TABERİ (RH.A)’NİN BAKIŞ AÇISIYLA BAKARA SURESİ 62. AYET
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah(Celle Celaluhu)’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
62- Şüphesiz iman edenler, Yahudiler, Hıristiyanlar ve Sâbiîlerden, Allah’a, âhiret gününe iman edenler ve salih amel işleyenlerin, rableri katında mükâfatları vardır. Onlar için bir korku yoktur. Onlar üzülmeyecekler de.
Allah’ı ve resulünü ve onun, Allah’tan getirmiş olduğu şeyleri tasdik eden müminler, tevbe ederek hidayete kavuşan Yahudiler, İsa’ya yardım eden Hıristiyanlar, dinleri ve kitapları olmayan ve meleklere tapan bir kavim olan Sabitlerden kim Allah’ı tasdik eder ve Öldükten sonra dirilmeyi kabul eder ve salih amel işlerse onların, Allah katında salih amellerinin sevabı vardır. Onlar için kıyametin dehşetinden korku yoktur. Onlar devamlı nimetleri bizzat gözleriyle görünce geride bırakmış oldukları dünyaya ve ondaki yaşayışa da üzülmeyeceklerdir.
* Âyet-i kerimede geçen “İman edenler”den maksat, Allah’ın Peygamberinin, Allah tarafından getirdiklerini ve Peygamberini tasdik edenler.” demektir.
“Yahudiler” diye tercüme edilen kelimesinin asıl mânâsı “Tevbe edenler” demektir. Yahudilerin “Tevbe edenler” diye sıfatlandırılmaları onların, işledikleri günahlardan tevbe etmelerindendir.
İbn-i Cüreye ise, Yahudilere “Yahudi” isminin verilmesinin sebebinin, şu âyet-i kerimede zikredildiği gibi “Biz sadece sana yöneldik” demeleridir.
Hıristi yani ara “Nasrani” denilmesinin sebebi, onların, birbirlerine yardım etmelerindendir. Abdullah b. Abbas ve Katadeden nakledilen bir görüşe göre ise, Hz. İsa’nın, “Nasıra” diye adlandırılan bir köyde doğmuş olmasındandır. Diğer bir kısım âlimlere göre ise Hz. İsa’nın, şu âyette belirtilen sorusuna cevap vermelerindendir. “Ey iman edenler, Allah’ın dininin yardımcıları olun. Nitekim Meryem oğlu İsa da Havarilerilcrine: “Allah’a giden yolda benim yardımcılarım kimdir?” deyince Havariler de: “Allah’ın dininin yardımcıları biziz.” demişlerdi. Bunun üzerine İsrailoğullarından bir grup iman etmiş bir gurup ta inkâr etmişti. Ama biz, iman edenleri düşmanlarına karşı destekledik te muzaffer oldular.
Ayet-i kerimede zikredilen kelimesi kelimesinin çoğuludur. Mânâsı ise “Dinini bırakıp başka bir dine dönen” demektir. Bu âyette zikredilen “Sâbiîn”den kimlerin kastedildiği hususunrda ise farklı görüşler zikredilmiştir.
Mücahid, Katade -Hasan-î Basri, Ebu Necih ve Atâ b. Ebi Rebahîan nakledilen bir görüşe göre bunlar, dinleri olmayan bir topluluktur. Bunlar, Yahudilik, Hıristiyanlık ve Mecusilik arasında bocalayan bir topluluktur. İbn-i Zeyd’e göre ise bunlar, Musul civarında yaşayan ve “Lailahe İllallah” diyen fakat herhangi bir dine ve kitaba uymayan, hiçbir amel işlemeyen ve Resulullah’a da iman etmeyen bir topluluktur.
Hasan-ı Basri, Katade ve Ebul Âliyeden nakledilen diğer bir görüşe göre bunlar, meleklere tapan, aynı zamanda kıbleye doğru dönüp namaz kılan ve Zebur okuyan bir kavimdir.
Süddiden nakledilen diğer bir görüşe göre Sabitler, kitap ehlinden bir guruptur.
