sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

VEHBE ZUHAYLİ’NİN (RH.A) BAKIŞ AÇISIYLA BAKARA SURESİ 142. VE 143. AYETLER

VEHBE ZUHAYLİ’NİN (RH.A) BAKIŞ AÇISIYLA BAKARA SURESİ 142. VE 143. AYETLER
11.02.2025
15
A+
A-

Kıblenin Değiştirilmesine Hazırlık

 

142-  İnsanlardan kimi kıt akıllılar: “Onları yöneldikleri kıblelerinden çe­viren nedir?” diyeceklerdir. De ki: “Do­ğu da Batı da Allah’ındır. O dilediğini dosdoğru yola iletir.”

143- Böylece sizi vasat bir ümmet kıl­dık. Bütün insanlara karşı şahidler olasınız, bu peygamber de üzerinize bir şahid olsun diye. Senin hala yönel­diğin kıbleyi ancak o peygambere uyanları ayağının iki ökçesi üzerinde geri döneceklerden ayırd edelim diye kıble yaptık. Elbette bu büyük bir iş­tir. Ancak Allah’ın hidayet ettiği kim­seler için değil. Allah imanınızı boşa çıkartmaz. Şüphesiz Allah insanları af­fedicidir, merhametlidir.

 

Nüzul Sebebi

 

Buharî’nin rivayetine göre el-Berâ b. Azib şöyle demiştir: Resulullah (s.a.) Medine’ye gelince Beytülmakdis’e doğru 16 veya 17 ay süreyle namaz kıldı. Resulullah (s.a.) kıble tarafına doğru yönünün çevrilmesini istiyor, arzuluyor-du. Bunun üzerine Yüce Allah: “Biz yüzünü göğe doğru evirip çevirdiğini görü­yoruz.” (Bakara, 2/144) ayetini indirdi. İnsanlardan kıt akıllılar olan Yahudiler: “Onları yöneldikleri kıblelerinden çeviren nedir?” dediler. Yüce Allah da: “De ki: Doğu da batı da Allah’ındır.” buyruğunu indirdi.

Yine Buharî ile Müslim’de el-Berâ b. Azib’den şöyle denilmektedir: Kıble değiştirilmeden önceki kıbleye (Beytülmakdis’e) doğru namaz kılmaya devam ederken bazı kimseler vefat ettiler, bazıları da öldürüldüler. Onlar (in geçmiş amelleri ve imanları) hakkında ne söyleyeceğimizi bilemedik. Bunun üzerine Yüce Allah, “Allah imanınızı boşa çıkarmaz” buyruğunu indirdi. [1][1]

 

Açıklaması

 

Bu ayet-i kerimelerde Yüce Allah kıblenin değiştirilmesinin hazırlığını yapmakta, bunun sebebini beyan etmektedir. Şanı Yüce Allah kıblenin değişti­rilmesi ile birlikte ortaya çıkacak birtakım çalkantılara dair, -bildiklerine uy­gun- hükümler koydu. Ta ki müslümanlar şaşırtma, tenkid ve şüpheye düşürme hamlelerine de hazırlıksız yakalanmasınlar. Bunun için Yüce Allah; Yahudi, müşrik ve münafık taifelerinden beyinsiz, kıtakıllı, zayıf imanlı kimselerin tep­ki göstererek hayretle şöyle diyeceklerini beyan etmektedir: Müslümanları yö­nelmiş oldukları kıbleden döndüren nedir? Halbuki o kıble peygamberlerin, ra-sullerin kıblesidir. Yahudilerin böyle bir tepki göstermelerinin sebebi kıblelerine yönelişin terkedilmesidir. Müşriklerin maksadı ise, dini tenkid etmekten ibaretti. Diğer taraftan her iki halde de kıbleye yönelmeyi gerektirecek bir durumun olmadığı görüşünde idiler. Münafıklara gelince, zaten onların işleri güçleri din ile ilgili şüphe tohumlarını ekmek için fırsatları değerlendirmek, bu tek bir kıb­le üzerinde karar kılmayarak Beytülmakdis’e yönelmek şeklindeki geçmiş örfle­re muhalefet etmek sebebiyle insanları dinden uzaklaştırmaya çalışmaktır.

