gayba iman edenler” diye vasıflandırılmışlardır. Daha Önce indirilen İncil ve Tevrat’a iman ettiklerinden dolayı da “Senden önce indirilenlere iman edenler.” diye vasıflandırılmışlardır.
Başka bir kısım âlimler ise bu surenin baş tarafındaki tört âyette zikredilen “Müminler” ifadesine ehl-i kitap olsun veya olmasın bütün müminlerin girdiğini söylemişlerdir. Bunlar, cennet, cehennem, öldükten sonra dirilme gibi “gaybi hususlara iman etme” ifadesine, Resulullah’a bütün indirilenler ve ondan öncekilere indirilenler” girmediğinden dolayı bunları beyan eden âyetin ayrıca zikredilmesine ihtiyaç olduğunu, bu nedenle zikredildiğini, yoksa müminleri iki sınıfa ayırma maksadıyla zikredilmediğini söylemişlerdir. Müminler rablerini razı edecekleri bütün ful ve davranışları bilmelidirler ki onların hepsini yaparak rablerini razı etsinler. Bu nedenle “Gayba iman etme” yanında Resulullah’a İndirilenlere ve ondan öncekilere indirilenlere iman etme ve diğer sıfatların hepsi zikredilmiştir. Bu görüş, Mücahid ve Rebi’ b. Enes’ten rivayet edilmektedir. Mücahidin şöyle dediği nakledilmektedir: “Bakara suresinin başındaki dört âyet müminlerin sıfatlan hakkında, iki âyet kâfirlerin sıfatları hakkında, on üç âyet ise münafıkların sıfatlan hakkındadır.” Rebi’ b. Enes’ten de buna benzer bir rivayet nakledilmektedir.
Taberi, bu görüşlerden, dört âyetin iki sınıf mümini beyan ettiğini söyleyen Örüşün daha doğru olduğunu söylemiştir. Zira bu görüşte olanların beyan ettikleri deliller kuvvetlidir. Ayrıca bunlardan sonra gelen âyetlerde kâfirlerin de, kalbleri mühürlenen açıkça kâfir olanlar, iman ettiklerini söyledikleri halde iman etmeyen münafıklar.” şeklinde iki kısma ayrılmaları, müminlerin de iki kısım olduklarını gösteren bir delildir.” demiştir.
Ayette zikredilen ve “Dosdoğru kılarlar” diye tercüme edilen yukîmûne, ifadesinden maksat, “Namazı, bütün erkânıyla, mükemmel bir şekilde kılanlar.” demektir. Abdullah b. Abbas “Bu ifadeden maksat, rükuu, secdesi, kıraati ve huşu tam olarak yerine getirmek ve namazda kişinin kendisini tamamen namaza vermiş olması” demektir.” diye izah etmiştir.
Burada zikredilen “Namaz”dan maksat, farz namazlardır. Bu kelimenin lügat mânâsı ise “Dua etmek” demektir. Taberi diyor ki: “Kanaatimce namazın, “dua” anlamına gelen salat. kelimesiyle ifade edilmesinin sebebi, dua edenin, duasıyla rabbînden, dileklerinin karşılanmasını istediği gibi, namaz kılanın da ibadetiyle rabbinden dilediklerini kabul etmesini istemesidir.
Âyette geçen: “Kendilerine verdiğimiz nziktan Allah yolunda harcarlar.” ifadesinden maksat, Abdullah b. Abbas’a göre, Allanın kendilerine farz kıldığı zekâtı vermeleri ve bunun sevabını Allahtan beklemeleridir. Ebu Mâlik, Abdullah b. Mes’ud ve Abdullah b. Abbastan nakledilen diğer bir görüşe göre bu ifadeden maksat, zekât âyeti inmeden önce, kişinin aile fertlerine harcadığı nafakalardır.
Taberi, âyeti umumi mânâda anlamanın ve buradaki “Harcama”dan maksadın, insanların, mallarında gerekli olan bütün harcamalar olduğunu söylemenin daha doğru olacağım, bu ifadeye, zekât ve nafaka gibi bütün mâli yükümlülüklerin de gireceğini söylemiştir.
4- Onlar, sana indirilene ve senden önce indirilenlere iman ederler. Âhirete de kesinlikle onlar inanırlar.
