sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

VEHBE ZUHAYLİ’NİN (RH.A) BAKIŞ AÇISIYLA BAKARA SURESİ 102. VE 103. AYETLER

VEHBE ZUHAYLİ’NİN (RH.A) BAKIŞ AÇISIYLA BAKARA SURESİ 102. VE 103. AYETLER
29.01.2025
7
A+
A-

Yahudilerin Büyücülük, Gözbağcılık Ve Tılsımlarla Uğraşmaları

 

102- Onlar şeytanların Hz. Süleyman’ın mülkü aleyhine uydurdukları şeylere uydular. Halbuki Süleyman kâfir olma­dı, fakat o şeytanlar kâfir oldular ki, insanlara büyüyü ve Bâbil’deki iki me­leğe, Hârut ile Mârufa indirilen şeyle­ri öğretiyorlardı. Halbuki onlar: “Biz ancak bir imtihanız. Sakın küfre gir­me.” demedikçe kimseye (büyüyü) öğ-retmezlerdi. İşte onlardan koca ile ka­rısının arasını ayıracak şeyleri öğre­nirlerdi. Allah’ın izni olmadıkça onun­la hiçbir kimseye zarar verici değiller­dir. Onlar kendilerine zarar verecek ve fayda sağlamayacak şeyleri öğreni­yorlardı. Andolsun ki onlar onu satın alan kimsenin ahirette bir payının ol­madığını muhakkak biliyorlardı. On­lar kendilerini kötü bir şey karşılığın­da sattıklarını keşke bilmiş olsalardı.

103- Eğer onlar iman edip de sakınmış olsalardı, elbette Allah’ın sevabı daha hayırlıdır. Keşke bilselerdi.

 

Nüzul Sebebi

 

  1. ayet-i kerimenin nüzul sebebi ile ilgili olarak Muhammed b. İshak şöyle demektedir: Kimi Yahudi hahamları şöyle demişti: Sizler Muhammed’in işine hayret etmiyor musunuz? O Süleyman’ın bir peygamber olduğunu ileri sürüyor. Halbuki Süleyman bir büyücüden başka bir şey değildi. Bunun üzeri­ne Yüce Allah: “Halbuki Süleyman kâfir olmadı…” buyruğunu indirdi.

Taberî’nin rivayetine göre Şehr b. Havşeb de şöyle demiştir: Yahudiler de­di ki: Şu Muhammed’e bakınız, hakkı batıla karıştırıyor. Süleyman’ı peygam­berlerle birlikte anıyor. Halbuki o rüzgâra binen bir büyücü değil miydi? Bu­nun üzerine Yüce Allah: “Şeytanların Süleyman’ın mülkü aleyhine uydurduk­ları şeylere uydular.” ayetini indirdi. İbni Ebî Hâtim’in Ebu’l-Aliye’den rivayeti­ne göre de Yahudiler Peygamber (a.s.)’e Tevrat’a dair bir takım hususlar sordu­lar. Bu konuda her ne sordularsa mutlaka Yüce Allah bunların sorularına ce­vap teşkil edecek buyruklar indiriyor ve böylelikle onları susturuyordu. Duru­mun böyle olduğunu görünce şöyle dediler: Bu bize indirileni bizden daha iyi biliyor. Bu arada Yahudiler Hz. Peygamber’e büyü hakmda da soru sormuş ve bu konuda onunla tartışmışlardı. Yüce Allah da: “Şeytanların Süleyman’ın mülkü aleyhine uydurdukları şeye uydular.” ayetini indirdi.

