VEHBE ZUHAYLİ’NİN (RH.A) BAKIŞ AÇISIYLA AL-İ İMRAN SURESİ 75. VE 77. AYETLER

Kitap Ehli’nden Bazı Kimselerin Emaneti Yerine Getirmeleri Ve Sözlerine Bağlı Kalmaları
75- Kitap Ehli’nden bazı kimseler vardır ki, onlara bir kantar emanet olarak versen, onu sana eksiksiz öderler. Yine onlardan öyle kimseler de vardır ki, onlara tek bir altın emanet versen, sen onun üzerinde ayak diretip durmadıkça onu sana ödemez. Bunun sebebi onların, “Ümmîler hakkında aleyhimize bir yol yoktur” demeleridir. Onlar bildikleri halde Allah’a karşı yalan söylerler.
76- Hayır, kim ahdine vefa gösterir ve sakınırsa şüphesiz Allah da o sakınanları sever.
77- Şüphesiz Allah’a olan ahitlerin! ve yeminlerini az bir pahaya değiştirenler, işte onların ahirette hiçbir nasibi yoktur. Allah kıyamet gününde onlarla konuşmaz, onlara bakmaz ve onları temizlemez. Onlar için acıklı bir azap da vardır.
Nüzul Sebebi
- ayet-i kerimenin nüzulü ile ilgili olarak Buharî, Müslim ve başkalarının rivayetine göre el-Eş’as şöyle demiştir: Yahudilerden bir adamla ortak olduğumuz bir arazimiz vardı. Benim arazideki hakkımı inkâr etti. Onu Peygamber (s.a.)’in huzuruna getirdim. Hz. Peygamber bana “Bir beyyinen var mıdır?” dedi. Ben “Hayır” dedim. Yahudiye “Yemin et” dedi. Ben, “Ey Allah’ın rasulü, o vakit yemin eder ve benim malımı alır gider?” dedim. Bunun üzerine Yüce Allah, “Şüphesiz Allah’a olan ahitlerini ve yeminlerini az bir pahaya değiştirenler…” ayetini indirdi.
Buharfnin Abdullah b. Ebî Evfa’dan rivayetine göre bir adam kendisine ait olan bir malı pazara getirdi. Allah adına yemin ederek kendisine rayicin üstünde bir fiyatın verildiğini söyledi. Bundan kasıt ise Müslümanlardan bir adamı düşürmekti. İşte bunun üzerine şu, “Şüphesiz Allah’a olan akülerini ve yeminlerini az bir pahaya değiştirenler…” ayeti nazil oldu.
Hafız İbni Hacer, Buharî Şerhi’nde der ki: Her iki hadis arasında bir aykırılık yoktur. Aksine nüzul sebebinin her ikisinin de olduğu şeklinde yorumlanır.
İbni Cerir’in İkrime’den rivayetine göre ayet-i kerime Huyey b. Ahtab, KaT) b. el-Eşref ve onların dışında kalan Allah’ın Tevrat’ta indirdiklerini gizleyip değiştiren ve bu değiştirdiklerinin de Allah tarafından geldiğine yemin eden kimseler hakkında inmiştir. Yine bunun Ebu Râfi’, Lübâbe b. Ebil-Hu-kayk ve Huyay b. Ahtab hakkında indiği de söylenmiştir. Çünkü bunlar Tevrat’taki hükümleri ve onda anlatılan, Resulullah (s.a.)’uı niteliklerini farklı olarak ifade etmişler ve buna karşılık da rüşvet almışlardı[1][57]
Hafız İbni Hacer der ki: Ayet-i kerimenin bu manalara gelme ihtimali vardır; fakat bu hususta asıl dayanılacak bilgi sahih hadiste sabit olandır. [2][58]
Açıklaması
Kitap Ehli’nin niteliklerini belirtmekte Kur’an gayet adil hüküm getirmiştir. Aralarından bir kesim, kendilerine emanet olarak verilen mal az olsun, çok olsun emanetlere hainlik etmeyen güvenilir kimselerdir; Abdullah b. Selâm gibi. Kureyşli birisi ona 1200 ukiyye altın emanet etmiş o da o miktarı aynen geri ödemişti. Yine sözünde durmakla ün kazanmış Yahudi Samuel b. Adiya da böyledir.
