VEHBE ZUHAYLİ’NİN (RH.A) BAKIŞ AÇISIYLA BAKARA SURESİ 127. VE 129. AYETLER

Kabe’nin İnşa Edilmesi Ve Hz. İbrahim İle Hz. İsmail’in Duası
127- “Hani İbrahim ve İsmail o evin temellerini birlikte yükseltiyorlardı: “Rabbimiz, bizden kabul buyur. Şüphesiz sen her şeyi işiten ve hakkıyla bilensin.”
128- “Rabbimiz, îlrimigi de sana teslim olmuş ve soyumuzdan da müslüman bir ümmet kıl! Bize menasikimizi göster, tevbelerimizi kabul buyur. Çünkü tevbeleri en çok kabul eden ve hakkıyla esirgeyen sensin.”
129- “Rabbimiz, onların arasında onlardan bir peygamber gönder ki, onlara ayetlerini okusun, onlara Kitabı ve hikmeti öğretsin. Onları tezkiye etsin. Şüphesiz sen Azizsin, Hakimsin.”
Açıklaması
Ey Muhammed! Kavmine bir de İbrahim (a.s) ile oğlu İsmail (a.s.)’in Beyt’in kaidelerini ve temellerini inşa ettikleri zamanı hatırlat! Onu yapan iki kişinin iki peygamber olduğunu ve putperest bir ülkenin ortasında o Beyt’in ibadete tahsis edilmesindeki fazileti hatırlat! Bu fazilet o evin taşlarında, konumunda ve semadan nazil oluşunda değildir. O Beyt’e yönelmek hiçbir mekân hududuna sığmayan ve hiçbir cihete hasrolmayan Yüce Allah’a yönelmek demektir. Oradaki Hacer-i Esved’in istilâm edilmesi (selâmlanması) namazda Kabe’ye yönelmek gibi taabbüdi bir davranış sayılmıştır. Bu taşın bizatihi bir meziyeti yoktur. Hatta Ömer b. el-Hattab’ın onu istilâm ettiği sırada söylediği şu söz gereği diğer taşlar gibi, o da bir taştır: “Allah’a yemin ederim, ben senin zararı da faydası da olmayan bir taş olduğunu biliyorum. Eğer Resulullah ” s.a.)’ı seni öperken görmemiş olsaydım, ben de seni öpmezdim. Daha sonra Hz. Ömer yaklaştı ve taşı öptü.” [1][110]
Binayı yükselttikleri esnada Hz. İbrahim ile Hz. İsmail şu sözleriyle dua ediyorlardı: “Rabbimiz, şüphesiz ki sen duamızı işitensin. Bütün amellerimiz-deki niyetlerimizi çok iyi bilensin. Rabbimiz ikimizi de sana itaatla bağlanan, ıtikadlan ile sana ihlâsla yönelen kimseler kıl! Senden başkasına yönelmeye-lim, senden başkasından yardım istemeyelim ve bütün amellerimizde senin rızandan başkasını aramayalım. Rabbimiz, soyumuzdan sana ihlasla bağlanan, emirlerine itaatla boyun eğen bir topluluk yarat. Yarat ki İslâm, bütün nesiller boyunca devam edip gitsin. Rabbimiz, ibadet şekillerimizi, ibadet yerlerimizi bize göster, bize bildir! Nerede ihrama girileceği, Arefede nerede vakfe yapılacağı, neresinin tavaf edileceği, nerede sa’y yapılacağı gibi haccın amellerini bizlere öğret! Tevbemizi kabul buyur. Çünkü sen Tevvâbsın; Rahimsin; kullarının tevbelerini çokça kabul edensin. Onları azaptan kurtarmak suretiyle tevbe edenlere çok merhametlisin.”
Onların bu şekildeki dua ve yakarışları soylarından gelecek olanlara bir ırşaddır, bir yol göstericiliktir. İtaat üzere sebat etmeleri ve devamlı olmaları için Allah’tan bir taleptir. Yoksa onlar günahkâr olduklarından bu duayı etmiyorlardı. Çünkü peygamberler masumdur. İnsanlarca menasikin bilinmesi ve Beyt’in bina edilmesinden sonra vakfe yerinin ve oradaki diğer yerlerin, günahlardan arınıp tevbenin Allah’tan isteneceği yerler olduğunu açıklamak için böyle dua etmişlerdir.
Rabbimiz, sen o müslüman ümmet arasında onlardan bir resul gönder! O resul onlara karşı çok şefkatli olsun. Onlar da onun sayesinde insanların en üstünleri, en şereflileri olsunlar. Onun çağrısını kabul edebilsinler, onu eksiksiz bir şekilde gereği gibi tanıyıp doğruluğunu, emin oluşunu, iffetini, istikamet üzere oluşunu ve buna benzer mümtaz özelliklerini hissedercesine görüp tanısınlar. Bu peygamber onlara karşı Yüce Allah’ın vahdaniyetini, öldükten sonra dirilme ve amellerin karşılıklarının görülmesine dair delilleri ihtiva eden ayetlerini okusun. Onlara KuVân’ı, şeriatın sırlarını ve maksatlarını, bir de nefislerinin kendileri vasıtasıyla kemale ereceği bilgi ve marifetleri öğretsin. Şirkin pisliklerinden, türlü masiyetlerden onları arındırsın. Onlara güzel ahlâkı öğretsin. Çünkü sen mağlûp edilemeyen güçlü (Azîz), bütün işlerinde hikmeti sonsuz (Hakîm) olansın. Ancak hikmet ve maslahatın gereği olan şeyleri yaparsın. İmam Malik der ki: Burada sözü geçen hikmet, dini bilmek, te’vil hususunda fıkıh (derin bilgi) sahibi olmak ve bir seciye ve Yüce Allah’ın nurunun neticesi olan bir kavrayıştır. [2][111]