sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

TABERİ (RH.A)’NİN BAKIŞ AÇISIYLA ENAM SURESİ 101. VE 105. AYETLER

TABERİ (RH.A)’NİN BAKIŞ AÇISIYLA ENAM SURESİ 101. VE 105. AYETLER
05.01.2025
15
A+
A-

101- O, gökleri ve yeri eşsiz bir şekilde yoktan var edendir. Onun eşi yokken çocuğu nasıl olabilir? Üstelik herşeyi yaratan da O’dur. O, herşeyi çok iyi bilendir.

Allah, gökleri ve yeri, daha Önceden benzerleri yokken var edendir. Onun eşi olmadığı halde çocuğu nasıl olur? Herşeyi o yaratmıştır. Ve o, herşeyi çok iyi bilendir. O halde nasıl olur da onun yarattıkları arasında, kendisine bir eş bu­lunur da o eşten çocuğu meydana gelir? [1][127]

 

102- İşte rabbiniz olan Allah budur. Ondan başka hiçbir ilah yoktur. Hcrşcyin yaratıcısıdır. O halde ona itaat edin. O, herşeye vekildir.

Ey Allahı bırakıp ta putlara tapanlar, cinleri Allaha ortak koşanlar, ve ona çocuk isnad eden kafirler. İyi bilin ki, sizin rabbiniz Allahtir. Ondan başka hiç­bir ilah yoktur. Herşeyin yaratıcısı odur. O halde kendilerine ve sizlere hiçbir zarar veya menfaat vermeyen putları bırakıp ta sadece Allaha kulluk edin. Al­lah, yarattığı herşeyin denetleyicisi ve koruyucusudur. [2][128]

 

103- Gözler onu görmez. O ise bütün gözleri görür. O, hcrşcyin ince­liklerini bilendir, her şeyden haberdardır.

Gözler onu kapsayumaz, o ise bütün gözleri kuşatır. O, kullarına lütufta bulunandır. Onların hak ve menfaatlerini çok iyi bilendir.

Müfessirler, âyette zikredilen “Gözler Allahı görmez, Allah ise bütün gözleri görür” ifadesinden neyin kastedildiği hususunda ihtilaf etmişlerdir.

  1. a) Abdullah b. Abbas, Katade, Atiyye el-Avfı vb. âlimlerden rivayet edi­len bir görüşe göre bu ifadenin manası şudur: “Hiçbir göz, Allahı kuşatamaz. Allah ise bütün gözleri kuşatır.” Bunlara göre, kıyamet gününde, şu âyette belir­tildiği gibi rablerine bakacaklar fakat onların gözleri, büyüklüğünden dolayı rablerini kuşatamayacaktir. Mü’minlerin, kıyamet gününde rablerini görecekle­rini beyan eden âyetler ise şunlardır. “O gün öyle yüzler vardsr ki pırıl pınl par­larlar. Rablerine bakarlar. [3][129]Bu görüşte olan âlimlere göre, âyette zikredilen ve “Görme” olarak tercüme edilen fiili, “Gönnek” mânâsına de-

ğil “Kuşatmak” manasınadır. Zira bu fiil, Kur’an-ı Kerimin çeşitli yerlerinde “Görnıe” dışındaki mânâlarda da kullanılmıştır. Mesela: Nihayet boğulma Fira­vunu yakalayınca o, “Gerçekten İsrailoğullannın inandığından başka ilah olma­dığına inandım. Ben de müslümanlardanım” dedi. [4][130] âyetinde zikredilen fiilinin mânâsı, “gönnek” değil “yakalamak” demektir. Zira, boğulma işinin, bir kimseyi gördüğünü söylemek mümkün değildir.

Yine “İki topluluk birbirini görünce “İşte yakalandık” dediler. [5][131] âyetindeki kelimesinin mânâsı “Gönnek” değil “yakalanmak” demektir. Bunlar da göstermektedir ki, bir şey diğer bir şeye ulaşır fakat onu göre-meyebilir. Birinci âyette durum böyledir. Yine bir şey diğer bir şeyi görebilir. Fakat ona ulaşamaz. Bundan da anlaşılıyor ki “Gözler Allahı idrak edemez” ifa-desindeki fiilinin mânâsı “Görmek” değildir, “İhata etmek ve kuşatmak” demektir.