Onlardan bir diğer kesim ise az dahi olsa emanete hainlik eder ve sürekli istemedikçe ve tahsil etmek için çalışmadıkça veya mahkemeye baş vurup onlara karşı delil getirmedikçe, o emaneti geri almaya imkân olmaz. Ka’b b. Eşref ve Finhâs b. Azura gibi. Kureyşli bir kimse buna bir dinar emanet vermiş, fakat o da bu dinarı inkâr edip hainlik etmiştir.
Yahudilerden bu kesimi böyle bir hainliğe iten ise Tevrat’ın kendilerine ümmîlerin yani Arapların mallarını yemeyi helâl kıldığını iddia etmeleridir. Onlar, “Arapların hatta Yahudilerin dışında kalan herkesin malını yemekte bizim için bir vebal ve günah yoktur” derler. Çünkü kendileri onlara göre Allah’ın seçkin kavmidirler. Başkalarından daha üstün ve yücedirler. Onların dışında kalanların ise Allah nezdinde saygı duyulması gereken bir hakları yoktur. Başkaları Allah tarafından buğzedilen kimselerdir. Allah onları hakir görür, böylelerinin herhangi bir hakkı ve saygı duyulması gereken herhangi bir hukuku yoktur. Rivayet edildiğine göre İsrailoğullan putperest oldukları için Arapların mallarının helâl olduğuna inanıyorlardı. Fakat İslâm gelip, Araplardan İslâm’a girenler de olunca yine Yahudiler onlar hakkında aynı inancı sürdürmeye başladılar. İşte bu kanaati yasaklamak üzere bu ayet-i kerime nazil olmuştur[3][59]
Mümin ile kâfir arasında hakların ödenmesi hususunda fark gözetmeyen Allah’ın şeriatında böyle bir şey elbette ki reddedilir. Fakat onlar kelimelerin yerlerini değiştirerek nasları kendi nevalarına uygun olarak tevil edip yorumlayan Yahudilerdir. Yine bunun misallerinden bir tanesi de İbni Cerir et-Taberî tarafından şöylece rivayet edilmektdir: Bir grup Müslüman cahiliye döneminde Yahudilere bazı malları satmışlardı. İslâm’a girdikten sonra bu malların bedelini kendilerine ödemelerini istediler. Ancak Yahudiler, “Size vermemiz gereken bir emanetiniz ve size ödememiz gereken bir hakkınız bizde yoktur. Çünkü sizler daha önce bağlı olduğunuz dininizi terk etmiş bulunuyorsunuz” dediler. Ayrıca böyle bir uygulama yapma hakkına sahip olduklarına dair ifadenin kitaplarında da yer aldığını iddia ettiler.
Herhangi bir şeriata uyan herkes Yahudilerin bu yaptıklarından sakınmalıdır. Abdurrezzak ve Ebu İshak’ın rivayetine göre adamın birisi İbni Abbas’a şöyle demiş: Bizler gazada zimmet ehline ait tavuk, koyun gibi bazı malları alıyoruz. İbni Abbas, “Siz ne diyorsunuz?” deyince onlar, “Bizce bu konuda bizim için bir mahzur yoktur, diyoruz” dediler. İbni Abbas şöyle dedi: İşte bu, “Ümmî-ler hakkında aleyhimize yol yoktur” diyen Kitap Ehli’nin sözünü andırmaktadır. Zimmîler cizyeyi ödedikleri takdirde, onların malları gönül hoşluğu ile olmadıkça size helâl olmaz.
