TABERİ (RH.A)’NİN BAKIŞ AÇISIYLA NİSA SURESİ 121. VE 125. AYETLER
121- işte bunların varacakları yer cehennemdir. Orada kaçacak bir yer de bulamayacaklardır.
Şeytanın vesveselerine kanan ve vaadlerine inanan insanların, kıyamet gününde vanp kalacakları yer cehennemdir. Orada ebedi olarak kalacaklardır. Onlar kendilerini oradan kurtaracak bir kimse de bulamayacaklardır. Orayı başka bir yerle de değiştiremeyeceklerdir. [1][291]
122- İman edip salîh ameller işleyenleri ise altlarından ırmaklar akan cennetlere koyacağız. Orada ebedi olarak kalacaklardır. Allah bunu hak olarak vaad etmiştir. Allah’tan daha doğru sözlü kim vardır?
Allah’ı ve Resulünü tasdik eden”, Allah’ın birliğini ve elçisinin Peygamberliğini ikrar eden, Allah’ın farz kıldığı amelleri yerine getiren kimseleri, kıyamet gününde Allah’ın huzuruna varınca, dünyadayken yapmış oldukları amellerinin karşılığı olarak altlarından ırmaklar akan cennetlere koyacağız. Onlar orada ebedi olarak kalacaklardır. Bu, Allah’ın, dünyada onlara, gerçek ve kesin oîan bir vaadidir. Allah’ın vaadi, bir kısım kuruntular vaadeden şeytanın vaadi gibi yalan bir vaad değildir. Ey insanlar, Allah’tan daha doğru sözlü kim olabilir? O halde nasıl oluyor da Allah’ın size vaad ettiği şeylere ulaştıracak olan amelleri yapmıyorsunuz? Onu inkâra kalkışıyor, emrine muhalefet ediyorsunuz? Habluki sizler, hiçbir kimsenin, Allah’tan daha doğru söz söyleyemeyeceğini biliyorsunuz. Yine nasıl oluyor da şeytanın vaad ettiği bir kısım kuruntulara ulaşacağınız ümidiyle onun emrettiği şeyleri yapıyorsunuz? Halbuki sizler, şeytanın vaadlerinin, bir kısım aldatmalar, gerçek dışı şeyler olduğunu biliyorsunuz. Bununla birlikte Allah’ı bırakıp şeytanı dost ediniyor ve Allah’a itaat etmiyorsunuz?
Allah teala bu âyet-i kerimede, İslam çerçevesi dışında bulunan ve şeytanın aldatıcı kuruntularına kapılan müşriklere mukabil, iman edip güzel amel işleyenlerin varacakları mevki ve makamları belirtmekte ve bunun, kendi tarafından gerçek bir vaad olduğunu, buna mukabil şeytanın vaadlerinin ise aldatmalardan ibaret olduğunu beyan etmektedir. Böylece müminleri müjdelemektedir.
Âyet-i kerimede: “Allah’dan daha doğru sözlü kim vardır?” buyurulmak-tadır.
Peygamber efendimiz de, Allah’tan daha doğru söz söyleyecek hiçbir kimsenin bulunmadığım, hutbelerinin başında belirtir ve şöyle buyururdu:
“Allah kimi hidayete erdirirse onu saptıracak hiçbir kimse yoktur. Kimi de saptıracak olarsa onu da doğru yola iletecek kimse yoktur. Şüphesiz ki sözlerin en doğrusu Allah’ın kitabı, hidayet ve irşadın en güzeli de Muhammed’in hidayet ve irşadıdır. İşlerin en şerli olanı, dinde olmadığı halde sonradan icad edilenlerdir.B Sonradan icad edilen herşey bid’aîtir. Her bid’at da sapıklıktır. Her sapıklığa düşen ise cehennem ateşindedir. [2][292]
123- Durum ne sizin kuruntunuza ne de kitap ehlinin kuruntusuna göredir. Kim bir kötülük işlerse onun cezasını cehennemde görecektir. O, kendisine Allah’tan başka ne bir dost ne de bir yardımcı bulabilir.