Evet, müminler ve cennetlikler, rablerini gözleriyle görecekler fakat göz­leri onu kuşatamayacaktir. Zira, Allah tealayı herhangi bir şey tarafından kuşa­tılmakla vasıflandırmak caiz değildir. Allah tealayı “Görülmek”le vasıflandırır­ken görmenin kendisini kuşatamayacağı ile de vasıflandırmak, onu “Bilinmek­le” vasıflandırırken, bilmenin kendisini kuşatamaması ile vasıflandırmak gibi­dir. İlmimizle Allahı kuşatamıyacağımızı söylememiz, onu bilemeyeceğimiz anlamına gelmediği gibi, onu gönyemizle kuşat anlayacağımızı söylememiz de onu hiç göremeyeceğimiz anlamına gelmez. Nitekim yaratıklar, birtakım eşyayı bilirler fakat bilgileri o eşyayı tam kuşatamayabilir. İşte Allah tealayı görmek te böyle. Mümin kullan onu görürler, fakat görmeleri onu tam olarak ihata ede­mez.

Bu görüşte olan âlimler demişlerdir ki: Eğer denecek, olursa ki “Bu âyette geçen cümlesini “Gözler, Allahı kuşatamaz” yerine “Gözler Allahı göremez” şeklinde izah etmeye neden karşı çıktınız?” Cevaben deriz ki: “Aziz ve celil olan Allah, kitabının kıyamet suresinde bir kısım yüzle­rin kerndisine bakacağını beyan buyurmuş[6][132] Resulullah da ümmetine kıyamet gününde rablerini, ay’ın ondördünde görülmesi gibi, bulutsuz bir günde güneşin görülmesi gibi görüleceğini haber vermiştir. Madem ki, Allah teala, kitabının bir yerinde, bir kısım yüzlerin kendisine bakacağını beyan etmiş, Resulullah da bunu sahih haberlerle haber vermiştir, o halde Allah tealamn, kıyamette, mü­minler tarafından görüleceğini söylemek te kaçınılmazdır. Zira, Allah tealamn kitabı, birbirini doğrulamakta ve desteklemektedir. Allah tealamn, bir kısım yüzlerin kendisine bakacağını beyan ettiği haberiyle, gözlerin kendisini idrak edemeyeceğini beyan-ettiği haberlerinden herhangi birinin diğerini neshettiğini söylemek caiz değildir. Zira verilen haberlerde nesih caiz değildir. Bu da göster­mektedir ki “Gözler Allahı idrak edemez” haberi ile “Yüzler rablerine bakarlar” haberi farklı şeylerdir. Yani, cennetlikler kıyamet gününde gözleriyle rablerine bakacaklar fakat onu tam ihata edemeyeceklerdir. Bu iki âyetin bu şekilde izah edilmesi her iki âyeti de doğru bir şekilde anlamaktır. Her iki haberi de tasdik etmektir. Her iki surede gelen âyetlere de boyun eğmektir.

  1. b) Süddi ve Hz. Aişeden nakledilen diğer bir görüşe göre bu âyette zikre­dilen cümlesindeki fiilinin mânâsı

“Görmek” demektir. Cümlenin mânâsı ise “Gözler Aliahı göremez” demektir. Bu hususta Süddi demiştir ki “Bu cümlenin mânâsı” Allahı, yarattıklarından herhangi birisi göremez.” demektir.

Mesruk diyor ki:

Ben, Aişe’ye (r.anh) dedim ki “Ey anneciğim, Muhammed (s.a.v.) rabbini gördü mü?” Aişe de dedi ki: “Söylediğin sözden dolayı tüylerim ürperdi. Sen şu üç şeyden haberdar değil misin? Onları sana kim söylerse yalan söylemiş olur. Kim sana “Muhammed (s.a.v.) rabbini gördü” derse şüphesiz ki o, yalan söyle­miş olur” Sonra Aişe “Gözler onu görmez o ise bütün gözleri görür. O her şeyin inceliklerini bilendir, her şeyden haberdardır” âyetini ve “Allah bir insanla an­cak vahiy yoluyla veya perde arkasından konuşur. Yahut bir elçi gönderir de iz­niyle ona dilediğini vahyeder.. [7][133] âyetlerini okudu ve dedi ki: “Kim sana, ya­rın ne olacağını bildiğini söylerse şüphesiz ki o, yalan söylemiş olur.” Sonra, “Hiçbir kimse yarın ne kazanacağını bilmez”[8][134] âyetini okudu ve dedi ki: “Kim sana, “Peygamber bir şeyi gizledi” derse şüphesiz ki o, yalan söylemiş olur” Sonra: “Ey Peygamber, rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer yapmazsan, Al­lanın peygamberliğini tebliğ etmemiş olursun[9][135]âyetini okudu ve sözlerine devam ederek dedi ki: “Fakat Muhammed, Cebrail (a.s.)’ı iki defa asıl şeklinde görmüştür. [10][136]

Görüldüğü gibi Hz. Aişe, Allah tealanın, Resulullah tarafından dünyada iken- görülmediğini ifade etmek istemiştir. Ancak bir kısım âlimler Allah teala-nın, dünyada, görülemeyeceği gibi, âhirette de görülmeyeceğini iddia etmişler ve izah etmekte olduğumuz âyeti buna delil -göstermişlerdir ve demişlerdir ki: “Bu âyetteki kelimesinin mânâsı, “Gözle görmek” demektir.

Allah teala, kendisinin gözle görülemeyeceğini beyan etmiştir. Bu da hem dün­ya hem de âhiret için geçerlidir.

Bu görüşü savunan insanlar kıyamet suresinde bazı yüzlerin rablerine ba­kacaklarını beyan eden âyeti te’vil etmişler, bu âyetten maksadın, “Bir kısım yüzler, rablerinin rahmetini ve sevabını beklerler.” demek olduğunu söylemiş­lerdir. Bunlardan bazıları Resulullandan, âhirette müminlerin, rablerini görecek­lerine dair rivayet edilen sahih haberleri, bir kısım te’viİlerle te’yid etmişler, di­ğer bazıları ise bu haberlerin varid olduklarını inkâr etmişler, bu haberlerin, Re-sulullahın söylediği söz olamayacağını savunmuşlar ve Allahın görülemeyeceği hususunda akıllarını hakem tayin etmişlerdir. Bunlar, akıllarının, Allah tealanın gözle görülmesini imkânsız gördüğünü zannetmişler, bu hususta çeşitli yaldızlı sözler söylemişler, kendilerine delil bulmak için uzun uzadıya izahlarda bulun­muşlardır.

Bunların iddialarının doğru olduğunu ispatlayan ve en büyük delilleri ol­duğunu iddia ettikleri sözlerden biri de şudur. “İnsanların gözü, kendisine yapı­şık olan bir şeyi değil, görebileceği kadar uzaklıkta bulunan bir şeyi görebilir. Gözden uzak olan şey ile gözün arasında ise bir boşluk ve bir mesafe vardır. Şa­yet gözlerin âhirette Ali ahi dünyadaki eşyayı gördüğü gibi görecekleri söylenir­se Allah teala için bir sınır tayin edilmiş olur. Allah tealayı böyle bir sıfatla sı-fatlayan ise onu, cisimlerin sıfatlarıyla sifatlamış olur. Allah teala ise, yaratıkla­rına benzemekten münezzehtir. Diğer yandan, kulakların sesleri, koku alma du­yusunun, kokulan idrak ettikleri gibi gözlerin de renkleri görmeleri muhakkak­tır. Nasıl ki sesleri almayan bir duyu organı, kokuları koklamayan koku alma organı bulunacağına hüküm vermek fasit ise, renkleri görmeyen bir görme orga­nı bulunacağına hüküm vernıek te fasittir. Allah tealayı, herhangi bir renkle va­sıflandırmak caiz olmayacağına göre, onugörülebilir olmakla vasıflandırmak ta caiz delildir.

