VEHBE ZUHAYLİ’NİN (RH.A) BAKIŞ AÇISIYLA BAKARA SURESİ 122. VE 126. AYETLER

Nimetin Hatırlatılması Ve Ahiret Korkusu
122- Ey İsrailoğulları! Size ihsan etti- £»*» nimetimi ve benim sizi gerçekten âlemlere üstün kıldığımı hatırlayın.kimseye bir fayda sağla-kimseden fidyenin kabul şekilde şefaatin kimseye fayda vermeyeceği bir günden sakının ve (o gün) onlara yardım da edilmez.
Açıklaması
Şanı yüce Rabbimiz Yahudilere ihsan etmiş olduğu nimetleri tekrar hatırlatmaktadır. Onların gayretlerini yenilemek, nefislerinde imana doğru bir canlanış sağlayıp niteliklerini kitaplarında buldukları ümmî peygambere tabi olmalarına teşvik etmek amacı ile bu yapılmaktadır. Daha sonra Yüce Allah öğüt ve hatırlatma ile birlikte ahiret günü azabından korkutmaktadır.
Birinci ayet-i kerimede Yüce Allah Kur’ân-ı Kerim’in indirildiği dönemde bulunan Yahudilere öğüt vermekte, atalarına ihsan etmiş olduğu dünyevî ve dinî pek çok nimeti hatırlatmaktadır. Onlara, kendilerini düşmanlarının elinden kurtardığını, üzerlerine menni ve selvayı indirdiğini, zillet ve baskı altında iken bu durumdan kurtarıp ülkede iktidar verdiğini, aralarından peygamberler gönderdiğini, peygamberlere itaat ettikleri ve peygamberlerin rablerinden getirdiklerini tasdik ettikleri dönemlerde çağdaşları olan alemlere üstün kıldığını hatırlatmaktadır. Ta ki sapıklıklarını terk etsinler, akıllarını başlarına alıp doğruyu bulsunlar. Onların üzerindeki en büyük nimetlerden bir tanesi de kendilerine gönderilen Tevrat’tır. Her kim nimete şükredip Tevrat’ta bulunanların tümüne iman ederse o kişi Tevrat’ta müjdesi verilen peygambere de iman etmesi gerekir.
İkinci ayet-i kerimede ise Yüce Allah, Tevrat’ı tahrif edip Allah’ın resulü Muhammed (s.a.)’i yalanladıkları için kıyamet günü azabından onları sakındır-maktadır. O gün kimse başkasının günahından sorumlu, tutulmayacak, kimse bir başkasının günahını yüklenemiyecektir. Kimseden başkasının cehennemden kurtarılmasına yarayacak bir fidye alınmayacağı gibi, kimse kimseye sorumlulukları için şefaatçi de olamayacaktır. [1][107]
İbrahim (A.S.)’in Sınanması, Beyt-i Haramın Özellikleri, Mekke’nin Faziletleri
124- Hani Rabbi İbrahim’i bir takım kelimelerle imtihan etmişti. O da bunları eksiksiz yerine getirmişti. “Ben seni insanlara imam yapacağım.” buyurmuştu. O da: “Zürriyetimden de” demişti. (Rabbi) “Zalimlere ahdim erişmez.” diye buyurmuştu.
125- Hani biz o evi insanlar için bir dönüş yeri ve emin (bir mekân) kılmıştık. Siz de İbrahim’in m»lramınHan bir namazgah edinin. İbrahim ve İsmail’e de: “Evimi tavaf edenler, itikâfa girenler, rükû ve secde edenler için titizlikle temizleyin” diye emir vermiştik.
126- Hani İbrahim: “Rabbim bunu emin bir belde kıl ve ahalisinden Allah’a ve ahiret gününe iman edenleri mahsullerle nzıklandır.” demişti. (Rabbi) buyurmuştu ki: “Kâfir olanı dahi kısa bir zaman için faydalandırılacak, sonra onu cehennem azabına mahkum edeceğim. Varacağı yer ne kötüdür!”