Ey şeytanın dostları ve taraftarları, durum ne sizin arzunuza göre ne.de kitap ehlinin arzusuna göredir. Kim, büyük veya küçük bir kötülük işlerse Allah ona, cezasını verecektir. Ve o kendisi için Allah’tan başka, işlerini üzerine alacak ne bir dost ne de Allah’ın azabına karşı yardım edecek bir yardımcı bulabilecektir.
Müfessirler, âyette geçen: “Durum ne sizin kuruntunuza ne de kitap ehlinin kuruntusuna göredir.” ifadesindeki “Sizin” ve “Kitap ehlinin” kelimeleriyle kimlerin kasdedildiği hususunda farklı görüşler zikretmişlerdir:
a- Mesruk, Süddi, Dehhak, Abdullah b. Abbas ve Ebu Salih’e göre burada zikredilen “Sizin” kelimesinden maksat, müslümanlar, “Kitap ehlinin” ifadesinden maksat ise Yahudi, Hristiyan ve benzerleridir.
Bu âyetin izahında Mesruk diyor ki: “Müslümanlarla, ehl-i kitap, birbirleriyle münazara yaptılar. Müslümanlar: “Biz sizden daha doğni yoldayız.” dediler. Ehl-i kitap da: “Biz daha doğru yoldayız.” dediler. Bunun üzerine Allah tea-la: “Durum ne sizin kuruntunuza ne de kitap ehlinin kuruntusuna göredir. Kim bir kötülük işlese onun cezasını görecektir. O, kendisine Allah’tan başka ne bir dost ne de biryardımcı bulabilir.” âyetini indirdi. Bundan sonra kitap ehli olanlar, müslümanlara: “Biz sizinle eşitiz.” dediler. Bunun üzerine de “Erkek olsun kadın olsun, kim mümin olur da güzel amellerden işlerse işte onlar, cennete girerler. Zerre kadar da zulme uğratılmazlar.” [3][293]âyeti nazil oldu ve müminleri kitap ehline galip getirdi.
Abdullah b. Abbas da bu âyetin izahında şöyle demiştir: “Çeşitli dinlerden olan insanlar, kendi aralarında tartıştılar. Tevrata tabi olanlar dediler ki: “Bizim kitabımız diğer bütün kitaplardan daha hayırlıdır. Çünkü o, sizin kitapla-larınızdan daha Önce inmiştir. Peygamberimiz de Peygamberlerin en hayırhsı-dır..” İncile tabi olanlar da buna benzer sözler söylediler. Müslümanlar da: “Artık İslamdan başka din yoktur. Bizim kitabımız ondan Önceki he kitabı neshet-miştir. Peygamberimiz, Peygamberlerin sonuncudur. Sizler de bizler de sizin kitaplarınıza iman etmekle ve bizim kitabımızda amel etmekle emrolunduk.” dediler. Bunun üzerine Allah teala, aralarında hüküm verdi ve buyurdu ki: “Durum ne sizin kuruntunuz ne de kitap ehlinin kuruntusuna göredir. Kim, bir kötülük işlerse onun cezasını görecektir. “Böylece Allah teala dine uyan insanları serbest bıraktı ve buyurdu ki: “İyilik yaparak kendisini Allah’a teslim eden ve İbrahim’in hanif dinine tabi olandan, din bakımından daha iyi kim olabilir? Allah, ibrahim’i bir dost edinmişti. [4][294] âyetini indirdi.
b- Mücahid ve İbn-i Zeyd’den nakledilen diğer bir görüşe göre bu âyette zikredilen “Sizin” ifadesinden maksat, müşrikler, “Kitap ehli”nden maksat ise Yahudi ve Hristiyanlardır.
Bu hususta Mücahid şunları söylemiştir: “Müşrik olan Kureyşliler ve diğer Araplar: “Biz, Öldükten sonra diriltilmeyeceğiz ve azap görmeyeceğiz.” dediler. Yahudi ve Hristiyanla da “Cennete ancak Yahudi veya Hristiyan olanlar girecektir. Cehnnem ateşi bizlere ancak sayılı günlerde dokunacaktır.” dediler. Allah teala da bu âyeti indirdi ve buyurdu ki: “Durum ne sizin kuruntuzuna ne de kitap ehlinin kuruntusuna göredir. Kim bir kötülük işlerse onun cezasını görecektir.”
