VEHBE ZUHAYLİ’NİN (RH.A) BAKIŞ AÇISIYLA AL-İ İMRAN SURESİ 96. VE 97. AYETLER

Beytülharam’ın Konumu Ve Haccın Farz Oluşu
96- Şüphesiz insanlar için ilk kurulan ev Mekke’de olan ve âlemlere mübarek hidayet olmak üzere kurulan o EvMir.
97-Orada apaçık alâmetler ve İbra- him’in makamı vardır. Kim oraya gi- rerse emin olur. Ona yol bulabilenlerin o Ev’i haccetmesi Allah’ın insanlar üzerindeki bir hakkıdır. Artık kim in- kâr ederse, şüphesiz Allah âlemlere muhtaç değUdir.
Nüzul Sebebi
“Artık kim inkâr ederse” ayetinin nüzulü ile ilgili olarak Said b. Mansur İkrime’den şöyle dediğini nakletmektedir: Yüce Allah’ın, “Kim İslâm’dan başka bir din ararsa…” (Âl-i İmran, 3/85) ayeti nazü olunca Yahudiler, “Biz de Müslü-manız dediler. Bunun üzerine Muhammed (s.a.) onlara, “Allah Müslümanlara Bey fi haccetmeyi farz kıldı.” deyince bu sefer, “Hayır bize farz kılmadı” dediler ve haccetmeyi kabul etmediler. Bunun üzerine Yüce Allah, “Artık kim inkâr ederse şüphesiz Allah âlemlere muhtaç değildir.” buyruğunu indirdi.
“Şüphesiz insanlar için ük konulan ev…” ayetinin Mücahid’den nakledilen nüzul sebebini ise bundan önceki ayetlerin tefsirinin mukaddimesinde zikretmiş bulunuyoruz. [1][76]
Açıklaması
Beytülharam, namazda da duada da Müslümanların kıblesi, yani yöneldikleri taraftır. O, insanlar için ibadet etmek üzere ilk yapılmış evdir. Onu Hz. İbrahim ile Hz. İsmail ibadet kasdı ile yapmışlardır: “Hani İbrahim ve İsmail o evin temellerini birlikte yükseltiyorlardı…” (Bakara, 2/127). Mescid-i Aksa bundan asırlar sonra bina edilmiştir. Onu da Hz. Davud’un oğlu Hz. Süleyman M.Ö. 1005 yılında yapmıştır. O bakımdan Mescid-i Haram’ın kıble olması daha uygundur. Buna göre Muhammed (s.a.) de, ibadeti esnasında şerefli Kabe’ye yönelen Hz. İbrahim’in dini üzere demektir.
Beytülharam ibadet kasdı ile yapılmış ilk evdir. Bu “ilklik* zaman itibariyledir. Buna bağlı olarak şeref ve kıymet önceliği de gelir. Beytülharamın pek çok meziyeti vardır ki bunları şöylece sıralayabiliriz:
1- Burası mübarek, hayırları pek çok bir yerdir. Ekin bitmeyen bir vadide ve çıplak bir çölde bulunmasına rağmen Yüce Allah’ın, “Her bir şeyin mahsullerinden oraya toplanıp getirilir.” (Kasas, 28/57) ayetinde belirttiği gibi bir özelliğe sahiptir. Orada bütün dünyanın sebze, meyve ve mahsulleri vardır. Aynı şekilde sevap ve ecir itibariyle de bereketi pek bol bir yerdir. Haseneler orada kat kat artırılır ve dua orada makbuldür.
2- Orası insanlar için bir hidayet kaynağıdır. Namaz kılanlar, ona yönelir. Kalpler ona şevkle bağlanır. Milyonlarca kişi binekleriyle ve yaya olarak oraya giderler. Bir çok uzak yerlerden oraya hac ve umre ibadetini eda için varırlar. Bu ise Hz. İbrahim’in yaptığı şu duanın bereketi ile olmuştur: “Rabbimiz şüphesiz ben evlatlarından bir kısmını, senin mukaddes olan şu evinin yanında ekin bitmez bir vadiye yerleştirdim; Rabbimiz namazı dosdoğru kılsınlar diye. Artık sen insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meylettir ve şükretmeleri umulduğu için kendilerini meyvelerle rızıklandır.” (İbrahim, 14/38).
Yüce Allah da Hz. İbrahim’in duasını kabul ederek şöyle buyurmuştur: “Ve insanlar arasında hacca çağır. Hem yayan hem de develer üzerinde en uzak yoldan sana gelsinler. Ta ki kendileri için bir takım menfaatlere hazır olsunlar.” (Hac, 22/27-28).