Âyette zikredilen müminlerden maksat, “İmanlarında karar kılanlar” demektir. Yahudi, Hıristiyan ve Sabitlerden iman edenlerden maksat, ise Hz. Muhammed’e ve onun Allah katından getirdiklerine iman edenler demektir. Bunlardan ehl-i kitap olan Yahudiler, Hz. İsa’ya kadar Tevrat’a sarıldıkları müddetçe mümin sayılırlar. Hz. İsa geldikten sonra ona iman etmeyenler hüsrandadırlar. Hıristiyanlar da Hz. Muhammed gelinceye kadar Hz. İsa’ya uydukları takdirde mümin sayılırlar. Hz. Muhammed geldikten sonra da ona iman etmek zorundadırlar. Aksi halde onlar da hüsrandadırlar.
Bu âyet-i kerimenin, Selman-ı Fârisinin arkadaşları hakkında nazil olduğu rivayet edilmektedir. Selman-ı Fârisi, Resulullah’ı görmeyen Hıristiyan arkadaşlarının, Resullah’ı beklediklerini, onu görebilmiş olsaydılar ona iman edeceklerini söyleyince Resulullah, onların, İslam dini üzere ölmediklerini beyan etmiş, bunun üzerine Selman çokça üzülmüştür. İşte bu sırada bu âyet-i keime nazil olmuş, Hz. İsa’nın dinine tabi olup ta Resulullah’ı görmeden ölenlerin kurtulmuş olacaklarını, Resulullah’ı görüp te iman etmeyenlerin ise helak olacaklarını beyan etmiştir.
Bu hususta Süddiden özetle şunlar rivayet edilmiştir: “Bu âyet-i kerime, Selman-ı Fârisinin arkadaşları hakkında nazil olmuştur. Selman, Cündi Sâbûr şehrinin ileri gelenlerindendi. Kralın oğlu da onun arkadaşıydı. Birgün beraber av yaparlarken elinde kitap okuyan bir rahibe rastlamışlardı. O kitap, Allah Teâlâ’nın Hz. İsaya indirdiği İncil idi. Rahip onları dine davet etti. İkisi de Müslüm oldular. Rahip onlara, kavimlerinin kestiği hayvanların kendilerine haram olduğunu ve etlerini yiyemeyeceklerini söyledi. Kral bir bayramda bütün ileri gelenleri davet etti, oğlunu da yemeğe çağırdı. Oğlu gelmedi. Kralın ısrarı üzerine oğlu: “Kestiğiniz etleri yemiyoruz. Sizler kâfirsiniz, kestiğiniz helal değildir.” dedi. Kral oğluna: “bunları sana kim öğretti?” diye sordu. Oğlu da “Rahip öğretti” dedi. Kral rahibi çağırdı ve sorguya çekti. Rahip oğlunu doğruladı. Kral: “Eğer kan akıtmak bize göre büyük bir cinayet olmasaydı seni öldürürdüm. Memleketimden çık.” dedi. Ve ona belli bir süre verdi. Rahip, Kralın oğlu ile Selman’a: “Eğer sizler, dâvanızda sadık iseniz, biz Musul şehrinde altmış kişiyle birlikte bir Havrada Allah’a kulluk ediyoruz. Siz de oraya gelin.” dedi. Ve oradan ayrıldı. Selman, Kralın oğluna, rahibin yanına gitmeyi teklif edince Kra-1ın oğlu hazırlık yapmaya başladı. Fakat biraz ağırdan alınca Selman onu bırakıp yola koyuldu ve rahibin yanına vardı. Rahip o Havra’nın sahibiydi. Orada bulunanlar da rahiplerin ileri gelenlerindendi. Selman orada bütün varlığı ile rabbine ibadet ediyordu. Rahip ona, kendisini yormamasını, ibadetinin devamlı olması için itidali muhafaza etmesini tavsiye etti. Fakat Selman yine fazla ibadete devam etti. Sonra Havranın sahibi olan rahip orayı bırakıp daha az ibadet edilen başka bir Havraya gideceğini, kendi Havrasında ibadet edenler gibi ibadet etmekten âciz olduğunu, Selmanın da dilerse kendisiyle beraber gidebileceğini yahut da orada kalabileceğini söyledi. Selman, Havranın sahibine hangi Havrada kalmanın daha üstün olacağını olup da orada kalmanın daha faziletli olduğunu öğrenince orada kalmıştır. Havranın sahibi olan rahip. Havranın en büyük âlimine Selman hakkında tavsiyede bulundu. Selman oradakilerle birlikte Allah’a ibadet ediyordu. Sonra