Bu hususta İbn-i Zeyd de şunları söylemiştir: “Yahudi olan Huyey b. Ah-tab, Mekke müşriklerini Resulullah’ın aleyhine kışkırtmak için oraya gitmiştir. Müşrikler ona: “Ey Huyey, sizler ehl-i kitapsınız biz mi daha hayırlıyız yoksa Muhammed ve arkadaşları mı?” Huyey: “Siz onlardan daha hayırlısınız.” dedi. İşte bu husus şu âyette ifade edilmektedir. “Kendilerine kitaptan bir pay verilenleri görmüyor musun? Onlar puta ve şeytana inanıyorlar ve inkâr edenlere “Bunlar, iman edenlerden daha doğru yoldadır.” diyorlar.” “Allah’ın lanet ettiği kimseler işte bunlardır. Allah kime lanet ederse artık sen ona bir yardımcı bulamazsın. [5][295] âyetlerini indirdi. Müşrikler hakkında da : “Durum ne sizin kuruntunuza ne de kitap ehlinin kuruntusuna göredir. Kim bir kötülük işlerse onun cezasını görecektir…” âyetini ve bundan sonra gelen âyeti indirdi.
c- Dehhak’tan nakledilen diğer bir görüşe göre burada zikredilen her iki grup insandan maksat da kitap ehlidir.
Taberi, bu görüşlerden, Mücahid’den nakledilen ikinci görüşün tercihe şayan olduğunu, burada zikredilen insanlardan maksadın, Kureyş müşrikleriyle kitap ehli olan kimseler olduklarını söylemiştir. Zira bundan önceki âyetlerde müslümanlarm kuruntuları zikredilmemiş, şeytanın taraftarlarının kuruntuları zikredilmiş ve şeytanın onlara: “Ben onları boş kuruntulara sokacağım.” dediği beyan edilmiştir. Bu nedenle bu âyetteki “Sizin kuruntunuz” ifadesinden maksat, “Siz, şeytana uyan Kureyş müşriklerinin kuruntularadır. Müslümanlann’ku-runtulan değildir. Çünkü bir âyeti, kendisinden önce geçen âyetlere uygun olarak tefsir etmek daha evladır. Aksine, bir âyeti, hakkında Kur’an’dan sünnetten ve müfessirlerin icmalanndan herhangi bir delil olmaksızın, kendisinden önce geçen âyetlere uygun olmayacak bir şekilde izah etmek isabetli değildir.
Allah teala bu âyet-i kerimede, müşriklerin kuruntularını ehl-i kitabın ku-nıntulanyla beraber zikretmiştir. Zira her iki fırkanın kuruntuları da şeytanın onlara verdiği kuruntulardır. Nitekim yüz on dokuzuncu âyette bu husus açıkça zikredilmiştir.
Âyet-i kerimenin devamında: “Kim bir kötülük işlerse onun cezasını görecektir.” buyurulmaktadir. Müfessirler burada zikredilen “Kim” ifadesinden, hangi insanların ve “Kötülük”ten de ne gibi bir kötülüğün kasdedildiği hususunda farklı görüşler zikretmişlerdir.
a- Übey b. Ka’b, Hz. Aişe ve Mücahid’den nakledilen diğer bir görüşe göre buradaki “Kim” ifadesinden maksat, mümin olsun kâfir olsun her günah işleyendir. “Kötülük”ten maksat ise büyük küçük hertürlü günahtır. Bu izaha göre her günah işleyen, işlediği günahın cezasını mutlaka görür. Bazılarının cezasını dünyada bazılarının da âhirette görmüş olabilir.