İbni Ebî Hatim ve İbnül-Münzir de Said b. Cübeyr’den şöyle dediğini rivayet etmektedir: Kitap Ehli “Ümmüer hakkında aleyhimize bir yol yoktur” deyince Allah’ın peygamberi de şöyle buyurdu: “Allah’ın düşmanları yalan söylemiştir. Cahiliye döneminde olan her ne varsa onun hepsini işte bu iki ayağımın altına alıyorum. Emanet bundan müstesnadır. Emanet iyi olana da kötü olana da tastamam verilecektir.” İşte bu, onların iddialarını reddetmektedir.
Yüce Allah da aynı şekilde bunu, Kitaplarında yer aldığını bildikleri halde, Allah’a yalan söylediklerini belirterek reddetmektedir. Onlar bu konuda açıktan yalan söylediklerini de bilmektedirler. Çünkü Tevrat’ta “ümmîlere hainlik etmek” şeklinde zalimce bir hüküm yoktur.
Bunun ile ilgili Tevrat’ta yer alan hüküm tam aksidir. Tevrat ahitlere bağlı kalmayı farz kılmakta, emanetleri tastamam ödemeyi emretmektedir. Allah onlara der ki: Durum onların dediği gibi değildir. Ümmîler hakkında onlar yalan söyledikleri, Arapların mallarını helâl kabul ettikleri için onlara azap söz konusudur. Her kim belli bir vadeye kadar borç alsa yahut vadeli olarak bir şey satın alsa veya kendisine bir şey emanet verilecek olsa, bunu aynen yerine getirmeli ve zamanı gelince hak sahibine hakkını tastamam ödemelidir. Böyle davranması hak sahibinin ısrarla talebine yahut da hakime baş vurmasına gerek olmaksızın, farzdır. İşte bu şekilde Allah’a verdiği sözü eksiksiz olarak yerine getiren ve hainlik yapmak hususunda Allah’tan korkan herkesi Allah sever ve ondan razı olur. Çünkü Allah kitaplarında insanlara ahitlerine ve akitlerine tastamam bağlı kalmayı, doğruluktan ayrılmamayı emretmiştir.
Ahit yalnızca akitlere ve verilen sözlere bağlı kalıp onları yerine getirmekten, emanetleri eda etmekten ibaret değildir. Aynı şekilde Yüce Allah’a verilen ahdi de kapsamaktadır. Bu ise müminin yerine getirmeyi üstlendiği sert yükümlülükler, emirler ve vazifelerdir. Şayet Yahudiler verdikleri sözleri yerine getirecek olurlarsa Muhammed (s.a.)’e de iman ederler. Eğer insaf ederlerse hiç bir zaman Yahudiye verilen söz ile başkasına verilen söz arasında fark gözetmezler.
Daha sonra Yüce Allah ahde vefasızlık eden, Allah’ın indirdiklerini gizleyen, hakkı batılla değiştiren, Allah’ın sözünü, emirlerini değersiz bedellere, azıcık karşılıklara satanların cezasını beyan etmektedir. Bunların aldıkları başkanlık, rüşvet ve buna benzer dünya metaldir. Böyle bir tutumun cezası ise ahiret nimetlerini kaybetmek, Allah’ın gazap ve kızgınlığını üzerine çekmek, O’nun övgüsüne mazhar olmamak, O’nun tarafından yapılacak ihsan ve rahmetten mahrum kalmak, durumları hakir görülmektir. Ayrıca onlar için cehennem ateşinde çetin ve can yakıcı bir azap da vardır.
Yüce Allah bütün bunları mecaz yollu ifadelerle dile getirmiştir. Ahdi bozmayı ve bunun karşılığında bir şeyler almayı, satın alma ve bedelli değiştirme gibi ifade etmiştir. Ancak bu son derece zararlı bir alışveriştir. Çünkü alman karşılık veya bedel ne kadar çok olursa olsun, eğer günahın, suçun büyüklüğü ve ahirette karşılaşılacak cezanın şiddeti ile ölçülecek olursa, hakikatte pek azdır. [4][60]