3- Orada apaçık ayetler, alâmetler vardır. Bunlardan birisi de Hz. İbrahim’in makamı (namaz ve ibadet için ayakta durduğu yer)dır. Araplar nesilden nesile tevatür yoluyla yapılan nakil ile burayı bilirler. Hâlâ taş üzerinde bulunan onun şerefli ayak izi de buna delâlet etmektedir.
4- Oraya giren bir kimsenin herhangi bir saldırganlık veya eziyetten yana canı ve malı emniyet altındadır. Orada haram bir kan dökülmez. İntikam yahut kısas için aranan bir kimse olsa dahi orada kimse öldürülmez. Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Kendilerine güven dolu bir harem (belde) kıldığımızı görmüyorlar mı? Halbuki onların etraflarından insanlar kapılıverümekte-dir…” (Ankebût, 29/67); “Biz onları emin bir hareme yerleştirmedik mi?…” (Ka-sas, 28/57); “Hani biz o Beyt’i insanlar için bir dönüş yeri ve emin kılmıştık.” (Bakara, 2/125) Nitekim Hz. İbrahim de şöyle dua etmişti: “Rabbim bunu emin bir belde kıl.” (Bakara, 2/126) Hz. Ömer b. el-Hattab da şöyle demiştir: “Ben orada babam el-Hattab’ın katilini bulacak olsam dahi oradan çıkıncaya kadar ona dokunmam.” Ebu Hanife de der ki: “Kısas yahut irtidat veya zina dolayısıyla harem bölgesi dışında öldürülmesi gereken bir kimse eğer hareme sığınacak olursa ona ilişilmez. Şu kadar var ki böyle bir kimse barındırılmaz, ona içecek verilmez ve onunla alışveriş yapılmaz; ta ki oradan çıkmak zorunda kalsın.”
Arap kabileleri ona tazim etmek ve gereken saygıyı göstermek hususunda -Beytullah’a nispet etmek suretiyle- ittifak etmişlerdir. O kadar ki hareme sığınan bir katil bile orada bulunduğu sürece güvenlik içinde olurdu.
el-Cassâs er-Râzî der ki: “Bu ayeti kerimelerin hareme sığman kimsenin öldürülmesinin yasak olduğuna delâlet bakımından anlamları birbirlerine yakındır. İsterse oraya girmeden önce öldürülmeyi hak etmiş olsun. Kimi zaman Beyt lafzının, kimi zaman da Harem lafzının anılması söz konusu olduğundan dolayı, güvenlik içerisinde olmak ve oraya sığınanın öldürülmesinin yasak olması hükümleri bakımından Harem’in de Beyt’in hükmünde olduğunu göstermektedir.” [2][77]
İslâm Beytülharamın ayrıcalığını aynı şekilde kabul edip benimsemiştir. Mekke’nin kılıçla fethedilmesi ise oranın şirkten arındırılması ve orada yalnızca Allah’a ibadet edilmesi için idi. Ve bu da bir günün bir saatinde helâl kılınmıştı. Peygamber (s.a.)’den sonra da kimseye helâl kılınmış değildir. Diğer taraftan Peygamber (s.a.) sîrette de belirtildiği gibi şu ilânı yapmıştır: “Her kim mescide girerse o güvenlik içerisindedir. Her kim evine girerse o da güvenlik içerisindedir. Ebu Süfyan’ın evine giren de güvenlik içerisindedir.”
Haccac döneminde meydana gelen olaylar ise istisna! bir takım olaylardır ve kimse onun bu davranışlarını kabul etmiş değildir. İbni Zübeyr’e yaptıklarının helâl olduğuna kimse inanmamıştır. Aksine onun yaptıkları orada bir zulüm ve bir haddi aşmadır: “Kim orada zulüm ve haksızlığı isterse biz ona acıklı azaptan tattırırız.” (Hac, 22/25).
Canlara ve mallara yapılan bazı saldırganlık olayları ise Kabe’de Allah’ın hürmetine de başkasına da riayet etmeyen facir ve fasıklann işleridir. İmam Malik ve İmam Şafii’nin Harem’in tümünde kasten katil olana kısas uygulanmasını caiz görmeleri, Kur’an-ı Kerim’in emrettiği adil bir cezadır. Bunda herhangi bir kimseye bir saldırı söz konusu değildir.