Bu hususta Rebi’ b. Zeyd diyor ki: “Ben, Übey b. Ka’b’dan, Allah teala-nm, “Kim bir kötülük işlerse onun cezasını görecektir.” âyetini sordum ve dedim ki: “Vallahi, eğer biz, işlediğimiz herşeyin cezasını göreceksek biz helak olduk demektir.” O da bana dedi ki: “Vallahi ben seni, şu anda gördüğümden daha anlayışlı sanıyordum. Herhangi bir kimseye isabet eden yaralanma ve ayak sürçmesi, işlediği bir günahtan dolayıdır. Allah’ın bağışlamayıp cezalandırdıkları ise bunlardan daha çoktur. Hatta (hayvanlar tarafından) ısırılma ve sıkıntıya düşme de bu günahların cezalarındandır.”
Hz. Aişe de bu âyette zikredilen her kötülüğün cezasının verileceği hükmünün, dünyada gerçekleşeceğini, kulun, dünyada başına gelen musibetlerin, kötülüklerinin bir cezası olduğunu söylemiştir.
b- Hasan-i Basri, ibn-i Zeyd ve Dehhak’tan nakledilen diğer bir görüşe göre âyetin bu bölümünde zikredilen “Kim” ifadesinden maksat, Yahudi, Hristiyan, ateşperest ve Arap müşrikleri gibi kâfirlerdir. “Kötülük”ten maksat ise kâfirlerin yaptıkları kötülüklerdir. Bu görüşte olanlara göre Allah teala, mümin olduğu halde günah işleyenlerin günahlarını bağışlayabileceğim vaad etmiş, kâfirlerin, herhangi bir günah işlemeleri halinde ise bağışlanmayacaklarını ve mutlaka cezasını göreceklerini bu âyetle bildirmiştir.
c- Abdullah b. Abbas ve Said b. Cübeyr’den nakledilen diğer bir görüşe göre ise bu âyette zikredilen “Kim” ifadesinden maksat, müşrikler “Kötülük” ifadesinden maksat ise, Allah’a oıtak koşmaktır.
Taberi diyor ki: “Bu görüşlerden tercihe şayan olan, Übey b. Ka’b ve Hz. Aişe’den nakledilen birinci görüştür. Yani âyetin bu bölümünde zikredilen “Kim” ifadesinden maksat, günah işleyen herhangi bir insan, “Kötülük”ten maksat ise büyük küçük herhangi bir günahtır. Zira âyet genel bir ifade kullanmıştır. Bu ifadeyi, âyet ve hadisten harhangi bir delil bulunmaksızın özel bir mânâda yorumlamak isabetli değildir.
Taberi sözlerine devamla diyor ki: “Eğer denilecek olursa ki “Sizlerin bu âyeti, “Herhangi bir kul, herhangi bir kötülük yapacak olursa onun cezasını mutlaka görür.” şeklinde izah etmeniz karşılığında “Eğer yasaklandığınız büyük günahlardan kaçınırsanız kötülüklerinizi öner sizi güze! bir makama koyarız. [6][296] âyetinin hükmü ne olacaktır? Allah tealanm, affedeceğini vaad ettiği bir kötülüğün cezasını vereceği nasıl düşünülebilir?” Cevaben denilir ki: “Allah te-alanın “Kötülüklerinizi örteriz.” buyurması, onları cezalandırmayacağız anlamına gelmez. Allah teala bu ifadesi ile kıyamette müşrikleri, işledikleri günahlardan dolayı rezil ve riisvay ettiği halde müminleri kötülüklerinden dolayı rüsvay etmeyeceğini beyan etmiştir. Müminleri.işledikleri bu gibi günahlarından dolayı affetmesi ve onları cennetine kavuşturması için dünyada iken bu kötülüklerinden dolayı onlara bir kısım musibetler vermesi işte bu kötülükleri örtmesi ve sil-mesidir. Nitekim Resulullahtan, âyetin bu şekilde izah edilmesine işaret eden bir çok hadis-i şerifler zikredilmiştir. Ebu Hureyre (r.a.) diyor ki:
