TABERİ (RH.A)’NİN BAKIŞ AÇISIYLA NİSA SURESİ 146. VE 151. AYETLER
146- Tcvbc edenler, kendilerini düzeltenler, Allah’ın emirlerine sımsıkı sarılanlar ve Allah için dinlerine ihlasla bağlananlar müstesna, işte bunlar, müminlerle beraberdirler. Allah, müminlere büyük bir mükâfaat verecektir.
Ancak Allah’ın birliğini, Peygamberinin doğruluğunu ve onun Allah katından getirdiği şeyleri tasdik edip münafıklığından vazgeçerek tevbe edenler, Allah’ın, kendilerine emrettiği şeyleri yapıp, yasakladığı şeylerden vazgeçerek kendilerini düzeltenler, Allah’a vermiş oldukları iman etme sözüne sımsıkı sarılanlar ve dinlerinin gereği olarak amellerini, insanlara gösteriş için değil sadece Allah için yapanlar müstesnadır. İşte bunlar, müminlerle beraber cennettedirler. Münafıklarla birlikte cehennemin en alt tabakasında değildirler. Yakında Allah, müminlere, iman etmelerine mukabil büyük bir mükâfaat verecektir.
Yani Allah, ikiyüzlülüklerine karşı münafıkları cehennemin en alt tabakasına koyduğu gibi müminleri de cennetin en yüce derecelerine erdirecektir. [1][335]
147- Eğer şükreder ve iman ederseniz Allah sîze niye azab etsin ki? Allah, şükredcnlcrin mükafaatım veren ve herşeyi bilendir.
Ey münafıklar, şayet Allah’a tevbe eder, hakka yönelir, size vermiş olduğu nimetlere karşı şükreder ve tevhid inancına dönüp iman ederseniz artık Allah size niçin azab etsin ki? Allah’ın sizleri, cehennemin en alt derecesine koymaya ihtiyacı yoktur. Zira size azab etmek, Allah’a ne zarar ne de fayda getirir. Onun, yaratıklarına venniş olduğu cezanın sebebi, kendisine karşı haddi aşmak ve onu tanımamaktır. Allah, böyle olanlara haddini bildirir. [2][336]
148- Allah, kötü sözün açıkça söylenmesini sevmez. Zulme uğrayan müstesnadır. Allah, herşeyi çok iyi işiten ve çok iyi bilendir.
MüfessirIer bu âyet-i kerimeyi farklı kıraat şekillerine göre farklı şekillerde izah etmişlerdir:
1- Bazı kurralar bu âyetteki kelimesi “Zulime” şeklinde okumuşlardır. Bu kıraata göre âyet-i kerimeye’şu
şekillerde mânâ verilmiştir:
a- Abdullah b. Abbas, Katade ve Hasan-ı Basri’ye göre âyetin izahı şöyledir: Allah, bir kimsenin aleyhine açıktan beddua yapılmasını sevmez. Ancak kendisine zulmedilmiş olan kimse müstesnadır. O, zulmedenin aleyhine açıkça bedduada bulunabilir.
b- Mücahid’e göre ise âyetin izahı şöyledir: Allah, kimsenin açıktan kötü söz söylemesini sevmez. Ancak zulmedilen kimse müstesnadır. Kendisine zulmedilen kimse, zulmedinin yaptığı kötülükleri açıkça söyleyebilir.
c- Mücahid’den nakledilen başka bir görüşe göre burada zulme uğrayandan maksat, ev sahibi tarafından gereği gibi ağırlanmayan misafirdir. Kişi, misafir olduğu yerden ayrıldıktan sonra “Bu adam beni iyi misafir etmedi.” der. Kötü sözün açıkça söylenmesi de işte budur. Zulme uğrayan da bu misafirdir. Misafirin, kendisine ev sahibi tarafından iyi muamele yapılmadığını söylemesi caizdir.
Ukbe b. Âmir diyor ki: “Dedik ki:
Ey Allah’ın Resulü, sen bizi bir yere gönderiyorsun, bazı kavimlere misafir olmak istiyoruz onlar bizi misafir etmiyorlar. Bu hususta ne buyuruyorsunuz? Peygamber efendimiz şu cevabı verdi: “Siz bir topluluğa misafir olursunuz da onlar da size, misafire layık olacak şekilde davranırlarsa siz onlardan bunu kabul edin. Şayet bunu yapmazlarsa onlardan, misafirin hakkı olanı alın. [3][337]
d- Süddi’ye göre ise bu âyetin izahı şöyledir: Allah, kötü sözün açıktan söylenmesini sevmez. Ancak zulme uğrayanın hakkını alması ve zulmü durdurması müstesnadır.
2- Diğer bir kısım kurralar ise kelimesini “Zaleme” şekline okumuşlardır. İbn. Zeyd bu kıraat şeklini esas alarak âyeti şöyle izah etmiştir: “Allah, kötü süzün açıkça söylenmesini sevmez. Ancak zulmeden kimse yani münafık bu hükmün dışındadır. Onun aleyhine, münafıklığından vazgeçinceye kadar açıkça kötü söz söylemek caizdir. Yani herhangi bir kimse bir münafıkm aleyhine “Sen münafıksın, sen şöyle ve şöyle yaptın.” diyemez. Ancak münafıklığından vazgeçmeyen ve böylece zalim olan münafıklar için bunları söyleyebilir.