Nüzul Sebebi
- ayet-i kerime olan: “İbrahim’in Makamı’ndan bir namazgah edinin” buyruğu ile ilgili olarak Buharî ve başkaları Hz. Ömer’in şöyle dediğini rivayet etmektedirler: Üç hususta dileğim Rabbimin iradesine muvafak düştü. Ey Allah’ın Resulü, İbrahim Makamı yakınında bir yeri namazgah edinsen, dedim, bunun üzerine: “İbrahim’in Makamı’ndan bir namazgah edinin” buyruğu nazil oldu. Bir başka sefer: “Ey Allah’ın Resulü!” dedim, “Senin hanımlarının bulunduğu yere iyi olanı da kötü olanı da giriyor. Keşke hanımlarına perde arkasına saklanmalarını emretsen.” Bunun üzerine hicab ayeti (Ahzab: 33/53) nazil oldu. Resulullah (s.a.)’ın hanımları kıskançlık hususunda bir araya gelip birleştiler. Ben onlara: “Eğer o sizi boşarsa umulur ki Rabbi ona sizin yerinize sizden daha hayırlı zevceler verir.” (Tahrim: 66/5) dedim ve bunun üzerine bu ayet nazil oldu. [2][108]
Açıklaması
Ya Muhammed! Müşrik olan kavmine de, başkalarına da Yüce Allah’ın İbrahim (a.s.)’i bir takım emir ve yasaklardan oluşan bazı hükümlerle sınadığını hatırlat. O bu yükümlülükleri eksiksiz bir şekilde yerine getirmiş, en hayırlı bir şekilde ifa etmişti. Nitekim Yüce Allah: ‘Ye (ahdini) eksiksiz yerine getiren İbrahim” (Necm: 53/32) diye buyurmaktadır. Sınadığı zatın doğruluğunu bilmekle birlikte, şanı yüce Allah’ın onu sınamaktan kastı, diğer insanlara onun bu konudaki doğruluk ve samimiyetini ortaya çıkartıp göstermektir. Yüce Allah’ın: “Hani rabbi… imtihan etmişti” buyruğunda “zaman” in hatırlatılmasın-dan kasıt, bu tür olayların meydana geldiği zamandır. Kur*ân-ı Kerim diğer taraftan bu “kelimeler” in neler olduğunu açıkça ifade etmemektedir. Bunların hac menasiki oldukları söylendiği gibi, Hz. İbrahim’in kayboluşlarını Yüce Allah’ın vahdaniyetine delil olarak gördüğü yıldız, güneş ve ay olduğu da söylenmiştir; başka şeyler de söylenmiştir.
Yüce Allah da Hz. İbrahim’i en güzel şekilde mükâfatlandırmış ve ona: Ben seni insanlara bir resul ve bir imam yapacağım. Dinleri hususunda onların önderi olacaksın. Onlar bütün bu hususlarda sana uyacaklar, salihler senin ardından gelecekler, diye buyurmuştur. Hz. İbrahim de insanları tevhit dinine ve şirki terketmeye davet etti.
Hz. İbrahim benim zürriyetimden de bu şekilde önderler kıl, diyerek kendi zürriyeti için yaşayışlarında, din ve ahlâklarında hayırlı olan insanlar temenni etti. Bunda garip kaçacak bir taraf yoktur. Çünkü insan her zaman için oğlunun kendisinden daha iyi durumda olmasını ister.
Yüce Allah ona şu cevabı verir: Senin isteğini kabul ediyorum. Senin soyundan insanlar için bir takım kimseleri önder yapacağım. Fakat kendilerine zulmeden zalimler benim imamet ya da peygamberlik ahdime nail olamayacaklardır. Çünkü böyleleri insanlara önder olmaya elverişli kimseler değildir. Çünkü imam, dininin ve ailesinin korunmasında başkalarını dosdoğru yola uymaya iletmekte, zulümden alıkoymakta, insanların uyulan örneği ve önderidir. Sapmak suretiyle kendi öz nefsine zalim olan imam başkasını nasıl doğrul-tabilecektir.
Burada “ahid”den kasıt peygamberlik ya da imamettir.
Bu buyrukta, zulmün kötülendiğinin, kötü bir şey olduğunun, zalimlerden nefret edilmesi, uzak kalınması gerektiğinin delili vardır.
Daha sonra Yüce Allah bu ayet-i kerimelerde Araplara da pek çok nimeti hatırlatmaktadır. Bunlardan bir tanesi Beyt-i Haram’m yani Kabe’nin insanlar için hac vaktinde olsun, başka zamanlarda olsun ibadet kastı ile dönüp durdukları bir yer olmasıdır. Bu ise ticari ve ekonomik hareketi canlandırır, oraya türlü hayırların, bollukların gelmesini sağlar. Araplara olan lütuflardan bir tanesi de, Beyt-i Haram’ın kişilerin korktuklarından yana huzura kavuştukları güvenilir bir yer kılınmasıdır. Oraya giren güvenlik içerisinde olur. Nitekim Yüce Allah bu hususu şöylece dile getirmektedir: “Biz onlara emin bir haram (belde) verdiğimizi görmüyorlar mı? Bununla birlikte onların etrafından insanlar yakalanıp kapılmaktadırlar. Bundan sonra hâlâ batıla inanıp Allah’ın nimetini inkâr mı edecekler?” (Ankebut: 29/67).
Daha sonra Yüce Allah müslümanlara İbrahim’in makamını namazgah edinmeleri emrini vermektedir. Namazlarında orayı tercih etmeleri istenmektedir. Çünkü buranın Hz. İbrahim’in orada ayakta durmasıyla üstün bir şerefi vardır. Buradaki emir vücub için değil, nedb (teşvik) içindir. Müslümanlar da tıpkı İbrahim (a.s.)’e çağdaş olan müminlerin emrolunduğu gibi bununla emro-lunmuşlardır.