o büyük âlim, Kudüse gitmek istediğini, Selmanın da isterse beraber gelebileceğini isterse orada kalabileceğini söyledi. Selman, hangisinin daha faziletli olduğunu sorup Kudüse gitmesinin daha faziletli olduğunu öğrenince o âlimle birlikte yola çıktılar. Kudüse vardılar. Âlim kişi ona: “Ey Selman, sen burada ilim tahsil et. Çünkü yeryüzünün en büyük âlimleri bu mescide gelirler.” dedi. Selman orada âlimleri dinlemeye devam etti. Bir gün mescitten üzüntülü olarak döndü. O âlim kişi ona: “Neyin var ey Selman?” dedi. Selman: “Bizden önceki Peygamberlerin ve onlara tabi olanların bütün hayırlı işleri yaptıklarını, bizim ise onlara göre bir şey yapmadığımızı zannediyorum.” dedi. Âlim kişi: “Ey Selman üzülme. Geride bir Peygamber daha var. Hiçbir Peygambere tabi olan, ona tabi olandan daha üstün değildir. İşte bu zaman onun beklendiği zamandır. Ben ona kavuşacağımı sanmıyorum. Fakat sen gençsin belki de ona kavuşabilirsin. O, Arap topluluklarında ortaya çıkacaktır? Eğer ona yetişirsen ona iman et ve ona tabi ol.” dedi. Selman: “Sen bana, onun belirtilerinden birşey öğret.” dedi. Âlim kişi: “Öğreteyim. Onun sırtında Peygamberlik mühürü bulunacaktır. O, hediyelerden yiyecek, sadakadan yemeyecektir.” dedi. Selman ve rahip, Kudüsten geri dönerken rahip kayboldu. Selman onu ararken iki Arap kişiye rastladı. Onlardan, rahibi görüp görmediklerini sordu. Adamlardan biri bineğini çöktürdü ve: “Bu ne güzel bir deve çobanıdır.” dedi ve onun bineğine bindirip Medine”ye götürdü.
Selman diyor ki: “O sırada üzüldüğüm kadar hiçbir zaman üzülmemiştim.” Selmanı, Cüheyniye kabilesinden bir kadın satın aldı. Selman, kadının diğer bir kölesiyle birlikte sıra ile koyunlarını otlatıyorlardı. Selman birgün koyun otlatırken, kendisinden nöbeti devralacak olan arkadaşı geldi ve ona: “Farkında mısın bugün Medine’ye bir adam geldi. O, kentlisinin Peygamber olduğunu zannediyor.” dedi. Selman ona: “Ben gelinceye kadar sen koyunların başında dur.” dedi ve hemen Medine’ye indi, Resulullah’a baktı, etrafında dolaştı Resulullah onu görünce ne aradığını anladı ve elbisesini sarkıttı, Peygamberlik mühürü göründü. Selman mühürü görünce Resulullah’a yaklaştı ve onunla konuştu. Gidip bir dinara bir koyun ve biraz ekmek aldı Resullah’a getirdi. Resulullah ona: “Bu nedir?” diye sordu. Selman: “Bu bir sadakadır.” dedi. Resulullah:” Benim ona ihtiyacım yok. Sen onu götür Müslümanlar yesin.” dedi. Bunun üzerine Selman tekrar gidip bir dinara ekmek ve et satın aldı. Onu Resulullah’a getirdi. Resullah: “Bu nedir?” diye sordu. Selman: “Bu bir hediyedir.” dedi. Resulullah ona: “Otur” dedi. Selman oturdu. Beraberce onlardan yediler. Yemek yerlerken Selman Resulullah’a arkadaşlarını anlattı. Onların oruç tuttuklarını, namaz kıldıklarını, Resulullah’ın hak Peygamber olacağına iman ettiklerini. Peygamber olarak gönderileceğine şahitlik ettiklerini söyledi. Selman, arkadaşlarını övmeyi bitirince Resulullah ona: “Ey Selman, onlar cehennem ehlidir.” dedi. Bu, Selman’a çok ağır geldi. İşte bunun üzerine Allah Teâlâ bu âyeti indirdi. İsa Peygamber gelinceye kadar Hz. Musa’nın dininde olanların kurtulmuş olacaklarını, Hz. Muhammed gelinceye kadar da Hz. İsa’nın dinine tabi olanların kurtulmuş olacaklarını ancak, kendi Peygamberlerinden sonra gelen Peygambere, kendileri hayatta oldukları halde iman etmeyenlerin helak olacaklarını beyan etti.