Tebük Gazvesi | Siyer Programı – 55. Bölüm
Tebük Gazvesi
Sebebi: İbn Sa’d ve ötekilerinin nakline göre: Medine ile Şam arasında ticaret için gidip gelen müslümanlara Enbat’tan bir haber ulaştı. Buna göre Rumlar kendi liderlikleri altında, Lâhım, Cüzam ve benzeri Hristiyan – Arap kabilelerinden çok kalabalık bir ordu derlemişler. Öncü birlikleri de Bulka topraklarına varmış bile.
Bunun üzerine Nebi (s.a.v.) hemen çıkış emri verdi. Yine Ta-berâni’nin Ümrün bin Husayn’den rivayetine göre de Rum ordusu, kırk bin savaşçıdan oluşmaktaydı[1][121].
Zamanı: Olay, Hicretin dokuzuncu yılı Receb ayı içinde oldu. Mevsim yazdı. Sıcak çok şiddedliydi. Halk maişetini te’min gayretin-deydi. Bu günler Medine’nin mahsûl dönemiydi. Güzel de mahsûl vardı. Bu yüzden, Resûlullah (s.a.v.) her zamanki âdeti hilâfına, bu gazada, gidilecek yön ve maksadı açıkça belirtmişti. Kâab bin Mâlik der ki:
Resûlullah hiçbir gazaya gitmemiştir ki; onu gizli tutmasın. Bu sefer ise çok sıcak bir mevsimde, uzak, çetin bir sefere ve kalabalık düşmana karşı gidiyordu. Onun için müslümanlara, savaş hazırlıklarım son derece tam yapmalarını açıkladı[2][122].
Bu durumda, bu gazve için çıkılacak sefer nefislere ağır gelmişti. Bu seferde çok çetin bir çile ve imtihan gözüküyordu. Münafıklar da fırsat bulup orada burada fitnelerini ortaya vurduğu gibi, imanın sadakati de ashabın göğsünde dalgalanıyordu.
Münafıklar birbirine: «Bu sıcakta çıkılır mı?» diyordu. Bir başkası bakıyorsun, Resûlullah (s.a.v.)’a gelip’[3][123], bana izin ver, beni ağır imtihana tâbi tutma. Herkes bilir ki kadınlara benden fazla düşkün kimse yoktur. Korkuyorum, Rumların sarışın güzellerini görürsem, hiç sabredemem, diyordu. Resûlullah ise ona izin veriyor. Abdullah İbn Übey İbn Selûl de Medine yakınında dostlarıyla birlikte ordugâh kurmuştu. Ne var ki, Resûlullah hareket ettiğinde onlar orada kaldı[4][124].
Bu hâli belirten âyet-i kerîmede şöyle beyan buyuruluyor:
«Geride kalanlar, olduğu yerde oturmalarından memnundular. Allah yolunda nefis ve mal ile cihadı hoş görmediler. Onlar dedi ki, bu sıcakta savaşa mı gidilir? Öteki onlara, kavrayabilesiniz ki; cehennem ateşi çok daha sıcaktır» dedi. Öbür âyette : «Bana izin ver, beni fitneye itme, diyor. Halbuki onlar fitnenin çukuruna düştüler. Çünkü cehennem kâfirleri tümüyle kuşatıcıdır[5][125]» meâliyle açıklar durumu.
Mü’minler ise her yönden gelip Resûlullah (s.a.v.)’ın çevresine toplanıyordu. Resûlullah dâ\ imkânı olanların, savaş için mallarından bağışta bulunmalarını ve binek hayvanı getirmelerini tavsiye etmişti. Birçoğu bunun üzerine, malım, âdeta bütünüyle bağışladı; Hz. Osnian ise bütün teçhizatıyla devesini Resûlullah’a teslim edip, bin dinar da nakit para bağışladı[6][126]. Bunun üzerine Resûlullah: «Bundan sonra Osman’ın yapacağı hiçbir şey zarar vermez[7][127]» buyurdu.