Allah bütün bunlara şöylece cevap vermektedir: Bütün yönler yalnız Al­lah’ındır. Bir yönün ötekine göre bir üstünlüğü yoktur. Beytülmakdis’teki kaya­nın yahut da Kabe’nin kendisinden kaynaklanan özel bir faydası yoktur. Emir bütünüyle Allah’ındır. O dilediğini seçer ve sizler her nereye yönelirseniz Al­lah’ın “Vechi” oradadır. Allah’ın mutlak iradesinin bir gereği de insanlara iba­detlerinde onları bir araya getirecek tek bir kıble tayin etmesidir. Allah işin ba­şında müminlere Beytülmakdis’e yönelmelerini emretmiş ve bununla Allah’ın dininin bir ve tek olduğunu, bütün peygamberlerin yöneldikleri yönün aynı ol­duğunu, ibadetlerindeki gerçek maksadın Allah’a yönelmek olduğunu bildir­mek istemişti. Daha sonra Yüce Allah müminlere Kabe’ye yönelmelerini emret­ti. Müminler her iki durumda da Allah’ın emrine uymaktadır. Hayır, onun yön-lendirmesindedir. Allah dilediği kimseleri dünya ve ahiret mutluluğuna götü­ren en doğru yola iletir: İster Beytülmakdis’e yönelmek suretiyle olsun ister Kabe’ye yönelmek suretiyle olsun.

Daha sonra Yüce Allah, müminlere onların üzerlerindeki lütuflarını hatır­latarak şöylece hitap etmektedir: “Böylece sizi vasat bir ümmet kıldık…” Yani bizler sizleri İslam dinine yani dosdoğru yola hidayet ettiğimiz, sizleri İbrahim (a.s.)’in kıblesine döndürdüğümüz, o kıbleyi sizin için seçtiğimiz gibi, hayırlı ve adaletli (vasat) müslümanlar da kıldık. O bakımdan onlar, ümmetlerin hayırlı­ları, bütün işlerde din ve dünya ile ilgili hususlarda ifrat ve tefrit söz konusu olmaksızın vasattırlar. Dinlerinde onların herhangi bir aşırılıkları yoktur. Gö­revlerinde kusurlu hareket etmezler. Onlar Yahudi ve müşrikler gibi maddeci olmadıkları gibi, Hristiyanlar gibi kendilerini bütünüyle manevî hayata da adamazlar. Onlar bedenin hakkı ile ruhun hakkını bir arada veren kimselerdir. Onlardan herhangi birisini ihmal etmezler. İnsanın bir ceset ve bir ruhtan iba­ret olduğu esası üzerinde yükselen insanî fıtratın gereğini yerine getirirler.

Bu vasat oluşun amaç ve meyvelerinden bir kısmı Müslümanların Kıya­met gününde geçmiş ümmetlere gelen peygamberlerin Allah’ın davetini kendi milletlerine tebliğ ettiklerine dair olan şehadetleridir. Maddeciler Allah’ın hu­zurunda kusurlu hareket ettiler, lezzet ve zevklerine dalıp dünya hayatına yö­neldiler. Sadece ruhanî hayata önem verenler ise Allah’ın helal ve hoş kıldığı şeylerden faydalanmaktan kendilerini mahrum ettiler ve böylelikle harama düştüler, itidal yolundan çıkıp saptılar ve bedenin ihtiyaçlarına karşı gelerek suç işlediler.

Bunu pekiştiren husus da Allah’ın Rasulünün ümmetine karşı yaptığı teb­liği delil göstererek şahitlikte bulunmasıdır. Yani o, onlara Allah’ın itidali el­den bırakmayan şeriatini tebliğ etti, onlara adil bir imam (yönetici) oldu, uyu­lacak güzel bir örnek teşkil etti. Vasat oluşta en üstün örnek oldu. Onlar bu vasat oluştan sapmamahdırlar. Çünkü onlar peygamberleri tarafından kendileri­ne karşı kesin bir delil ortaya konulmak ile karşı karşıya kalacaklardır. Çünkü o dosdoğru dini açıkça ilan etmiş ve güzel bir hayata sımsıkı bağlı kalmıştır. Bundan her kim saparsa rasul de ona karşı Yüce Allah’ın şu buyruğunda nite­liğini belirttiği ümmetinden olmadığına dair şahitlikte bulunacaktır: “Siz in­sanlar için çıkartılmış en hayırlı bir ümmetsiniz. Marufu emredersiniz ve mün-kerden alıkoyarsınız ve siz Allah’a da iman edersiniz.” (Âl-i İmran, 3/110). İşte bu doğru yolun dışına çıkan kimse vasat olma durumunun dışına çıkmış, sap­mış olur. Rasulün şehadet edeceğinin hesaba katılması adeta sapmaktan alıko­yan, hak ve adalete bağlı kalmanın garantisi mesabesindedir.