“Kim bir kötülük işlerse onun cezasını görecektir.” âyeti inince bunun hükmü müslümaniara ağır geldi. Bu hususu Resulullah’a açtılar. Resulullah da “Amellerinizi, emredildiğiniz gibi yapmaya yaklaştırın. Onları tam yapmaya çalışın (ve bilin ki) müminin başına gelen her felaket onun günahlarının bir keffaretidir. Hatta ayağına dokunan bir şey, kendisine batan bir diken dahi bundandı” [7][297]
Hz. Ebubekir diyor ki:
“Ben, Resulullah’m yanında bulunuyordum. Ona “Kim bir kötülük işlerse onun cezasını görecektir. O kendisine Allah’tan başka ne bir dost ne de bir yardımcı bulabilir.” âyeti nazil oldu. Bunun üzerine Resulullah bana buyurdu ki: “Ey Ebubekir, bana inen bir âyeti sana okuyayım mı?” dedim ki: “Evet ya Resulullah.” Bunun üzerine Resulullah onu bana okudu. Ben o anda sanki belimin kırıldığını hissettim ve bundan (bu âyetten) dolayı sıkıntıya düştüm. Resulullah “Ey Ebubekir, ne oluyor sana?” dedi. Dedim ki: “Ey Allah’ın Resulü, babam anam sana feda olsun. Hangimiz kötü amel işlemiyoruz ki? Bu âyette de yaptıklarımızdan dolayı cezalandırılacağımız beyan ediliyor. (Her kötü amelimizden dolayı cezalandırılacağımıza göre halimiz ne olacaktır?) Bunun üzerine Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Ey Ebubekir sen, (ve diğer müminler) yaptıklarınızın cezasını dünyada göreceksiniz ki rabbinizin huzuruna günahsız çakısınız. Diğer insanların ise, kötülüklerinin cezası biriktirilir ki kıyamet gününde onun cezasını görsünler. [8][298]
Hz. Aişedediyorki: “Dedim ki: “Ben Allah’ın kitabında hangi âyetin daha şiddetli olduğunu biliyorum.” Resulullah da bana dedi ki “O, hangi ayettir?” Ben de dedim ki: “O, Kim bir kötülük işlerse onun cezasını görecektir.” âyetidir.” Bunun üzerine Resulullah buyurdu ki “Mümin kul, dünyada iken yaptığı amellerin en kötüsüyle cezalandırılır.” Sonra Resulullah, bu cezalardan bazılarını zikretti. Hastalık ve yorgunluk da bunlardandır. Resulullah’m zikrettiği cezalardan en sonuncusu da, kişinin ayağına bir şeyin dokunmasıydı. Resulullah buyurdu ki: “İşte bütün bunlar, kulun yaptığı amelin cezasıdır. Ey Aişe, kıyamet gününde hesaba çekilecek hiçbir kimse yoktur ki ona azap edilmiş olmasın.” Ben de dedim ki: “Allah teala âyetlerinde “Amel defteri sağından verilen , kolay bir hesaba çekilecektir. Ailesine sevinçle dönecektir. [9][299] buyunnuyor mu? Resulullah da buyurdu ki: “Buradaki hesap sadece yapılan amelleri göstermektir. Kim hesaba çekilmede incelenecek olursa mutlaka azap görür. Resulullah, incelemeyi izah ederken parmağıyla elinin içine dürtmüş ve yeri eşeler gibi yapmıştır.” [10][300]
124- Erkek olsun kadın olsun, kim mümin olur da güzel amellerden işlerse, işte onlar cennete girerler. Zerre kadar da zulme uğratılmazlar.
Ey müşrikler, durum sizin ve kitap ehlinin, kuruntuları gibi değildir. Cennete, sizler girmeyeceksiniz, oraya ancak, erkek olsun kadın olsun bana iman eden, birliğimi kabul eden, Peygamberim Muhammed’i ve onun, benim katımdan getirdiklerini tasdik eden, bunlarla birlikte salih amel işleyenler, işte bunlar, cennete gireceklerdir. Allah,iman edip salih amel İşleyen bu kullarına hurma çe-kirdiğinin üzerindeki oyuk kadar dahi zulmetmeyecektir. Yani, Allah onlara, yaptıkları amellerinin karşılığını tam olarak verecektir.
