TABERİ (RH.A)’NİN BAKIŞ AÇISIYLA FATİHA SURESİ 1 VE 4. AYETLER
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah(Celle Celaluhu)’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
1- Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla.
2-4- Hamd, âlemlerin rabbi, merhamet eden, bağışlayan ve ceza gününün sahibi olan Allah’a mahsustur.
Hamd ve şükür, sadece, şanı yüce olan Allah’a mahsustur, Allah’tan başka tapınılan herhangi bir şey buna layık değildir. Zira Allah, kullarına sayılamayacak kadar çok nimet vermiştir. Onun nimetlerinin sayısını hiç bir kimse yeterince bilemez.
HAMD: Allah’ı güzel isim ve sıfatlarıyla (ivmektir.
ŞÜKÜR: Allah’ı, verdiği nimetlerden dolayı övmektir. Taberi
burada zikredilen “Hamd” kelimesinin, “Şükür” kelimesiyle eş anlamda olduklarını söyleyerek el-Hamdülillah’a şu şekilde mânâ vemıiştir: “Kendisine itaat edilmesi için bütün vasıtaları sağlaması, emirlerinin yerine getirilmesi için mükellef olanların vücut organlarını müsait bir şekilde yaratması, layık olmadıkları halde onlan dünyada çeşitli nimetlerle nzıklandırmasi ve onlara, içi nimetlerle dolu olan ebedi cennete götürecek yolu göstermesi gibi sayısız nimetleri karşılığında, şükredilmek, sadece Allah’a mahsustur. Onun dışında herhangi bir yaratığa ait değildir.
Taberi, Abdullah b. Âbbas ve Hakem b. Umeyr’den de “Hamd” kelimesinin, “Şükretmek” mânâsına yorumlandığının nakledildiğini rivayet etmiştir. Dehhak, Abdullah b. Abbas’ın şöyle dediğini rivayet eder: “Elhamdülillah” demek, Allaha şükretmek, ona boyun eğmek, onun nimetlerini, hidayetini, bizi yoktan var etmesini kabul ve ikrar etmektir.”
Hakem b. Umeyr, Resulullah’ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Sen, Elhamdülillah! Rabbilâlemin” dediğinde Allah’a şükretmiş olursun. O da sana olan nimetlerini artırır.”
Ka’bul Ahbar ise “Elhamdülillah”ın, Allah’ı övmek olduğunu rivayet etmiştir. Bunun, bir nimet karşılığında olup olmadığına dair herhangi bir şey zik-retmemiştir.
Taberi, “Elhamdü” kelimesinin ;el takısının, umum ifade etmesi için geldiğini bu itibarla “Elhamdülillah’ın, bütün övgü ve şükürler Allah’a mahsustur.” demek olduğunu zikretmiştir.
Taberi diyor ki: “Eğer sorulacak olursa ki: “Bütün âlemlerin rabbi olan Allah’a hamdolsun” ifadesini ve bundan sonra gelen ifadeleri bizzat Allah teala söyleyerek kendini övüyor ve bizlerin de böyle yapmamızı öğretiyor, eğer böyle ise “Ancak sana ibadet eder ve ancak senden yardım dileriz.” ifadeleri nasıl izah edilecektir? Zira Allah, yardım isteyen değil, yardım eden, ibadet eden değil. kendisine ibadet edilendir. Yoksa bunlar, Cebraile veya Muhammed’e, söylemeleri emredilen ifadeler midir? Cevaben denilir ki: “Bütün bunlar Allah’ın kelamıdır. Allah bunlarla kendisini övmüş, kullarına da bu şekilde kendisini övmelerini öğretmiştir. Ve onlara demiştir ki: “Deyin ki: “Ancak sana kulluk eder ve ancak senden yardım dileriz…” Burada takdir edilen “Deyin ki” ifadelerinin, âyetlerin başında açıkça zikredilmemesi, Arapçanin, kısaltmaya ve veciz ifadeye önem verme özelliklerindendir. Zira Arapçada bir mânâ, cümlenin bir kısım kelimelerini düşürmek suretiyle de ifade edilebilirse, düşürülmesi mümkün olan kelimeler düşürülür ve kısa bir şekilde ifade edilir. Burada da durum böyle olmuştur. Nitekim, Abdullah b. Abbas, “ElhamdüliIlalV’i şöyle izah etmiştir.. “Cebrail Muhammed’e dedi ki: “Ey Muhammed, de ki; “Hamel, âlemlerin rabbi olan Allah’a mahsustur.”