İlim adamları Harem bölgesinde çarpışmayı başlatan kimsenin öldürülebi-leceği üzerinde ittifak etmişlerdir. Yüce Allah da şöyle buyurmaktadır: “Onlar sizinle orada savaşmadıkça sakın siz de onlarla Mescid-i Haram’ın yanında savaşmayınız.” (Bakara, 2/191). Böylelikle Harem’de cinayet işleyen kimse ile Harem dışında cinayet işleyip de oraya sığınan kimse arasında fark gözetilmektedir. İbni Abbas, İbni Ömer ve diğer sahabilerle tabiînden, başkasını öldürüp de hâreme sığman kimsenin öldürülmeyeceğine dair rivayet gelmiştir. İbni Abbas der ki: Takat böyle bir kimse orada barındırılmaz, onunla oturulmaz ve alışveriş yapılmaz; ta ki Harem’den dışarıya çıkıncaya kadar. O vakit öldürülür. Eğer bu işi Harem’de yapacak olursa ona had uygulanır.” [3][78]
5- Beytülharam’ın özelliklerinden birisi de hacıların orada toplanması, haccın Müslümanlara farz kılınmasıdır. Gücü yeten Müslümanlara haccetmek farzdır. Hac İslâm’ın beş rüknünden birisidir. Bu da Beyt’in tazimini ihtiva eder. Bir şeye yol bulabilmek ise oraya ulaşma imkânını elde etmektir. “Yol” kelimesi hem bedenî hem malî olan bir şeyi kapsamaktadır. O bakımdan hac Ha-rem’e ulaşmayı engelleyen bir engel bulunmadığı sürece her Müslümana farzdır. Sözkonusu bu engel bedenî, malî yahut hem bedenî hem de malî olabilir.
Hastalık ile düşmanlardan yahut yırtıcı hayvanlardan cana gelebilecek zarar korkusu malî engele örnektir. Bunun fmlan” ise onun güvenlik altında olmamasıdır. Azık ve binek olmaksızın Beyt’e ulaşması zor olan kimse hakkında azık ve binek bulamama da malî engellerden sayılır. Hem bedenî, hem malî engelin birlikte olması ise azık bulamamak, binek bulamamak, hasta olmak veya yolun güvenlik altında olmaması hallerinde söz konusudur.
İlim adamları çoğunlukla azık ve bineğe güç yetirebilmenin iki şartı olduğunu ittifakla kabul etmişlerdir. Buna delil ise Hz. Ali’nin Resulullah (s.a.)’tan naklettiği rivayettir. Tirmizî’nin naklettiği -sened itibariyle zayıf olan- hadis şöyledir: “Her kim kendisini Beytullah’a ulaştıracak kadar bir azık ve bir bineğe sahip olur da haccetmezse artık o ister Yahudi ister Hristiyan ölsün,” Çünkü Yüce Allah Kitab-ı Kerim’inde şöyle buyurmaktadır: “Ona yol bulabilenlerin o evi haccetmesi Allah’ın insanlar üzerindeki bir hakkıdır.” Ashab-ı kiram -İbni Ömer ve başkaları- yol bulabilmeyi azık ve binek bulmak olarak tefsir etmişlerdir.
“Artık kim inkâr ederse şüphesiz Allah âlemlere muhtaç değildir.” Yani her kim bu Beyt’in ibadet için konulmuş ilk ev olduğunu inkâr edip Allah’ın hacca dair emrine uymazsa şüphesiz Allah’ın o kimseye ihtiyacı yoktur. Çünkü o bütün âlemlere muhtaç olmayan ganidir. Cumhur bunu güç yetirmekle birlikte yüz çevirmek suretiyle haccı terk eden kimseler hakkında kabul etmişlerdir. Buna delil ise az önce işaret edilen Tirmizî’de yer alan -ve senedi nispeten zayıf olan- hadis-i şerifteki Hz. Peygamberin şu sözleridir: “Her kim haccetmeksizin ölürse dilerse Yahudi dilerse Hristiyan ölsün.” Diğer bir delil ise ayetin nüzul sebebiyle ilgili olarak ed-Dahhak’tan yapılan bir rivayettir: ed-Dahhak diyor ki: Hac ayeti nazil olunca Resulullah (s.a.) şu altı din mensubu insanları topladı: Müslümanları, Yahudileri, Hristiyanlan, Sâbiîleri, Müşrikleri ve Mecusile-ri. Ahmed, Müslim ve Nesâi’nin rivayetine göre onlara şöyle demiştir: “Şüphesiz Allah size haccetmeyi farz kılmıştır, siz de haccediniz.” Müslümanlar ona iman ettiler ve diğerleri inkâr ederek dediler ki: “Biz buna iman etmeyiz, namaz kılmayız ve haccetmeyiz.” Bunun üzerine Yüce Allah, “Artık kim inkâr ederse şüphesiz Allah âlemlere muhtaç değildir.” buyruğunu indirdi.
Ayet-i kerime ve konu ile ilgili haberlerden kasıt haccın terk edilmesinden nefret ettirmek ve gücü yetenlerin haccetmeme veballerinin ağır olduğunu belirtmektir. Ta ki bu farizayı eda etsinler. [4][79]