TABERİ (RH.A)’NİN BAKIŞ AÇISIYLA TEVBE SURESİ 101. VE 105. AYETLER

101- Çevrenizdeki Bedevilerden münafıklar olduğu gibi, bizzat Medine halkından da münafıklığı huy edinenler vardır. Ey Peygamber onları sen bilmezsin, biz biliriz. Yakında onlara iki defa azap edeceğiz. Sonra da büyük bir azaba uğratılacaklardır.
Medine’nin çevresinde bulunan Bedevilerden münafıklar olduğu gibi bizzat Medine halkından da münafıklığı âdet edinen ve onu sürdüren kimseler de vardır.Bunlar, münafıklıkta devam ederler, tevbe edip ondan vaz geçmezler. Ey Muhammed.sen Bedevilerden ve Medine halkkından olan bu münafıktan bilmezsin. Bunlann kimler olduklarını ancak bizler biliriz. Biz onlan, dünyada iken, rezil etme, aç bırakma, müslümanlann eliyle öldürme, kalblerine korku salma, felaketlere uğratma, îslamî cezalan uygulama, kendilerini kızdırma gibi azaba ve kabir azabına uğratacağız. Sonra da âhirette büyük bir azap olan cehennem azabına götürüleceklerdir.
Âyet-i kerimede münafıklann, Resulullah tarafından bilinmeyecekleri ancak A*lah tarafından bilinecekleri beyan edilmektedir. Bu hususta Katade diyor ki: “Ne oluyor bir takım insanlara ki, kendilerini bazı insanlann ne olacaklannı bilmeye zorlarlar. “Falan cennetliktir” “Filan cehennemliktir.” derler. Bunlardan birine, kendisinin ne olacağım sorduğunda ise “Bilemiyorum” der. Yemin olsun ki sen, kendi amelini diğer insanların amelinden daha iyi bilirsin. Sen başkalan-nın ne olacağım bileceğini iddia etmenle senden önceki Peygamberlerin dahi kendilerini zorlamadıkları bir şeye kendini zorlamış oluyorsun. Çünkü Hz. Nuh, kendisine tabi olan kimseler hakkında şöyle demiştir. “Onların ne yaptıklarını ben ne bileyim? [1][154] Hz. Şuayb da, kavmi için şöyle demiştir: “Eğer iman ediyorsanız, Allahın geriye bıraktığı şey sizin için daha hayırlıdır. Ben sizin üzerinize bekçi değilim.’[2][155]
Allah teala bu âyette de Resulullaha, “Onlan sen bilmezsin, biz biliriz.” buyurmuştur.
Ayet-i kerime’de “Yakında onlara iki defa azap edeceğiz. Sonra da büyük bir azaba uğratılacaklardır.” Duyurulmaktadır.
Müfessirler, âyetin sonunda zikredilen “Büyük azap”tan maksadın, Cehennem azabı olduğu hakkında” ittifak etmişler, ondan önce zikredilen “İki azap”tan neyin kastedildiği hususunda ise farklı görüşler zikretmiş]erdir. Bu iki azap’tan birinin, kabir azabı olduğu, Abdullah b. Abbas, Ebu Malik, Mücahid, Katade, Hasan-ı Basri, İbn-i Cüreyc ve İbn-i İshak’tan nakledilmiştir. Bunun, öldürülme ve cehennemde yapılan ilk azap olduğunu söyleyenler de vardır.
Bu iki azap’tan bir diğerinin hangi azap olduğu hususunda birçok görüş zikredilmiştir.
Abdullah b. Abbas ve Ebu Malik’e göre bu azap’tan maksat, münafıklann, isimleriyle belirtilerek rüsvay edilmeleridir. Bu hususta Abdullah b. Abbas demiştir ki: “Resulullah, bir Cuma günü hutbe okuyordu. Hutbesinde: “Ey filan çık dışarı çünkü sen münafıksın. Ey filan çık dışan çünkü sen münafıksın” buyurdu. Münafıklardan bazı insanları mescitten çıkardı, onları rezil etti. Onlar mescitten çıkarken Ömerle karşılaştılar. Ömer, Cumaya yetişemediğinden utanarak onlardan gizlendi. Çünkü o, insanların, Cumayı kılıp dağıldıklarını zannetmişti. Münafıklar da, ömerin, durumlarını bileceğinden utanarak onlar da ondan gizlendiler. Çünkü onlar, Ömerin, onların halini bildiğini zannetmişlerdi. Ömer gelip mescide girdi. Bir de ne görsün, insanlar henüz namaz kılmamışlar. Müslümanlardan bir adam ona: “Müjde ey Ömer, Allah bugün münafıkları açığa çıkanp rezil etti.” dedi. İşte münafıkların gördükleri ilk azap bu idi. İkinci azap ise kabir azabı’dır.