Hz. Ebû Bekir ise tüm mal varlığını getirdi. Ömer (r.a.) ise malının yarısını bağışlamıştı. Tirmizi, Zeyd bin Eslem’den, o da babasından nakline göre; Ömer İbn Hattâb demiştir ki; «Resûlullah bize sadaka emretti. Benim de elimde mal bulunduğu güne rastlamıştı. Şimdi Ebû Bekir’i geçebilirim diye düşündüm; eğer bir gün onu geçmem mukadderse!.. Ve malımın yarısını getirdim. Resûlullah (s.a.v.) : «Ev halkına ne bıraktın?» dedi. Ben de, bu kadar da geri kaldı dedim. Ebû Bekir ise tüm mal varlığını getirmiş. Resûlullah ona da sordu: «Ebû Bekir, ehline ne bıraktın?» deyince; «Allah ve Resulünü» diye cevab verdi, tşte o zaman anladım ki; Ebû Bekir’i hiçbir sahada ve asla geçemiyeceğim.. .[8][128]»
Bu hadis sahih ise, ulemadan bir grubun dediği gibi, Tebük gazvesi münâsebetiyle vârid olmuştur bu tesbit.
Yine bir ağlayıcılar diye adlandırılan taife gelmişti, o gün Re-sûlullaha. O’ndan savaşa gidebilmek için binek hayvanı istediler. O da şöyle cevab verdi: Sizi bindirecek şey bulamam. Bunlar, gözü yaşlı geri döndüler. Çünkü kendilerinin de binek alma güçleri yoktu. Gazaya gitme imkânları kalmamıştı.
Resülullah (s.a.v.) otuz bine varan bir müslüman ordusuyla yola çıktı[9][129].
Kendilerinden şübhe edilmeyecek bir takım insanlar da geride kalmıştı. Bunlar arasında, Kâab bin Mâlik, Hilâl bin Ümeyye, Me-rûre bin Rebiî ve Ebû Hayseme vardı.
tbn îshâk’m dediği gib,, bu kişiler dürüst kimselerdi, tslâmın-dan şübhe edilmezdi. Hattâ Ebû Hayseme sonradan yola çıkıp Tebük’te Resülullah’a yetişmişti bile…
Taberâni, îbn îshâk ve Vâkıdî’nin rivayetine göre; Ebû Hayseme de, Resülullah (s.a.v.) birkaç günlük yol aldığı halde, geriye dönmüş; sıcak bir günde evine varmıştı, tki karısını kendi bostanın-daki çardakları altında buldu. İkisi de onu kendi çardağına çağırıp soğuk su ve sofra hazırladılar ona. Oraya girince, çardağın kapısına dikilip, karılarının kendisi için yaptıkları hazırlığa baktı; bir de kadınlarına şöyle konuştu: «Resûlullah güneş altında fırtınada ve sıcakta iken, Ebû Hayseme serin gölgede, hazır yemek ve güzel kanlarıyla malının başında bulunuyor, yakışır mı? Vallahi bu insafa sığmaz». Ve devam etti: «Vallahi ben hiçbirinizin çardağına girmem. Dönüp Resülullah’a yetişmem lâzım». Bunun üzerine hemen azık hazırladılar. Hemen bineğini tepip yürüdü ve Resûlullah (s.a. v.)’a ulaşmak için yola koyuldu. Daha Tebük’e varırken kavuştu onlara^
Ebû Hayseme müslümanlara yaklaşınca, hepsi birden, bir süvari geliyor dediler. Resûlullah: «Ebû Hayseme olsun!..» buyurdu. Onlar da: «Gerçekten Ebû Hayseme bu! diye hayrette kaldılar». Adam devesini çökertip Resûlullah (s.a.v.)’a doğru yaklaştı. Aley-hissalâtü vesselam ise: «îyi ettin yoksa mahvolmuştun, Ebû Hayseme!» dedi. Sonra da serencamını Resülullah’a anlattı ve O da ona hayır dualarda bulundu. Yâni bu seferde bütün müslümanlar son derece meşakkat ve büyük yorgunluğa katlanmışlardı. Meselâ imam Ahmed ve başkalarının rivayetine göre, iki veya üç kişi bir deve ile yolculuk yapıyorlarsa, öyle hale geldiler ki, develeri keserek etini yiyip, suyunu içmekte buldular çareyi.