  1. c) Diğer bir kısım âlimler de cümlesindeki fiilinin mânâsının “Görmek” olduğunu, âyeti kerimede, Allah tealanini görülmeyeceği beyan edildiğini, ancak bu görülmemenin, dünyada söz konusu olduğunu, âhirette ise, Allah tealanın müminler tarafından görüleceğini, zira başka bir âyette: “O gün, öyle yüzler vardır ki pırı! pınl parlarlar. Rablerine bakarlar. [11][137] buyuruIduğunu, Allah tealanın bildirdiği haberlerde tezat olması­nın mümkün olmadığını, bu itibarla, izah edilen âyetteki “Göıülmeme”nin sade­ce dünyaya mahsus olan bir görülmeme olduğunu söylemişlerdir.

Bunlardan bazıları demişlerdir.ki: “Bu âyette zikredilen fiili her ne kadar bazı yerlerde “Görmek” mânâsına gelmiyorsa da burada “Gör­mek” mânâsında kullanılmıştır. Çünkü bu fiilin mânâlarından biri de “Gör-mek”tir. Kişi, gördüğü şeyi aynı zamanda idrak ta etmiş olur. Buradaki, “Gör­me” mânâsına gelen “İdrak etme” her zaman olacak bir idrak etme değil sadece dünyaya has olan bir idrak etmedir. Yani dünyada gözler Allahı göremezler. Al­lah ise o gözleri hem dünyada hem de âhirette görür” demektir.

Bu görüşte olan âlimlerden diğer bir kısmı da burada zikredilen ve “Gör­me” mhanâsına gelen “İdrak etme”nin, hususi bir görme ve idrak etmeyi ifade ettiğini söylemişler ancak bu hususiliğin çeşitli ihtimallere göre olacağını zik­retmişlerdir. Mesela: Âyetin mânâsının, “Allahı, zalimlerin gözü dünyada da görmez âhirette de görmez. Müminlerin ve velilerin gözleri ise onu görür.” şek­linde olması caizdir. Keza âyetin mhanâsmın: “Gözler Allahı tam olarak kuşatı­cı bir şekilde görmezler. Fakat genel olarak görürler” şeklinde olması da caizdir. Yine âyetin mânâsının: “Gözler Allahı dünyada görmezler. Âhirette ise görür­ler” şeklinde olması da caizdir. Yine âyetin mânâsının: “Gözler Allahı, Allahın onlan gördüğü gibi göremezler. Zira yaratılanların gözü zayıftır. Allahın, görme gücü verdiği kadarıyla verirler. Allah tealanın ise görmesi herşeyi açık seçik olarak görmesi şeklindedir. Bunlar demişlerdir ki: “Gözler Allahı göremez” ifa­desinin özel bir göremezlik şekli olduğu ve Allahın dostlarının kıyamet günün­de kendisini görmelerinin kesin okluğu muhakkaktır. Ancak bu özel görmezli­ğin yukarıda zikredilen dört ihtimalden hangi çeşit görmezlik olduğu bizce belli değildir.

  1. d) Diğer bir kısım âlimler ise cümlesindeki fiilin mânâsının “Görme” olduğunu, âyetin mânâsının ise “Gözler Allahı göre­mez” demek olduğunu ve buradaki görmeme’nin umumi anlamda her zaman görmeme okluğunu söylemişler ve demişlerdir ki “Hiçbir göz Allahı ne dünyada iken ne de âhirette iken görebilecektir. Ancak Allah, kıyamet gününde dostları için beş duyu organı dışında altıncı bir duyu organı yaratacak ve onlar, bu duyu