Mücahid ve Ebu Malikten nakledilen ikinci bir görüşe göre bu iki azaptan biri de “Açhk”tır. Yahyaya göre, kalblerine giren korkudur. Katade, Hasan-ı Basri ve İbn-i Cüreyce göre dünyada görecekleri herhangi bir azap’tır. Bu azap dünyada yakalancakları herhangibir hastalık olabilir. Nitekim peygamber efendimiz, Huzeyfetül Yeman’a, sahabilerinden on iki kişinin münafık olduklarını, bunlardan bazılarının yakalanarak öleceklerini beyan etmiştir.
Ammar b. Yâsir diyor ki:
“Huzeyfe bana ResuluIIahm şöyle buyurduğunu haber verdi: “Sahabileri-min içinde on iki münafık vardır. Onlardan sekizi, deve iğnenin deliğinden geçmedikçe cennete girmeyeceklerdir. Bu sekiz kişiden cehennem ateşinden kaynaklanan ve omuzlarında görünüp göğüslerinde dahi kendisini gösteren çıbanlar çıkacak. Seni onların şerrinden kurtaracaktır. [3][156]
Taberinin rivayetinde, bu on iki kişiden altısının, zikredilen bu çıbanla öl–çekleri, altısının da nonnal ölümde ölecekleri rivayet edilmektedir.
Katade devamla diyor ki: “Bize anlatıldığına göre Ömer b. eMlattab (r.a.) bu on iki kişiden birisi olduğunu zannettiği kişilerden biri ölünce Huzeyfe bakarmış, o onun cenaze namazını kılarsa Ömer’de kılarrmş, yoksa kalmazmış. Yine bize anlatıldığına göre Ömer, Huzeyfeye şöyle demiştir: “Allah hakkı için söyle bana ben de onlardan mıyım?” Huzeyfe’de demiştir ki: “Allah’a yemin olsun ki, sen onlardan değilsin. Ancak senin dışında herhangibir kimsenin nifaktan uzak olduğuna garantim yoktur.”
İbn-i Zeyde göre ise, münafıkların, dünyada görecekleri azaplardan birinden maksat, onların, mallanna ve evlatlarına gelen felaketlerdir. Nitekim bu hususta Allah teala “Onların mallan ve çocukları seni imrendirmesin. Allah, bunlarla dünya hayatında onlara azap etmeyi diler. [4][157]buyurmuştur.
Abdullah b. Abbas’tan nakledilen diğer bîr görüşe göre, dünyadaki bu azaptan maksat, İslam ceza hukukunun kendilerine tatbik edilmesidir.
Hasan-ı Basriye göre kendilerinden zekât alınmasıdır. İbn-i İshaka göre ise, kalblerine kızgınlık ve öfkelerin sokulmasıdır.
Taberi diyor ki: “Bana göre doğru olan söz Şudur” Allah teala, bu münafıklara iki kere azap edeceğini bildirmiş ancak bu azapların neler olacağına dair-bize herhangi bir delil vermemiştir. Bu azapların Yukarıda zikredilenlerden bazılarının olması mümkündür. Ancak, âyetin sonunda, münafıkların büyük bir azaba uğratılacakları beyan edildiğinden bundan önce zikredilen iki azabın dünyada görüleceği ortaya çıkmaktadır. Dünyada görülecek bu azaplardan birinin de kabir azabı olması büyük bir ihtimaldir. [5][158]
102- Günahlarını itiraf eden diğerleri de vardır. Bunlar, kötü amelle iyi ameli birbirine karıştırdılar. Umulur ki Allah, onların tevbelerini kabul cdcr.Çünkü Allah, çok bağışlayan ve çok merhamet edendir.
Medine halkından, nifak üzere devam edenler bulunduğu gibi onlardan, günahlarını itiraf edenler de vardır. Bunlar, Resulullah ile birlikte cihada çıkmama kötü amellerini, günahlarından tevbe etme iyi amellerine karıştırmışlardır. Allah bunların tevbelerini kabul edecektir. Zira Allah,kullanm çokça affeden ve çok merhametli davranandır.
Âyet-i kerime’de geçen ve “Umulur ki” diye tercüme edilen ( , kelimesi, Allah teala için kullanıldığında “Muhakkak ki” manasını ifade eder. Bu nedenle âyette zikredilen kimselerin günahlarının affedileceği vaadedilmiştir.
Haccac b. Ebi Zî’b diyorki: “Ben Ebu Osman’ın şöyle söylediğini işittim”, “Bana göre Kur’anda bu ümmet için bu âyetten daha fazla ümit veren bir ayet yoktur.”