Onlar, senin, Allahtan getirdiğini ve senden önceki Peygamberlerin Allahtan getirdiklerini tasdik ederler. O Peygamberler arasında fark gözetmezler. Ve Allahtan getirdiklerini tasdik ederler. Onları inkâr etmezler. Onlar, bu dünya hayatından sonra gelen âhirete ve âhirette gerçekleşecek olan tekrar dirilme ve ortaya çıkmaya, sevaba ve cezaya, hesaba çekilmeye, amellerin Ölçülüp tartılmasına kesin olarak iman ederler. Bunları inkâr eden müşrikler gibi olmazlar.
Allah teala bu âyeti kerime ile, dolaylı yolla, ehl-i kitabın, Resulullah’a ve Kur’ana iman etmeyen kâfirlerini kınamaktadır. Çünkü onlar Resulullah’a ve Kur’ana iman etmedikleri halde Resulullah’tan önce indirilen kitaplara iman etmekle kurtulmuş olabileceklerini, kendilerinin hidayette olduklarını ve cennete ancak Yahudi ve Hıristiyan olanların girebileceklerini iddia etmişlerdir. Allah teala. Bakara suresinin başında, onların iddialarını yalanlamış ve kullarına bildirmiştir ki, bu Kur’an, hem Muhammede ve onun getirdiklerine hem de ondan önce gelen Peygamberlerin getirdiklerine iman edenlere rehberdir. Sadece, geçmiş dinlere iman edenlere rehber değildir.
Kıyamet gününe “Âhiret günü” denmesinin sebebi, onun, dünya hayatından sonra gelmesidir. Veya ahiretin, varlıklar yaratıldıktan sonra gerçekleşecek olmasıdır.
5- İşte rablerinin doğru yolunda olanlar bunlardır. Kurtuluşa erenler de bunlardır.
Gayba iman edenler ve Muhammed’e indirilene ve ondan önceki Peygamberlere indirilenlere iman edenler, işte onlar, rablerinden verilen bir nur, bir istikamet ve açık bir delil üzeredirler. Kurtuluşa erenler de bunlardandır. Bunlar, yaptıkları ameller karşılığında, diledikleri kurtuluşun ve cennette ebedi olarak kalışın şuuru içinde olanlardır.
Âyette zikredilen “Rablerinin gösterdiği doğru yokla olanlar”dan maksat, Ebu Mâlik, İbn-i Abbas ve İbn-i Mes’ud’a göre gayba iman eden takva sahibi müminler ve Resulullaha ve ondan Önceki Peygamberlere iman eden müminlerdir. Bunların hepsi hidayet üzere olmakla ve kurtuluşa erecek olmakla sıfatlandınlmışlardır.
Diğer bir kısım müfessirlere göre “Doğru yolda olanlar”dan maksat, “Gayba iman etmek, Resulullaha ve ondan önceki Peygamberlere indirilenlere iman etmekle sıfatlandırılan takva sahipleridir.”
Başka bir kısım âlimlere göre ise “Doğru yolda olanlar”dan maksat, hem Resulullah’a bindirilenlere hem de ondan önceki Peygamberlere indirilenlere iman eden ehl-i kitaptır. Bunlar, hidayet üzere olmakla ve kurtuluşa ermekle sıfatlandırılmışlardır.
Taberi, bu görüşlerden birinci görüşün daha tercihe şayan olduğunu, zira âyet-i kerimede, hidayet üzere olma sıfatının, müminlerden ehl-i kitap olan veya olmayan herhangi birine tahsis edildiğine dair bir işaret bulunmadığını, ayrıca amelleriyle elde edecekleri mükâfatlarda eşit olan müminlerden bir sınıfın özel bir mükâfatla Ödüllendirilmelerinin, Allanın adaletine ters düşeceğini söylemiştir.
Âyette zikredilen “Kurtuluşa erenler de bunlardır.” ifadesi Abdullah b. Abbas tarafından şöyle izah edilmiştir: “İşte istediklerine kavuşanlar ve şerrinden korkarak kaçtıkları şeylerden kurtulanlar bunlardır.” Yani, işledikleri amelleriyle ve iman etmeleriyle Allahtan istedikleri sevaplara ve cennetlerde ebedi kalmaya ulaşanlar bunlardır. Ve Allanın, düşmanları için hazırladığı cezalardan kurtulanlar da bunlardır.