Yine İmam Ahmed’in Müsned’inde nakline göre, Ebû Hüreyre diyor ki: Tebük seferinde halk müthiş aç kalmıştı. Bazıları Resûlullah (s.a.v.)’a gelerek, bize izin verirsen su taşıdığımız bineklerimizi kesip etlerini yer, yağlarını da eritiriz diye arzda bulundular: O da, «Yapabilirsiniz» buyurdu. Fakat bu anda Hz. Ömer (r.a.) yetişti: «Yâ Resûlâllah, eğer bunu yaparlarsa binek hayvanı kalmaz» dedi. Keşke sen onları toplayıp da rızık için duâ etsen. Olur ki, Cenâb-ı Hak onlara genişlik verir…» diye teklifte bulundu. O (s.a.v.) da halkı çağırdı. Bir de sergi istedi. Onlar ellerinde ne varsa getirip sergi üstüne koydular. Kimi bir avuç darı, kimi un, kimisi de yanında kalan ekmek kırıntıları… Ne bulduysa getirip cins cins biriktirdiler. Sonra ona duâ buyurdu Resûlullah. Ardından da onlara: «Şimdi herkes kabını getirip, ondan ihtiyacı olduğu kadar alsın», buyurdu. Ordugâhta, doldurulmadık hiçbir kab kalmadı. Herkes de yedi ve doydu. Yine de yaygı üzerinde baştaki kadar yiyecek vardı. Resûlullah bu hal karşısında: «Ben Allah’tan başka ilâh bulunmadığına, benim de O’nun Resulü olduğuma şehadet ederim. Yine: Bu iki şehadeti can ü gönülden söyleyip kendisine yöneleni Allah’ın cehennem ateşinden koruyacağına kesinlikle şehadet ederim[10][130]» buyurdu.
Tebük’e varınca, burada bir hazırlık, ya da savaşla karşılaşmadılar. Daha önce toplanıp savaşa geldiği söylenenler dağılmış, sır olmuşlardı. Oradayken Eyle Meliki Yuhanna ona geldi. Ve Resûlullah (s.a.v.)’a cizye vermek üzere barış yaptı. Ehl-i Cerbâ da geldi. Erzûh halkı da gelip anlaşma yaptılar. Cizye vermeyi kabullendiler. Resûlullah da, yazılı olarak onlara emân verdi.
Daha sonra ordu hareket edip, Hicr (yâni Semûd kavminin ülkesi)’ne vardı. Resûlullah (s.a.v.) ashabına: Kendi kendilerine zulm edenlerin evlerine girmeyin ki, onlara olan sizin de başınıza gelebilir; halinize ağlarsınız, dedi ve başını çevirdi, hızla yürütüp vadiden kısa zamanda geçirdi ordusunu[11][131].
Buradan da, Resûlullah artık, Medine’ye müteveccihen hareket etti. Medine’ye yaklaştıklarında, ashabına şöyle seslendi: Burası Ta-be’dir. Burası Uhud. Bizi seven, bizim de sevdiğimizdir[12][132].
Yine ashabına şöyle dedi: Medine’de öyle bir topluluk var ki şu an, hangi vadiyi geçtiniz, hangi mesafeyi adımladınızda, onlar da sizinleydi. Dediler ki, yâ Resûlâllah, ama onlar Medine’de!.. «Ama onları Medine’de özürleri tuttu», buyurdu.
Resûlullah o senenin Ramazan ayında Medine’ye dönmüştü. Yâni sefer iki aya yakın sürmüş oldu. [13][133]
[1][121] îbn Sa’d, Tabakat: 3/218, FethÜ’1-Bârî: 8/87.
[2][122] Müttefekun aleyh.
[3][123] Ceddübnül-Kays.
[4][124] tbn İshâk ve ötekiler nakletti, tsâbe- 1/230’a bak.
[5][125] Tevbe süresi, &I ve 49. âyetler.
[6][126] Taberânî ve Tİrmizî nakletti.
[7][127] Tİrmizî, Ahmed, Abdurrahman bin Sümre’den nakletti. Ahmed ve Kisâî, zaif dediler.
[8][128] Tirmizi, Hâkim ve Ebû Dâvud nakletti.
[9][129] İtin Sa’d ve İbn İshâk nakletti.
[10][130] Ahmed’le beraber. Hafız İbn Kesir de tarihinde zikretti
[11][131] Müttefekun aleyhtir.
[12][132] MUttefekun aleyhtir.
[13][133] Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fıkhu’s Siyre, Gonca Yayınevi: 418-421.