el-Kelbî der ki: Şeytanlar büyüyü ve gerçeği olmayan bir çeşit göz bağcılık­ları ve tılsımları Asâfa isnad ederek “İşte bu, hükümdar ve Allah’ın peygambe­ri Süleyman’ın kâtibi Berhiya oğlu Âsâfa öğretilen şeylerdir.” diye yazdıktan sonra, bunları Hz. Süleyman’ın namaz kıldığı yerin altına gömdüler. Bu işi de Yüce Allah’ın Hz. Süleyman’dan mülkünü geçici olarak elinden aldığı sırada yaptılar. Hz. Süleyman bunun farkına varmamıştı. Hz. Süleyman vefat ettik­ten sonra bu büyüleri onun namaz kıldığı yerin altından çıkardılar, insanlara da şöyle dediler: Süleyman bunun sayesinde size hüküm ederdi, bunu öğreni­niz. İsrailoğulları’nın bilgin olanları bu durumu haber alınca: “Bunun Süley­man’ın bilgisi olmasını kabul etmekten Allah’a sığınırız.” dediler. Seviyesiz, dü­şük kimseler ise: “Evet, bu Süleyman’ın bilgisidir.” diyerek bu işi öğrenmeye yöneldiler, peygamberlerinin kitaplarını reddettiler. Böylelikle Hz. Süleyman’ı kınamak yaygın bir hal almaya başladı. Yüce Allah Muhammed (s.a.)’i pey­gamber olarak gönderip onun vasıtasıyla Hz. Süleyman’ın kendisine yakıştırı­lan iftiralardan uzak olduğunu bildirip şöyle buyurdu: “Şeytanların Süley­man’ın mülkü aleyhine uydurdukları şeylere uydular.” [1][83]

 

Açıklaması

 

Yahudiler Allah’ın Kitabı’nı bir kenara attılar. Tevrat’ı bir kenara atan ha­ham ve ilim adamlarından bir kesim de Hz. Süleyman’ın hükümdarlığı döne­minde büyücülüğe ve gözbağcılığa uydular, bunların arkasına takılıp gittiler. Çünkü şeytanlar semadan hırsızlama yoluyla bir takım şeyleri işitiyor, işittik­lerine pek çok yalanlar katıyor, bunları kâhinlere telkin edip öğretiyor, onlar da bu öğrendikleri telkinleri insanlara öğretiyorlar ve şöyle diyorlardı: “Bu, Sü­leyman’ın bilgisidir. Süleyman’ın mülkü bununla ayakta duruyordu.” Yüce Al­lah Hz. Süleyman’ın bu gibi şeylerle uğraşmadığını açıklayarak, bu iddialarını reddetmektedir. Hz. Süleyman’a büyünün nispet edilmesi yalandır, onun pey­gamberliğini inkârdır. Ayrıca bunlar insanlara Babil’deki iki melek olan Ha-ârut ile Mârufa indirilenleri de öğretiyorlardı. Hârut ile Mârut aslında Allah’a ibadet eden salih iki insan idiler. İnsanların onlara melek demeleri huy ve ya­şayışları itibarıyla meleğe benzediklerinden dolayı olmuştur. Hasan-ı Basrî ise “iki melek” buyruğunu insanlar arasında sözlerinin dinlenmesi açısından hü­kümdarlara benzediklerini ifade etmek üzere “iki melik (yani iki hükümdar)” şeklinde okumuştur.

Bu iki melek, kendi dönemlerinde oldukça çok ve değişik tekniklere sahip bulunan büyüyü insanlara öğretiyorlardı. Bundan amaçları ise, büyü ile muci­zeyi birbirinden ayırdedilmesini sağlamak ve büyücülük ile uğraşanlar arasın­dan yalan yere peygamberlik iddiasında bulunan kimselerin aslında peygam­ber olmayıp büyücü olduklarını öğrenme imkanını insanlara sunmak içindi. Bu iki kişinin büyüyü öğrenmeleri ise öğretmensiz olarak ilham yoluyla gerçekleş­mişti. İşte ayet-i kerimede sözü geçen “iki meleğe Hârut ve Mârut’a indirilen şeyler” den kasıt da budur. Onlara indirilen ise büyü ile ilgili şeyler olup bizzat büyünün kendisi değildir.

Fakat bu iki melek büyüyü öğretmekte uyarma ve sakındırma yolunu izle­miş, hiçbir kimseye: “Bizler Allah tarafından gönderilmiş bir sınama ve dene­me aracıyız. Bu bakımdan sakın büyü yapma, onun etkili olduğuna inanma, aksi takdirde kâfir olursun. Eğer büyü yapma amacını taşımayarak sadece ma­hiyetini bilmek için büyüyü öğrenirsen bunun sana bir zararı olmaz.” demedik­çe hiçbir kimseye büyüyü öğretmezlerdi.