organlarıyla rablerini göreceklerdir. Bunlar, görüşlerine delil olarak şunu zikret­mişlerdir: Allah teala bu âyette genel bir ifade ile, gözlerin kendisini görmeye­ceğini beyan etmiştir. Buradaki görmemenin, özel bir görmeme olduğuna dair herhangi bir delil yoktur. Bu itibarla bu görmeme, her zaman ve her yer için ge­çerlidir. Diğer yandan başka bir âyetinde, bir kısım yüzlerin kıyamet gününde rablerine bakacaklarını beyan etmiştir. Allah tealanm haberleri arasında tezat ol­mayacağına göre ve her iki haber de sahih olduğuna göre bunları birbirleriyle dağdaştırmak izah ettiğimiz şekilde olur. Bu görüşte olun âlimler, aklî delil ola­rak ta şunları söylemişlerdir: “Bizim âhirette Allahı bu gözlerimizle kuvvetlen­dirilerek görmemiz caiz olsa dünyada iken zayıf halleriyle de kısmen de olsa görmemiz icabeder. Çünkü herhangi bir fonksiyon için yaratılan bir organ, ta­mamen yok olmadıkça o fonksiyonunu az da olsa icra eder. Bu itibarla gözün, yaratıcısını herhangi bir haliyle veya herhangi bir zamanda görmesi mümkün kabul edilecek olursa bu gözün, dünyada iken zayıf olduğu halde de yaratıcısını görmesi gerekir. Gözlerimiz dünyada, yaratıcılarını görmediklerine bunların bu halleriyle âhirette de görmeleri mümkün değildir. Allah teala da âhirette, yüzle­rin, rablerine bakacaklarını bildirmiştir. O halde âhirette Allah teala, özel bir du­yu organı yaratacak biz de onunla kendisini göreceğiz.

Taberi diyor ki: “Bize göre bu hususta doğru olan görüş, Resulullah (s.a.v.)’den sağlam bir şekilde nakledilen haberlerin beyan ettikleri görüştür. Re­sulullah, kıyamet gününde müminlerin, rablerini ayın on dördünde onu gördük­leri ve bulutsuz bir zamanda güneşi gördükleri gibi göreceklerini beyan etmiştir. Evet, mümminler rablerini görecekler, fakat kafirlerin görmelerine engel oluna­caktır. Nitekim Allah teala bu hususta bir âyet-i kerimesinde: “Hayır, hayır o gün yalanlayanların önüne rablerine karşı perde çekilmiştir[12][138]buyurmuştur.

Taberi sözlerine devamla diyor ki: “Kıyamet gününde Allah tealanın, gözle görüleceğini inkâr edenlere gelince bunlar, delil olarak şunu zikretmişler­dir. “Gözler ancak görülebilecek kadar uzak bir mesafede olanı görebilirler. Kendilerine yapışık olanı göremezler. Bu da gözle, görülen şeyin arasında bir boşluğun ve bir mesafenin bulunmasını icabettirir. Allah tealanın bu şekilde gö­rüleceğini söylemek te caiz değildir. Zira, bu takdirde Allah tealaya bir sınır ve nihayet biçilmiş olur ki bu da caiz değildir. O halde Allahı gözle görmek te mümkün değildir.

Taberi, bunlara cevap olarak özetle şunu söylemekte ve demektedir ki: “Allah tealanın herhangi bir sıfatı yaratıklarının sıfatına benzeîiîemez. Nasıl ki, Allah tealanın, her şeyi sevk ve idare etmesi, yaratıklarının sevk ve idare etme­lerine benzemiyorsa, yaratanın görülmesi de diğer yaratıkların görülmelerine benzemez. Allahın dışındaki sevk ve idare eden yaratıklar ya sevk ve idare et­tiklerinin yanında bulunurlar veya uzağında bulunurlar. Allah teala ise, sevk ve idare ettiklerinin ne yanındadır ne de onlardan belli bir mesafede uzaklıkta bu­lunmaktadır.

Yaratıkların görülmesi, görenden belli bir mesafede uzak olmalarını ica-bettirirken Allah tealanın görülmesi için böyle bir durum söz konusu değildir.

Taberi, bu meseleyi izah etmek için şunları söylemektedir: “Sizler, yaratı­cınız dışında sevk ve idare etme sıfatına sahib olan bir yaratık biliyor musunuz ki, o size ne temas eder bir vaziyette bulunsun ne de uzak olsun?” Şayet onlar böyle birisini bildiklerini iddia ederlerse onu açıklamaları istenir. Buna da im­kanları yoktur. Şayet, “Böyle birisinin bulunduğunu bilmiyoruz, derlerse onlara denilir ki “Sizler, yaratıcınızı, size dokunmayan ve uzakta da bulunmayan bir zat olarak bilmiyor musunuz? Halbuki o, sevk ve idare etme ve işleri icra etme sıfatlarına sahiptir. İşte Allah tealanın görülmesi  böyledir. Onun, görene te­mas eder halde olması veya uzakta bulunması söz konusu değildir. Çünkü o, di-‘ ğer görülen şeylere benzetilemez.