Bu ev temizdir, tertemizdir. Biz İbrahim’e ve İsmail’e orayı putlardan ve İbrahim (a.s.)’in eline geçmezden önce müşriklerin yaptıkları putlara ibadetten temizlemesini emrettik. Maddî pislikten ve manevî her türlü kirlilikten de arındırmasını buyurduk. Hac menasiki ile Safa ile Merve arasında sa’y etmek, tavaf etmek, orada ikamet edip rükû ve secde etmek gibi ibadetlerin edası esnasında boş, çirkin söz ve orada anlaşmazlık çıkarmak gibi manevî pisliklerden de arındırmalarını emrettik. Peygamber (s.a.)’den rivayet edildiğine göre, o Mekke’yi fethettiğinde Beytullah’taki putların kırılmasını emreder. Elinde bulunan sopa ile bu putları vurarak şu ayeti okur: “De ki: Hak geldi batıl da çekişe çekişe can verdi. Zaten batıl, çekişe çekişe can verip yok olucudur.” (İsra: 17/81).
Hz. İbrahim ve ondan sonra gelenler bu ibadetleri yerine getirmekle emro-lunmuşlardı. Bunların keyfiyetini ve yerine getirilme yolunu bilmesek dahi bu böyledir. Buraya Beyt (ev) denilmesinin sebebi, Yüce Allah’ın, sağlıklı bir ibadetin edası için orayı bir mabed kılması ve namaz kılanlara ibadetlerinde oraya yönelmelerini emretmesi dolayısıyladır.
Namaz kılanlar için Kâ’be’nin yönelecekleri bir yer kıhmşındaki hikmet ise, ibadetlerin ve duyguların birleştirilmesi, Yüce Allah’ın huzurunda bulunmanın bir belirtisi olarak münhasıran mukaddes ve ilâhî zata yönelmektir. Gerçek manada ve gereği gibi Yüce Allah’ın huzurunda durabilmek imkânsız bir şeydir. O bakımdan ilâhî rahmetin o Beyt’te hazır olduğu düşünülür. Bu nedenle KaTbe’ye yönelmek zat-ı ulûhiyyete yönelmek gibidir.
Yüce Allah’ın Peygamberine hatırlatmasını emretmiş olduğu Araplar üzerindeki nimetlerinden bir tanesi de İbrahim (a.s.)’in bu beldeyi güven ve huzur beldesi kılması için dua etmesidir. O beldeye zorbalar musallat olamaz. Günahkâr suçlular oranın saf havasını bulandıramaz. Yüce Allah’ın orayı yerin dibine geçmekten, zelzelelerden, sellerden ve buna benzer diğer beldeler üzerindeki gazabının görünür şekillerinden koruması da bu nimetler arasındadır.
Hz. İbrahim, Allah leâlâ’dan o belde halkını türlü ve en güzel meyve ve mahsullerden nzıklandırmayı, yeryüzünün çeşitli hayır, bereket ve güvenliğinden faydalandırmayı istemiştir. Bu ya onun yakınında ziraat ile ya da uzak bölgelerden çeşitli meyve ve mahsullerin getirilmesi ile olur. Görüldüğü gibi bütün bunlar gerçekleşmiştir. Nitekim Yüce Allah da bu hususu şöylece dile getirmiştir: “Biz onları güven dolu bir hareme yerleştirmedik mi? Oraya her çeşit mahsullerden -tarafımızdan bir rızık olmak üzere- toplanır gelir; fakat onların çoğu bilmezler.” (Kasas: 28/57).
Hz. İbrahim’in duasının kabul olunması müminler için bir ikram ve bir lü-tuftur. Allah’ın rahmeti müminleri de kâfirleri de kapsayıcıdır. Allah’ın herkese nzik verdiği bir gerçektir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Onların hepsine şunlara da bunlara da ardı ardına Rabbinin bağışından veririz. Rabbinin bağışı alıkonmuş değildir.” (İsrâ: 17/20). Şu kadar var ki kâfirlerin dünya nimetlerinden faydalandırılması kısa ve sınırlıdır. Ondan sonra gidecekleri yer cehennemdir. Allah küfre sapana da rızık verir ve kısa bir süre onu da bu rızıktan faydalandırır. O süre ise kafirin bu dünyada kaldığı süredir. Bundan sonra zorunlu olarak, ister istemez cehennem azabına sürülüp götürülür. Onları bekleyen akıbetleri ve dönüş yerleri ne kadar kötüdür!
Bu buyrukta Kureyş Arapları imana teşvik edilmekte, küfürden sakındırıl-makta, hem onlar hem de Kitap Ehli olanlar İslâm çağrısından yüz çevirmekten sakmdırılmaktadırlar. Yüce Allah’ın, yalnızca müminler için rızık talebini zikretmesi onların bu işe lâyık olduklarına, bu işi hak ettiklerine de bir işarettir. [3][109]