VEHBE ZUHAYLİ’NİN (RH.A) BAKIŞ AÇISIYLA BAKARA SURESİ 158. VE 162. AYETLER

Safa İle Merve Arasında Sat Etmek Ve Allah’ın Ayetlerini Gizlemenin Cezası
158- Şüphe yok ki Safa ile Merve Allah’ın alametlerindendir. Her kim Beyt’i hac eder veya umre yaparsa onları tavaf etmesinde kendisi için bir vebal yoktur. Kim de gönül isteği ile bir hayır işlerse gerçekten Allah şük-redenlerin ecrini verendir ve her şeyi hakkıyla bilendir.
159- Muhakkak indirdiğimiz apaçık ayetlerimizi ve hidayeti insanlara kitapta apaçık bir şekilde bildirdikten sonra gizleyip duranlar var ya, işte onlara hem Allah lanet eder, hem de lanet edenler lanet eder.
160- Ancak tevbe edenler, ıslâh edenler ve açıklayanlar müstesna. Artık onların tevbelerini kabul ederim. Ben tev-beleri çokça kabul edenim, pek çok rahmet edenim.
161- Muhakkak inkâr edip de kâfir olarak ölenler var ya, işte Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onların üzerinedir.
162- İçinde ebedî kakçıdırlar. Ne üzerlerinden azap hafifletilir ne de onlara mühlet verilir.
Nüzul Sebebi
- ayetin nüzul sebebi ile ilgili olarak Buharî, Enes b. Mâlik (r.a.)’den şunu rivayet etmektedir: Enes’e Safa ile Merve hakkında sorulunca şöyle der: “Biz o ikisi (arasında tavaf etmeyi) cahiliye işinden zannediyorduk. İslâm gelince onlardan uzak durduk. Bunun üzerine Yüce Allah da: “Şüphe yok ki Safa ile Merve Allah’ın alametlerindendir” buyruğunu indirdi. el-Hakim de bunun bir benzerini İbni Abbas’dan rivayet etmiştir.
Buharî ile Müslim Urve’den, o Aişe (r.anha)’den şunu rivayet etmektedir: Urve dedi ki: Aişe’ye dedim ki: Yüce Allah’ın, “Şüphe yok ki Safa ile Merve Al-lah’an alametlerindendir. Her kim Beyt’i hacceder veya umre yaparsa onları güzelce tavaf etmesinde kendisi için bir vebal yoktur” buyruğu hakkındaki görüşün nedir? Benim görüşüme göre bir kimse aralarında tavaf etmeyecek olursa onun için bir vebal olmaz. Bunun üzerine Hz. Aişe dedi ki: Kızkardeşimin oğlu! Ne kadar kötü bir söz söyledin?! Eğer senin anladığın şekilde olmuş olsaydı bu buyruk: “Onları tavaf etmemesinde kendisi için bir vebal yoktur” şeklinde olmalıydı. Halbuki bu ikisi ile ilgili olarak bu ayetin indiriliş sebebi şudur: Ensar İslâm’a girmeden önce put Menat için telbiye getirip ihrama giriyorlardı. Onun için telbiye getirip ihrama giren müslümanlar, Safa ile Merve arasında sa’y etmekten çekiniyordu. Bunu Resulullah (s.a.)’a sordular ve dediler ki: Ey Allah’ın Rasulü, bizler cahiliye döneminde Safa ile Merve arasında tavaf etmekten çekinirdik. Bunun üzerine Yüce Allah, “Şüphe yok ki Safa ile Merve..” ayetini indirdi. Daha sonra da Resulullah (s.a.) ikisi arasında tavafı sünnet olarak tespit etti. İkisi arasında hiç kimsenin tavafı terketme yetkisi yoktur.
Bunu Taberînin eş-Şa’bî’den yaptığı şu rivayet de açıklamaktadır: Cahiliye döneminde adı İsaf olan Safa üzerinde bir put ve yine adı Naile olan Merve üzerinde bir diğer put vardı. Cahiliye halkı Beytullah’ı tavaf ettiklerinde bu iki puta sürtünürlerdi. İslâm gelince putlar kırılınca müslümanlar şöyle dediler: Safa ile Merve arasında bu iki put dolayısıyla tavaf yapılıyordu. Yoksa bunlar arasında tavaf haccm şeairinden değildir.” Bunun üzerine Yüce Allah bu ikisinin (Safa ile Merve) şeâirden olduğuna dair buyruğunu indirdi. Yani ikisi arasında sa’y etmekte müslümanlar için bir vebal yoktur. Çünkü onlar putlar için değil, Yüce Allah için sa’y yaparlar.
- ayet-i kerime ile ondan sonraki buyrukların nüzul sebebine gelince: Bunlar da Kitap Ehli âlimleri ile bu alimlerin recm ayetini ve Muhammed s.a.)’in durumu ile ilgili kitaplarındaki buyrukları gizlemeleri hakkında nazil olmuştur. Taberî’nin İbni Abbas (r.anhumâ)’dan rivayet ettiğine göre Muaz b. Cebel, Sa’d b. Muaz ve Harice b. Zeyd, Yahudilerden bir gruba Tevrat’ta bulunan Peygamber (s.a.) ile ilgili buyruklara dair soru sordular. Yahudiler de bu buyrukları onlardan gizlediler. Bunun üzerine Yüce Allah bu ayet-i kerimeyi indirdi. [1][13]
Açıklaması
Muhakkak Safa ile Merve arasında sa’y etmek, Allah’ın dininin alâmetlerinden, haccın ve Yüce Allah’a boyun eğip O’na itaat ve teslimiyetle kulluğun tezahürü olan hac ve umrenin menasikindendir. Kulları O’na Safa ile Merve yakınlarında ibadet eder, ikisi arasında dua, zikir veya Kur’an okuyarak yine Ona ibadet ederler. O bakımdan Beytullah’ı haccedip yahut umre yapan bir kimsenin her ikisi arasında tavaf etmesi dolayısıyla günah kazanması söz ko-rmsu değeildir. Daha önceden müşriklerin bu ikisi arasında tavaf etmeleri durumu değiştirmez. Çünkü onların tavafı Safa ile Merve kayalıkları üzerinde bulunan putları tazim sebebiyle, bir küfür idi. Sizler ise Allah’a iman ile Yüce Allah’ın emirlerine itaat ederek ikisi arasmda tavaf etmektesiniz.