İbn-i Zeyd diyor ki: “Allah teala bundan önceki âyetlerde, münafıkların, cehennemin en alt tabakalarında olduklarını bildirdikten ve iman edenlere azab etmeye itiyaci olmadığını beyan ettikten sonra bu âyette de herhangi bir kimse aleyhine açıkça kötü bir söz söylenmesini sevmediğini beyan etmiş ancak münafık olarak zalim olanları istisna etmiştir. İbn-i Zeyd, Übey b. Ka’b’ın, âyet-i kerimenin bu bölümünü bu şekilde okuduğunu ve âyeti böylece İzah ettiğini
söylemiştir.
Taberi, birinci kıraat şeklinin, çoğunluğun kıraat şekli olması, ikinci kıraat şeklinin ise şaz bir kıraat olması dolayısıyla birinci kıraat şeklini terci ettiğini söylemiş, âyetin şu şekilde izahının da daha doğru olacağını zikretmiştir: “Ey insanlar, Allah, herhangi bir kimsenin, başka birine açıkça kötü söz söylemesini sevmez. Ancak kendisine zulmedilmiş olan kimse bundan müstesnadır. Onun, kendisine yapılan kötülüğü açıkça söylemesinde bir mahzur yoktur.”
Taberi diyor ki: “Âyet bu şekilde genel olarak izah edildiği takdirde yukarıda zikredilen görüşlerin tümü âyetin kapsamına girmiş olur. Zira misafir edilmeyen veya malında yahut canında bir haksızlığa uğrayan kimsenin, gördüğü haksızlıkları açıkça söylemesi veya haksızlık yapanın aleyhine açıkça bedduada bulunup Allah’ın yardımını istemesi, haksızlığa uğrayanın gördüğü kötülükleri açıkça söylemesidir. Âyet-i kerime de bunu ifade etmektedir.
Âyet-i kerimenin sonunda: “Allah herşeyi çok iyi işiten ve çok iyi bilendir.” buyurulmaktadır. Bu ifadeden maksat, “Allah, kimlerin kimler için açıkça kötü söz söylendiğini işiten, kimlerin de kimler hakkında açıkça kötü söz söylemeyip gizlediğini bilendir. Herkese işlediği amelin karşılığını verecektir, İyilik yapana iyiliğinin, kötülük yapana da kötülüğünün karşılığını verecektir. [4][338]
149- Bir hayırı açıklar yahut gizler veya bir kötülüğü affederseniz şüphesiz ki Allah, çok affeden ve herşeye gücü yetendir.
Ey insanlar, şayet sizler, bir kimsenin size yaptığı iyiliği açığa vurur ve ona teşekkür eder veya gizlerseniz yaiıut size kötülük yapanı affeder onu açıkça söylemezseniz şüphesiz ki bu davranışınız sizi Allah’a yaklaştırır ve onun katındaki sevabınızı artırır, Çünkü cezalandırmaya gücü yettiği halde affetmek, Allah’ın sıfatîanndandır. Allah, kullarından, böyle davrananlar» sever. Zira Allah, çok affeden ve herşeye gücü yetendir. [5][339]
150—151 – Allah’ı ve Peygamberini inkâr edenler, Allah ve Peygamberleri arasında ayrılık gözetenler, “Onların bir kısmına inanır bir kısmını inkâr ederiz.” diyerek ikisi arasında bir yol tutmak isteyenler, işte onlar, gerçekten kâfir olanlardır. Biz, kâfirler için alçaltıcı bir azap hazirlamışız-dır.
Allah’ı ve Peygamberini inkâr eden Yahudi ve Hristiyanlar, Peygamberin, Allah’a karşı yalan söylediğini iddia ederek Allah ve Peygamberi arasında ayrılık gözetenler, Yahudilerin Musa’yı tasdik etip İsa ve Muhammed’i yalanlamaları, Hristiyanların da İsa’yı ve ondan önceki Peygamberleri tasdik edip Muhammed’i yalanladıkları gibi “Biz, Peygamberlerin bir kısmına iman eder, diğerlerini inkâr ederiz.” diyenler ve hidayetle sapıklık ortasında bir yol icad etmek isteyenler yok mu? İşte onlar, gerçekten kâfirlerin ta kendileridir. Çünkü Peygamberlerin bir kısmını tasdik edip diğerlerini yi ani ayanlar, Allah’ı yalanlamış olurlar. Ve dolayısıyla inkâra düşerler. Biz, inkarcılar için hor ve hakir düşüren bir azap hazırladık.
Bu âyetin izahında Katade diyor ki: “Bu âyette zikredilenler, Allah düşmanı Yahudi ve Hristiyanlardir. Yahudiler Tevrat’a ve Musa’ya iman etmiş, İncil’i ve İsa’yı inkâr etmişlerdir. Hristiyanlar da İncil’e ve İsa’ya iman etmiş Kur’an’ı ve Hz. Muhammed’i inkâr etmişlerdir. Yahudiler Yahudiliği, Hristiyanlar da Hristiyanlığı din edinmişlerdir. Halbuki bu iki din de bu halleriyle Allah tarafından gönderilmiş değillerdir. Sonradan icad edilmiş bid’atlardır. Bu Yahudi ve Hristiyanlar, Allah’ın bütün Peygamberlerine göndermiş olduğu hak din İslamı terkettiler. [6][340]