İnsanlar bu iki melekten koca ile hanımının arasım ayıracak hile, düğüm­lere üflemek, ruhu etkilemek ve buna benzer çoğunlukla insanları birbirinden ayırma yollan olan şeyleri öğrendiler.

“İnsanlara büyüyü… öğretiyorlardı” buyruğuna “ve Babil’deki iki meleğe…” buyruğunun atfedilmesinin anlamı şudur: Yahudiler bu iki melekten büyüyü asıl maksat olarak gözetilen insanları korumak ve sakındırmak yolu ile öğren­mediler. Halbuki bu ikisine büyü teknikleri, insanlara büyücülerin başvurduk­ları hile ve aldatıcı yollan öğretsinler diye ilham edilmişti.

Büyü, gerçekte tabiatı itibanyla olsun kendi öz yapısındaki güç dolayısıyla olsun, etkileyici değildir. Büyünün zarar verebilmesi ancak Allah’ın emir ve iradesiyle olur. Büyü sadece zahiri bir sebepten ibarettir. Bir insana büyücüle­rin herhangi bir işi dolayısıyla bir zarar gelip isabet ederse, bu ancak Allah’ın izni ile olabilir. O takdirde büyü ancak sonuç ile ilgili olan bir araç veya sebep­ten başka bir şey değildir ve bu da Yüce Allah’ın dilemesi ile olmuş demektir. Çünkü sebeplerin var olması halinde müsebbipleri ve sonuçlan var eden O’dur. Hasan-ı Basrî der ki: Allah dilediği kimseyi korur ve bunun sonucunda büyü­nün o kimseye zaran olmaz. Dilediği kimseyi de korumayıp bırakır; bunun so­nucunda da büyünün ona zaran dokunur.

Büyü öğrenip büyücülük yapan bir kimse, kendisine zarar veren ve fayda sağlamayan bir şeyi öğrenmiş olur. Çünkü büyü insanlara zarar vermeye se­beptir ve umumiyetle kötülük yapmak kasdıyla öğrenilir.

Andolsun ki Yahudiler, Allah’ın kitabını terk edip dinin asıl ilkelerin ihmal eden, iki cihanda insanı mutlu kılan şeriatın hükümleri yerine büyü kitaplarına itibar eden kimselerin, ahirette can yakıcı bir azaptan başka bir paya sahip ola­mayacağını bilmemektedirler. Çünkü böyle davranan kimseler, büyü öğrenmeyi yasaklayan ve cinlere şeytanlara, kâhinlere uyan kimselerin cezasmı, putlara tapanın cezası gibi tespit eden Tevrat’ın hükmüne muhalefet etmişlerdir.

Büyüyü Tevrat’ın yerine koymakla onu ne kötü şeyle değişmiş olduklarını bir bilselerdi! Onlar inanç ve gereğini yerine getirmek düzeyindeki bir bilgi ile büyünün haram olduğunu bilmeyen bilgisiz kimselerdir.

Eğer Yahudiler gerçekten Tevrat’a iman etmiş olsalardı, -ki onda son pey­gamberin müjdesi de vardır- Muhammed ve Kur*an-ı Kerim’e iman etmiş, bü­yücülüğün, gözbağcılığın yer aldığı kitapları terk edip emirlerine gereken titiz­liği gösterip yasaklarından kaçınmak suretiyle Allah’tan korkmuş olsalardı, bu salih amellerinin bir karşılığı olarak Allah tarafından büyük bir sevap ve ecre hak kazanırlardı. Onların sahip oldukları, hakiki bir bilgi olmayıp zan ve tak­litten ibarettir. Çünkü gerçekten bilgi sahibi olsalardı amellerinde bunun kar­şılığı ortaya çıkar, son peygamber Muhammed (a.s.)’e iman eder, ona tabi olur ve kurtuluşa erenlerden olurlardı. Onlar Allah’ın kitabına muhalefet edip he-valarına uyduklarından dolayı, asil bilgileri gereğince amel etmedikleri için adeta bilgisiz, cahil kimseler gibi değerlendirilmişlerdir. [2][84]

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.