*Süddi bu âyetin izahında şöyle demiştir: “İman etme, ancak salih amellerle, müslüman olma da ancak iyiliklerde bulunma ile kabul edilmiştir. Yani kişinin, sadece “Ben müminim” veya “Müslümamm” demesi yeterli değildir. Ayrıca salih ameller işlemesi gerekir.
Taberi diyor ki: “Eğer denilecek olursa ki “Niçin âyet-i kerimede “Kim salih ameller işlerse” denilmiyor da amel kelimesine “Den” takısı eklenerek “Salih amellerden” deniliyor? Cevaben denilir ki: “Bunun izahında İki yon vardır.
Birincisi şudur: Allah teala mümin kullarının bütün salih amelleri işlemeye gücünün yetmeyeceğini bildiğinden, mümin kullarının, salih amelden bazılarını işleyenleri de vaadinden mahrum etmek istememiştir.
İkinci izah ise şudur: Allah teala büyük günahlardan kaçınıp farz kıldığı amelleri yerine getiren kullarına, görevlerinin bazılarında kusur etseler de onlra olan vaadlerini gerçekleştireceğini beyan etmiştir. Bu da Allah tealadan mümin kullarına bir lütuftur. Zira, Allah’ın iman ehline karşı müsamahakâr olması, onun şanına daha layıktır. [11][301]
125- İyilik yaparak, kendisini Allah’a teslim eden ve İbrahim’in Ha-nif dinine tabi olandan, din bakımından daha iyi kim olabilir? Allah İbrahim’i bir dost edinmişti.
Allah’ın emirlerini tutup yasaklarından kaçınarak ona itaat edip boyun eğenden ve hakka yönelen İbrahim’in dinine tabi olandan daha güzel din sahibi kim olabilir? İbrahim’in samimiyetinden ve Allah’ı sevmesinden, Allah’ın da ondan razı olmasından dolayı Allah onu dost edinmiştir.
Bu âyet-i kerime, müslümanlann, diğer semavi din sahiplerinden daha üstün olduklarını beyan etmektedir. Çünkü müslümanlar, Allah tarafından gönderilen ve hiçbir değişikliğe uğramayan ilahi din üzeredirler. O da Hz. İbrahim’in de dini olan Hanif dinidir.
Âyet-i kerimede “Allah, İbrahim’i bir dost edinmişti” buyurulmaktadır. Burada zikredilen “Dostluk”tan maksat, şöyle izah edilmiştir: “Hz. İbrahim’in dostluğu, insanlara Allah nzası için düşman olması, Allah rızası için buğuz etmesi yine onlan Allah rızası için dost edinmesi ve Allah rızası için sevmesidir. Yani, insanlarla olan münasebetlerini Allah’ın rızasına göre tanzim etmesidir. Allah tealanın, Hz. İbrahim’i dost edinmesi ise, onun, İbrahim’e kötülük yapan Nemrut gibi kimselere karşı yardım etmesi, onu kendisinden sonra gelen salih kullarına önder yapması ve itaatte rehber yapmasıdır.
Bir kısım âlimler, Hz. İbrahim’in “Allah’ın dostu” diye adlandırılmasının sebebi olarak şunu zikretmişlerdir: “Hz. İbrahim, ailesine yiyecek temin etmek için Musul veya Mısır halkından bir kişiden yiyecek maddeleri istemiş o kişi Hz. İbrahim’in ihtiyacını karşılamamıştır. Bunun üzerine Hz. İb.rahim evine dönerek, ailesini üzmemek için çuvallara kum doldurarak evine dönmüş ve gece yatıp uyumuştur, çuvallarda bulunan kumlar Allah tarafından una dönüştürülmüş, Hz. İbrahim’in ailesi çuvalları açınca onların un ile dolu olduklarını görmüşler ve ondan ekmek yapmışlardır. Hz. İbrahim uyanınca ailesine, ekmekleri nasıl yaptıklarını sormuş onlar da: “Dostundan getirdiğin undan yaptık” demişlerdir. Hz. İbrahim meseleyi anlamış ve “Evet, o benim dostum Allah’tandır.” demiştir. İşte bu sebeple Allah, Hz. İbrahim’e Allah dostu” unvanını vermiştir. [12][302]