Mutezile fırkası, bu âyet-i kerimeye dayanarak, Allah tealanın, dünyada görülemediği gibi âhirette de hiç görülemeyeceğini söylemiştir. Onların bu sözü yanlıştır. Gerek lügat bakımından gerekse Şer’t yönden, âyetin batıl bir te’vilidir. Allah tealanın âhirette görüleceği, sahih Hadis kitaplarında mevcut olan sağlam Nass’lar ile bildirilmiştir.

Resulullah (s.a.v.) efendimiz bir Hadis-i Şerifinde şöyle buyuruyor:

“Şüphesiz ki sizler, ay’ı on dördünde gördüğünüz gibi kıyamet gününde rabbinîzi göreceksiniz[13][139]

 

104- Şüphesiz size, rabbinizden, hakikati gösteren deliller gelmiştir. Kim onları görürse kendi lehinedir. Kim de onlara karşı kör olursa kendi aleyhinedir. Ben, sizin üzerinize bekçi değilim.

Şüphesiz ki sizlere, rabbiniz tarafından, hidayeti sapıklıktan, imanı inkârdan ayırdeden ve sizlere hakkı gösteren apaçık deliller gelmiştir. Kim bun­ları görür ve bunlarla doğru yolu bulursa, hayin kendi lehinedir. Kim de bunla­rın ifade ettiği şeylere karşı kör olur da bunları tasdik etmezse onun kötülüğü de kendisine aittir. Ben, sizin üzerinize bir denetleyici değilim ki yaptığınız amel­leri hesap edeyim. Ben ancak tebliğ edenim. [14][140]

 

105- Kâfirler: “Onu başkalarından öğrendin.” desinler ve bilen bir kavme açıklayalım diye âyetleri geniş olarak işte böyle izah ederiz.

Müfessirler ve kıraat âlimleri bu âyette geçen ve “Başkalarından öğren­din” diye tercüme edilen kelimesini farklı şekillerde okumuşlar ve okunan kıraat şekline göre de farklı mânâlar vermişlerdir.

  1. a) Medine ve Küfe kurraları ile Abdullah b. Abbas, Mücahid, Süddi ve Dehhakın bu kelimeyi Kur’anda tesbit edilmiş olan şekliyle şeklinde okudukları ve bunun mhanâsının, “Okudun ve öğrendin” demek oldu­ğunu söyledikleri rivayet edilmiştir. Taberi de bu kıraati ve bu izah tarzını tercih etmiştir. Çünkü şu âyette de belirtildiği gibi, müşrikler, Resulullahı, Kur’anı başkasından okuyup öğrenmekle itham ediyorlardı. “Şüphesiz ki biz, kafirlerin, “Bu Kuranı Muhammede bir adam öğretiyor” dediklerini çok iyi biliyoruz. Ku­ranı Muhammede öğrettiğini iddia ettikleri kimsenin dili yabancıdır. Kur’an ise açık, fasih Arapça’dır. [15][141]
  2. b) Abdullah b. Abbas, Said b. Cübeyr, Mücahid, Dehhak ve bir kısım Basra Kurralan bu kelimeyi şeklinde okumuşlar, mânâsının da “Tartıştın, birbirinize okudunuz…” demek olduğunu söylemişlerdir. Yani, Kureyş müşrikleri, Resulullahı, ehl-i kitapla tartışarak ve onlarla karşılıklı ola­rak birbirlerine okuyarak öğrenmekle itham etmişlerdir.
  3. c) Katadeden nakledilen başka bir görüşe göre bu kelime, şeklinde okunmuş manası ise “Sana okundu bildirildi” demektir.
  4. d) Hasan-ı Basri ye Abdullah b. Mes’uddan nakledilen bir diğer görüşe göre bu kelime şeklinde okunmuştur. Mânâsı ise “Silinip git-

miştir, zamanı geçmiştir” demektir. Yani, müşrikler Resulullaha “Senin bu oku­duğun Kur’anın zamanı geçmiştir” demişlerdir. Bu âyeti “Biz bu âyetleri sana: “Sen bunu, başkalarından okuyup öğrendin” demesinler diye…” şeklinde izah edenler de vardır.

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.