Âlemlerin Rabbi: İnsanların, cinlerin, meleklerin, göklerin ve yerin rabbi demektir. Arap dilinde “Rab” kelimesi, “Kendisine itaat edilen efendi, bir şeyi düzeltip ıslah a\en, bir şeyin sahibi” mânâlarına gelmektedir. Şanı yüce olan rabbimiz, benzeri olmayan, dengi bulunmayan bir rabdır. Yaratıklarına bol nimetler vererek onların durumlarım düzeltip ıslah edendir. O, her şeyi yaratan ve bütün işleri elinde bulunduran bir hükümdardır. Bu itibarla “Rab” kelimesinin üç mânâsının da Allah teala için kullanılması yerindedir.
Âlem: Tüm ümmetleri ve yaratılmışların toplumlarını ifade eder. Böylece insanlar bir âlem, cinler bir âlem, diğer yaratıklar da kendi başlarına birer âlemdirler. Bu kelime, tekili bulunmayan cins isimdir. Her yaratık sınıfına “Âlem” denildiği gibi o sınıfın belli bir çağda yaşayanlarına da “Âlem” denir.
Abdullah b. Abbas, Said b. Cübcyr ve Mücahid, “Âlemlerin rabbi” ifadesini. “Cin ve insan âlemlerinin rabbi.” şeklinde izah etmişler. Katadc “Her sınıf kendi başına bir âlemdir.” demiş, IZbul Âliye ise “İnsanlar bir âlem, cinler de bir âlemdir. Bunların dışında olan varlıklar ise on sekiz bin veya on dört bir âlemdir.” demiştir.
Rahman: “Rahmeti, esirgemesi bütün yaratıklarını kaplayan” demektir.
Rahim: “rahmeti ve bağışlaması, özellikle müminleri kapsayan” elemektir. Allah tealanın bu iki sıfatının mânâları, besmele izah edilirken açıklanmıştır. Bu sıfatların, besmelede zikredildikten sonra, Fatihada da tekrar edilmeleri, besmelenin, fatihadan bir âyet olmayıp kendi başına müstakil bir âyet olduğunu göstermektedir. Zira, Allah tealanın kitabında, aralarında fasıla bulunmaksızın, aynı lafızlarla tekrar’eden iki âyet mevcut değildir.
Ceza Gününün Sahibi: “Sahip” diye tercüme edilen “Mâlik” kelimesi üç şekilde okunmuştur:
Birinci okunuş şekli:Melik’tir. Anlamı ise “Hükümdar, mülk sahibi” demektir. Bu okunuş şekline göre âyetin mânâsı şöyledir: “Varlıkların, he-“saba çekilip ceza veya mükâfat!andınlacaklan kıyamet gününün hükümdarı, ve tek sahibi yalnızca Allah’tır. Dünyadaki gibi bir kısım zorbalar, orada hükümdarlık, mülk sahibi olma iddiasında bulunamayacaklar, böbürlenemeyecekler ve herhangi bir zulüm ve tasallutta bulunamayacaklardır. Dünyadaki zorba hükümdarlar, âhirette, gerçek hükümdar olan Allah’ı görünce, kendilerinin, küçük ve zelil kimseler olduklarını, büyüklük ve azametin, mülk ve hükümranlığın ise yalnız Allah’a ait olduğunu kesin olarak anlayacaklardır. Allah teaîa bu hususu başka bir âyette şöyle beyan etmiştir. “O gün insanlar ortaya çıkarlar. Onların hiçbir şeyi Allah’a gizli değildir. “Bugün hakimiyet ve mülk kimindir?” diye sorulur.
Bu kelimenin ikinci okunuş şekli Mâlik’tir. Mânâsı ise “Hüküm verme hakkına sahip veya ktyamet gününü getirmeye gücü yeten” demektir. Abdullah b. Abbas, bu okunuş şeklini şöyle izah etmiştir. “İnsanların cezalandırılacakları veya mükâfatlandıracakları kıyamet gününde hüküm verme yetkisi, sadece Allah’a aittir. Dünyada olduğu gibi o gün, Allah’ın dışında hiç bir kimse . hüküm veremeyecektir.”