Semüre b. Cündeb, Resulullahın, bu âyetin izahında şunları buyurduğunu rivayet edmi§tir:
“Bu gece rüyamda bana iki kimse geldi .Beni alıp altın ve gümüş kerpiçlerden yapılmış bir şehre götürdüler. Bizi, vücutlarının yansı gözle görebileceğin en güzel bir şekilde diğer bir yansı da yine gözle görebileceğin en çirkin şekilde olan adamlar karşıladı. O iki kimse o adamlara dediler ki; “Gidin, kendinizi şu nehire atın.” Onlar da gidip kendilerini o nehre attılar. Sonra dönüp bize geldiler. Onlarda olan o kötü durum gitmişti. Onlar, en güzel bir sekile girmişlerdi. O iki kişi bana dediler ki: “İşte bu, Adn cennetidir. Şu da senin makamındır.” Yine dediler ki: “Yanlan güzel, diğer yarılan çirkinolan o insanlara gelince onlar, salih amellerine kötü ameleri katanlardır. Allah onlannkusurlanni ba-ğışladı. [6][159]
Müfessirler, bu âyet,i kerimenin kimler hakkında indiği hususunda çeşitli görüşler zikretmişlerdir.
a- Abdullahb. Abbas’a göre bu âyet, içlerinde Ebu Lübabe’nin de bulunduğu on kişi hakkında nazi! olmuştur. Bunlar, Tebük seferinde Resululİaha katılmayıp geride kalmışlardır. Ebu Lübabe dahil, bunlardan yedi tanesi, yaptıkla-nna pişman olarak kendilerini, mescid-i Nebevi’nin direklerine bağlamışlardır.
Resulullah savaştan dönüp kendilerini affedip çözmedikçe kendi kendilerini çözmeyeceklerine yemin etmişlerdir. Resulullah dönünce bunların niçin böyle yaptıklarım sormuş, durumları ona anlatılmıştır. Resuluîlah da: “Allah onların özürlerini kabul etmedikçe ben de kabul etmeyeceğim ve onlan çözmeyeceğim. Çünkü pnlar, benim emrimden yüz çevirdiler, müslümanlarla savaşa çıkmayıp geride kaldılar.” buyurmuş onlar da “Allah bizi çözmedikçe biz de kendimizi çözmeyeceğiz” diye yemin etmişler nihayet bu âyet inmiş, onlann tevbelerinin kabul edildiği beyan edilmiş Resulullah da onlan serbest bırakmış ve özürlerini kabul etmiştir.
b- Abdullah b. Abbastan nakledilen diğer bir görüşe göre bunlar altı kişidir, Ebu Lübabe, dahil üçü, kendilerini mescidin direklerine bağlamışlardır.
c- Zeyd b. Eslem’e göre bunlar sekiz kişidir.Kendilerini direğe bağlayanlar, Kerdem, Mirdas ve Ebu Lübabe’dir. Said b. Cübeyre göre de bunlar, Hilal, Ebu Lübabe, Kerdem, Mirdas ve Ebu Kays’dır.
d- Katadeye göre bunlar yedi kişidir. Salih amel ile kötü antetleri birbirine kanştıranlar bunlardan dördü’dür. Bunlar da Cedd b. Kays, Ebu Lübabe, Haram ve Evs’dir.
e- Mücahidden nakledilen başka bir görüşe göre bu âyeti kerime yalnız Ebu Lübabe hakkında inmiştir. Ebu Lübabe, muhasara altında bulunan Kureyza oğlu Yahudilerinin yanından geçerken eliyle bağazına işaret etmiş, Sa’d b. Mua-zın hakemliğini kabul etmeleri halinde kesileceklerini anlatmak istemiştir Bunun üzerine Ebu Lübabe, kendisini mescidin direklerinden birine bağlamış, tev-besi kabul edilinceye kadar kendisini çözmeyeceğine yemin etmiştir. Bu âyet-i . kerime inmiş, Ebu Lübabe’nin tevbesinin kabul edildiğini bildirmiştir.
f- Zühriye göre ise bu âyeti kerime sadece Ebu Lübabe hakkında nazil olmuştur amma, Kureyza oğlu Yahudilerinin hadisesinden dolayı değil Tebük savaşına katılmamasından dolayı nazil olmuştur.