Ümmetlere karşı şahitlik etmek ile rasulün şehadet etmesi şeklindeki iki türlü şehadeti şöylece açıklayabiliriz: Şahit (şehadette bulunan), hakkında şe­hadet olunana karşı bir gözetleyici ve bir kontrol edici gibidir. Hadis-i şerifte şöyle buyurulmaktadır: “Kıyamet gününde ümmetler peygamberlerin tebliğ et­tiklerini inkâr edeceklerdir. Bunun için Allah -olanı en iyi O bildiği halde- pey­gamberlerden (ümmetlerine) tebliğ ettiklerine dair delil getirmelerini isteye­cektir. Bunun üzerine Muhammed (s.a.)’in ümmeti getirilecek ve onlar bu ko­nuda şahitlik edeceklerdir. Diğer ümmetler: Siz bunu nereden biliyorsunuz? di­ye soracaklar; Muhammed ümmeti: Bizler bunu Yüce Allah’ın doğru söyleyen peygamberi vasıtasıyla bize bildirdiği Kitabında verdiği haberden öğrenmiş bu­lunuyoruz, diyeceklerdir. Bunun üzerine Muhammed (s.a.) getirilecek ve ona ümmetinin durumu hakkında soru sorulacaktır. O da ümmetini tezkiye edecek, onların adaletli olduklarına dair şahitlikte bulunacaktır. İşte Yüce Allah’ın, “Her ümmetten birer şahit onların üzerine de seni şahit kıldığımız zaman (hal­leri) nasıl olacaktır?” (Nisa, 4/41) buyruğunda işaret ettiği budur.”

“Bütün insanlara karşı şahitlik olasınız.” buyruğundan sonra gelen: “Bu peygamber de üzerinize bir şahid olsun.” buyruğundan maksat şudur: Evvela bu ümmetin, diğer ümmetlere karşı şehadette bulunacakları tespit edilmekte, daha sonra da rasulün onlara karşı şahitlik etmesinin onlar için özel bir durum olduğu da ifade edilmektedir.

Kısacası, diğer ümmetlere karşı şehadette bulunmanın ölçüsü ve sebebi, İs-lâmın vasat oluşudur. Bunu tekid eden de Allah’ın rasulünün ümmetine karşı onları tezkiye etmek ve âdil olduklarını bildirmek şeklindeki şehadeti olacaktır.

Yüce Allah’ın, “Senin hala yöneldiğin kıbleyi…” buyruğunun anlamı şu­dur: Ya Muhammed! Bizim senin için önce Beytülmakdis’e dönmeyi teşri buyu­rup daha sonra seni Kabe’ye döndürmemizin sebebi, ancak sana uyup itaat eden ve seninle birlikte döndüğün yere dönecek olanlar ile ökçeleri üzere geri­sin geri dönecek olanlar açıkça birbirinden ayrılsın diyedir. Yani imanı üzere sebat edecek olanın olmayandan açıkça ayrılmasını sağlamak üzere böyle yap­tık. O halde bu, her insanın amelinin karşılığını görmesi için öngördüğümüz bir imtihan ve bir ibtilâdır. İşte bu ayet-i kerimede geçen “kıble’den kasdm, açıkça ilk kıble olduğunu Yüce Allah’ın, “(Önceden) yöneldiğin kıbleyi…” buyru­ğu ortaya koymaktadır. Bir diğer görüşe göre ise bundan kasıt ikinci kıble yani Kabe’dir. Bu durumda bunun anlamı: “Hâlâ yöneldiğin kıbleyi…” anlamında olur (ki mealde böyledir). Yani hali hazırda senin yönelmekte olduğu kıbleyi… ayırdedelim diye kıble yaptık; demek olur. Yüce Allah’ın, “Siz insanlar için çı­kartılmış en hayırlı bir ümmetsiniz.” (Âl-i İmran, 3/110) buyruğu da bazılarına göre bu kabildendir.

Zemahşerî ve aynı şekilde Ebu Hayyan ikinci görüşü benimseyerek şöyle demektedirler: “Senin hâlâ yöneldiğin…” buyruğu kıble için sıfat değildir. Bu “yaptık” fiilinin ikinci mefulüdür. Yüce Allah burada şunu buyurmaktadır: Se­nin hâlâ yönelmekte olduğun kıble ciheti -ki o da Kabe’dir-… Çünkü Resulullah (s.a.) Mekke’de iken Kabe’ye doğru namaz kılıyordu. Hicretten sonra ise Bey-tülmakdis’teki kayaya doğru namaz kılması emrolnndu. Bununla Yahudilerin kalpleri İslama ısındırılmaya çalışılıyordu. Daha sonra Resulullah (s.a.) Ka­be’ye döndürüldü. Yüce Allah burada şöyle buyurmak istiyor: Önceleri Mek­ke’de yöneldiğin cihet ve kıbleyi, yönelmen gereken kıble kılmamızın tek sebe­bi, insanlar için bir imtihan ve bir ibtilâ olsun diyedir. Seni sırf bu maksatla tekrar ona döndürdük.