Abdullah b. Abbas, bu şekildeki izahından sonra şu âyetleri okumuştur. “Cebrail ve meleklerin saf saf dizildikleri gün Rahman olan Allah’ın izin verdiği ve doğru konuşan hariç, onun huzurunda kimse konuşamaz.
“O gün kendilerini Allah’ın huzuruna davet edene uyacaklar, kimse yan çizemeyecektir. Rahman olan Allah’ın azameti karşısında sesler kısılacak, fısıltıdan başka hiçbir şey işitmeyeceksin.’ (Melekler) ancak Allah’ın razı olduğu kimseye şefaat ede-bilirler…”
Taberi, birinci okunuş şeklinin şu sebeplerden dolayı tercihe şayan olduğunu söylemiştir: Hükümran ve mülk sahibi olmak aynı zamanda karar yetkisine sahib olmayı ve hüküm verme gücünde olmayı da kapsar. Halbuki Maük kelimesi, “Hüküm verme yetkisini haiz.” şeklinde izah edildiği takdirde, hükümranlığı ve mülk sahipliğini ifade etmez. Âyetleri daha kapsamlı mânâda almak elbetîeki daha uygundur. Diğer yandan, bu âyetten önceki âyetlerde, Allah teaîa bütün âlemlerin rabbi, yani kendisine itaat edilen efendisi, düzeltip ıslah edeni ve sahibi olduğunu beyan etmiştir. Hemen o âyetin sonunda da aynı anlamı değişik bir kelime ile ifade etmesi elbetteki ilahi kelama uygun değildir. Bu itibarla “Melik” şeklindeki okunuş biçimini esas alıp kıyamet gününde bütün mülkün ve hükümranlığın ona ait olduğunu söylemek “Mâlik” şeklindeki kıraati esas alarak “Kıyamet gününde hüküm vermeye sadece o yetkilidir.” demekten daha evladır.
Bu kelimenin üçüncü okunuş şekli ise Mâlike’dir. Mânâsı ise “Ey kıyamet gününün sahibi” demektir. Âyeti bu şekilde okuyanlar, bundan sonra gelen âyetle bu âyet arasında bağlantıyı kuvvetlendirmek için böyle okumuşlardır. Zira bunlara göre bu ve bundan sonra gelen âyetlerin mânâsı şöyledir: “Ey, kıyamet gününün sahibi, ancak sana kulluk eder ve ancak senden yardım dileriz…”
Taberi, bu okunuş şeklinin de tercihe şayan olmadığını beyan etmiş, daha sonra gelen âyetlerle irtibatı kuvvetlendinne gerekçesinin doğru olmadığını zikretmiştir. Zira Abdullah b. Abbas, Cebrailin, Allah tealanın, Resulullaha “Ey Muhammed, de ki: âlemlerin rabbi olan, rahman ve rahim olan ve kıyamet gününün sahibi olan Allah’a hamdolsun. Ey Muhammed, yine de ki: “Ancak sana kulluk eder ve ancak senden yardım dileriz.” şeklinde emrettiğini söylediğini rivayet etmiştir. Böylece bu okunuş şekline ihtiyaç kalmamıştır.
Ceza Günü: “Ceza günü” diye tercüme edilen “Yevmiddin” ifadesindeki “Din” kelimesinin mânâsı “Cezalandırma ve amellerin karşılığını verme” demektir. Şu âyet-i kerimelerde geçen “Din” kelimesi de bu anlamdadır.” Hayır, hayır doğrusu siz, dini yalanlıyorsunuz.” Yani, cezalandırılmayı yalanlıyorsunuz.
“Eğer cezalandınlmayacaksanız ve şayet sözünüzde sadıksaniz, o çıkmak üzere olan canı geri çevirsenize
Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Mes’ud, Katade ve İbn-i Ciireyc de buradaki “Din” kelimesinden maksadın, “Cezalandırma ve hesaba çekme” olduğunu söylemişlerdir. Abdullah b. Abbas’m şöyle dediği rivayet edilmiştir. “Yevmiddin” demek, “Yaratıkların hesaba çekildiği gün” demektir ki o da “Kıyamet günüdür.” Allah, o gün yaratıklara, yaptıkları amellerin karşılığını verecektir. Hayıra hayır, şerre de şer karşılığını verecektir. Ancak, affettikleri müstesnadır. Çünkü emir onundur.” Zira Allah teala şöyle buyurmuştur: “… İyi biliniz ki, yaratmak ve emretmek ona mahsustur…