Taberi diyorki: “Bu âyetin nüzul sebebi hakkında doğru olan görüş şudurO “Bu âyet, Resulullahın Tebük seferinde çıktığı zaman, onunla beraber cihada çıkmayan ve geride kalan bir topluluk hakkında nazil olmuştur. Bunlardan biri de Ebu Lübabe’dir. Bu âyetin, yalnız Ebu Lübabe hakkında indiğini söylemek doğru değildir. Zira âyette, “Günahlarını itiraf eden diğerleri de vardır.” Duyurulmakta ve günahlannı itiraf edenlerin çok kimseler olduğu beyan edilmektedir. Nitekim, sîret âlimleri de bunun, Tebük seferinden geri kalan bir top-lulukhakkında nazil olduğunu rivayet etmiştir. [7][160]
103- Ey Peygamber, onların mallarından sadaka al ki bununla onları manevî kirlerden temizlemiş ve derecelerini yüceltmiş olasın. Onlara dua et. Çünkü senin duan onlar için bir huzur kaynağıdır. Allah, her şeyi çok iyi işiten ve çok iyi bilendir.
Peygamber efedimiz (s.a.v.) zekâtım getirip teslim edene hayır duada bulunurdur. Abdullah b. Ebi Evfa diyor ki:
“Bir kimse zeâktını Resulullaha getirdiğinde onun Resuiullah onlara dua ederdi. Babam da zekâtım Resulullaha getirdiğinde için de “Ey Alanım sen Ebi Evfa ailesine merhamet eyle.” diye duada bulundu. [8][161]
Abdullah b. Abbas’dan rivayet edildiğine göre cihaddan geri kalan Ebu Lübabe ve arkadaşları daha sonra cihaddan geri kalmalarına pişman olmuşlar ve kendilerini Mescid’in direğine bağlayarak, Allah tarafından affedilinceye kadar kendilerini çözmeyeceklerine yemin etmişlerdi. Allah teala bunların tevbelerini kabul etmiş onlar da kendilerini bağladıkları direkten çözmüş ve mallarını getirip Resulullaha vermek istemişler ve ona “Ey AHahm Resulü, işte mallarımız, bunları al sadaka olarak dağıt ve bizim için af dile.” demişlerdi. Resulullah da “Ben, sizin mallarınızdan bir şey almakla emrolunmadım.” buyurmuş bunun üzerine de bu âyet-i kerime nazil olmuş. Resulullah da onların mallarından bir kısmını alıp dağıtmıştır. [9][162]
104- Onlar bilmediler mi ki? kullarının yaptığı tevbeyi ancak Allah kabul eder, sadakalarını da ancak o kabul eder .Ve Allah, tevbeleri çokça kabul edendir, çok merhametli olandır.
Bu âyet-i kerime, Tebük seferine katılmayanları tevbe etmeye, sadaka vermeye, tevbe ve sadakalarında da samimi olmaya teşvik etmektedir. Çünkü tevbe ve sadaka, günahların affedilmesine, kişilerin, manevî kirlerden temizlenmesine sebep olmaktadır.
Abdullah b. Mes’ud, bu âyetin izahında şunu söylemiştir: “Hiçbir kimse bir sadaka vermez ki, dilencinin eline konulmadan Allanın eline konulmuş olmasın.” Sonra Abdullah b. Mes’ud “Onlar bilmediler mi ki, kulların yaptığı tevbeyi ancak Allah kabul eder. Sadakalarını da ancak o alır.” âyetini okudu.
Verilen sadakanın, Allah katında ne kadar sevap olduğunu belirten bir hadis-i şerifte de Resulullah şöyle buyurmuştur:
“Allah, verilen sadakayı kabul eder. Onu sağ eliyle alır ve sizden birini-zin.tayını beslediği gibi onu büyütür. Öyle ki, bir lokma, Uhut dağı gibi olur. Bunu, Aziz ve celil olan Allanın kitabında doğrulayan âyetler şunlardır: “Onlar bilmedilermi ki, kulların yaptığı tevbeyi ancak Allah kabul eder. Sadakalarını da ancak Allah alır.” “Allah, faizi mahveder, sadakaları ise artırır. [10][163] [11][164]
105- Ey Muhammed de ki: “Çalışın. Yakında Allah, Peygamberi ve müminler, yaptığınız işleri görecektir. Sonra da gizli ve açık olanı bilen Al-lahın huzuruna çıkartacaksınız. Yaptıklarınızı size haber verecektir.
Ey Muhammed, cihaddan geri kalan ve günah işlediklerini itiraf eden bu insanlara de ki: “Siz, Allahı razı edecek ameller işleyin. Sizin böyle ameller işlediğinizi, Allah, Resulü ve müminler göreceklerdir. Ve sizler, kıyamet gününde gizliliklerinizi de gizli olmayan şeylerinizi de bilen Alllahm huzuruna çıkarılacaksınız. O, size ne yaptığınızı bildirecek ve size, yaptığınızın karşılığını verecektir. [12][165]