Yüce Allah’ın, “Ayırdedelim (bilelim) diye kıble yaptık.” buyruğundan ka­sıt, insanlar arasında bu bilginin açığa çıkması ve meydana gelmesidir. Hz. Ali şöyle buyurmaktadır: “Bilelim diye” buyruğunun anlamı “görelim diye” şeklin­dedir. Arapların bilmeyi görmek yerinde, görmeyi de bilmek yerinde kullandık­ları olur. Yüce Allah’ın, “Rabbinin Fil ashabına nasıl ettiğini görmedin mi…?” (Fil, 105/1) buyruğunda “görmedin mi?” sorusu “bilmedin mi?” anlamındadır.

Yüce Allah’ı, “Elbette bu, büyük bir iştir.” buyruğuna gelince: Yani kıblenin değiştirilmesi gerçekten de birinci kıbleye yönelmeye alışmış olan kimseler için ağır ve zordur. Yahut bu iş yani Beytülmakdis’ten Kabe’ye yönelme -insan alış­tığı şeylere ısınıp bağlandığından dolayı- zor gelir. Ancak, bu zorluk dininin hü­kümlerini, şeriatının sırrını bilen, Allah’ın hidayet verdiği kimseler için değil­dir. Çünkü bunlar böylelikle kendilerinden istenenin Allah’a itaat olduğunu, herhangi bir kıbleyi seçmekteki hikmetin ümmetin o kıble etrafında toplanıp onun çerçevesinde duygularının tevhidi olduğunu bilirler. Bu ise o ümmeti bir­liğe götürür ve hayatının bütünü alanlarında söz birliği etmelerini sağlar: “İman etmiş olanlara gelince; bu onların imanlarını artırmıştır ve onlar birbir­leriyle müjdeleşirler. Kalplerinde hastalık bulunanlara gelince, onların küfürle­rine küfür katıp artırmıştır.” (Tevbe, 9/124-125).

“Allah imanınızı boşa çıkarmaz.” buyruğuna gelince; Allah’ın hikmet ve rahmeti gereği sizin iman üzere sebatınızı namaz ve kıble hususunda rasule tabi oluşunuzu boşa çıkarmaz. Allah size eksiksiz mükafat verecektir. O sizin ecrinizi zayi etmez. Çünkü Yüce Allah kullarına karşı son derece Raûftur. Bü­tün insanlara karşı rahmeti geniş olandır. Onlardan herhangi bir kimsenin amelini boşa çıkarmaz. İmanlarının samimiyetini, ihdaslarını bilmek kasdıyla onların sınanmaları imanın semerelerinin zayi olması, ecir ve mükâfat kazan­ma imkânının ortadan kaldırılması için bir sebep olamaz. Aksine kullarının amellerine o eksiksiz bir şekilde karşılık verecektir.

“Allah imanınızı boşa çıkarmaz.” ayeti, ilim adamlarının ittifakı ile Bey-tülmakdis’e doğru namaz kılma emrinin geçerli olduğu dönemde vefat edenler hakkında nazil olmuştur. Nitekim Buharî’ de el-Berâ b. Azib’den -nüzul sebebi­ni açıklarken geçtiği üzere- bu şekilde sabit olmuştur. Tirmizî İbni Abbas’ın şöyle dediğini rivayet etmektedir: Resulullah (s.a.)’a Kabe’ye dönme emri veri­lince şöyle dediler: Ey Allah’ın rasulü, Beytülmakdis’e doğru namaz kılmaya devam ederken vefat eden kardeşlerimizin durumu nasıl olacaktır? Bunun üze­rine Yüce Allah, “Allah imanınızı boşa çıkarmaz.” ayetini indirdi. Tirmizî dedi ki: Bu hasen-sahih bir hadistir.

Burada Yüce Allah namaza “iman” adını vermektedir. Çünkü namaz hem niyet hem söz hem de ameli kapsar. Muhammed b. İshâk da der ki: “Allah ima­nınızı boşa çıkarmaz.” Yani kıbleye yönelmek ve peygamberinizi tasdik etmek suretiyle hareket etmeniz boşa çıkmayacaktır. Kurtubî’ye göre Müslümanların ve usul alimlerinin çoğunluğu bu görüştedir.

Daha sonra Yüce Allah bu ayet-i kerimeyi, “Şüphesiz Allah insanları affe­dicidir, merhametlidir.” buyruğu ile sona erdirmektedir. Böylelikle bu ayet-i ke­rime bundan önceki buyruğun gerekçesini ifade etmektedir. Yani Yüce Allah lütfü ve rahmetinin genişliği, merhameti dolayısıyla sizleri din hususunda si­zin için daha uygun ve daha faydalı olan şer”î bir hükümden bir başka hükme muhatap kılmıştır. Yahut Yüce Allah iman edenin imanını zayi etmez, anla­mındadır. Bu anlam ise, Ebu Hayyan’ın da ifade ettiği gibi daha zahirdir (daha açık bir şekilde anlaşılmaktadır). [2][2]

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.