Safa ile Merve arasında sa’y etmenin herhangi bir günah, sakınılacak durum veya vebalinin söz konusu olmayacağının belirtilmesi, hem vacib hem de mendub olan tavafı kapsar. Nitekim itaat olanı yapmak demek olan tatavvu’ farzı da nafileyi de kapsar. Sa’y etmek, cumhura göre farz, Hanefi’lere göre vacib olmakla birlikte vebalin söz konusu olmayacağının belirtilmesi şer”an kabul edilen vacib hükmüne aykırı değildir.
“Şeâir (alâmetler)” tabirinin kullanılmasına gelince; şeâir; Yüce Allah’ın bizden namaz, hac menasiki gibi ifa etmek suretiyle ibadet olarak yerine getirmemizi istedikleri şeylerdir. Bu tabirin ^u\\aTiûmasaı\)X£nVan-5CivBfc %ctâxm«K&k ve itaatin vücubunu yani bu ibadeti ifa etmenin vücuburvu göstermek içindir. Bizler ibadetin anlamını tamamıyla kavrayamazsak yahut sırrını idrak edemezsek ve ibadetlere başkaları kıyas edilmezse dahi bu böyledir. Satış, icâre, şirket, rehin ve buna benzer muamelat gibi şeair dışında kalanlara gelince; bunlar kulların menfaatleri için meşru kılınmıştır ve bunların anlaşılması kolay bir takım sebep ve illetleri, kolaylıkla idrak edilebilecek yönleri vardır. O bakımdan maslahata uygun olarak bunlar hakkında kıyas cereyan eder.
Haccm şeâirinin ömürde bir tek defa ifa edilmesi farzdır. Her kim itaati arttırmak ve asıl farzın dışında fazladan hayır-tatavvuda bulunursa şüphesiz ki Allahu Teâlâ onun iyiliğine karşılık iyilikte bulunacaktır. Kulun yaptığı az şeylere pek çok mükâfat ve sevap verecektir. Allah kimsenin sevabını eksiltme-yecektir. O herkesin maksadını ve iradesini çok iyi bildiği gibi, böyle bir mükâfata kimin hak kazandığını da çok iyi bilir.
Yüce Allah’ın güzel amele karşılık vermesini “şükür” ile ifade etmesi, ahlâki faziletler üzere bir eğitimdir. Çünkü ibadet işlerinin faydası kullara aittir. Bununla birlikte Allahü Teâlâ bu ibadetleri dolayısıyla onlara şükür etmektedir. Artık bundan sonra ilâhî nimetlere karşı kulun nankörlük edip onlara şükretmemesi nasıl yakışır! İyiliğin teşekkür ile karşılanması, nimetin kadrinin bilinmesi vefakâr ve ihlâslı insanların özelliğidir. Hatta bu nimetin artışına, devamına ilâhi lütuf ile şükredip itaat eden kulun kusurlarının örtülmesine bir sebeptir.
İlim adamları burada yer alan “şükür”ü mecaz yolu ile sevap ve amellerinin karşılığı diye anlamışlardır. Çünkü yapılan iyiliğe karşılık vermek ve nimete karşılık övgüde bulunmak ve takdir etmek anlamı ile şükür, Allah hakkında muhal (imkânsız)dır. Zira hiç bir kimsenin Allah üzerinde herhangi bir lütfü veya nimeti söz konusu değildir. Yüce Allah’ın kullarının amellerine ihtiyacı da yoktur. Selef Allah’ın şükür sıfatını sabit kabul etmişlerdir. O bakımdan bunun Onun cemal ve kemaline layık bir sıfat olarak anlaşılması gerekir.
Daha sonra Kur”an-ı Kerim, Kitap Ehli’nin (Yahudi ve Hristiyanların) Resulullah (s.a.)’a karşı inat, ona düşmanlık etmelerini, özellikle de Yahudi ilim adamları ile hahamlarının bu doğrultudaki tavırlarını, öz oğullarını tanıdıkları gibi peygamberi tanımaları ve bile bile hakkı gizlemelerini dile getirmektedir.
İster Tevrat, ister İncil’de olsun gerektiğinde veya ona dair soru sorulduğu vakit Kitaplarında yazılanları olduğu gibi insanlara açıklamamak suretiyle Allah’ın indirdiklerini gizleyenlerin cezaları; Allah’ın rahmetinden kovulmaları, Allah’ın kendilerine gazap etmesi, meleklerin ve insanların toptan onlara lanet etmeleri şeklindedir. Onların yaptıkları bu gizlemeler Peygamber (s.a.)’in Tevrat’ın Tesniye bölümünde yer alan müjde ve niteliklerini saklamak şeklinde olduğu gibi; tercüme esnasında sözlerin yerlerini tahrif edip değiştirmek, onun yerine uydurdukları yalan bir şeyi koymak şeklinde de olabiliyordu.
Bu tür saklama ve gizlemelere karşılık belirtilen cezanın hikmeti şudur: Allah’ın indirmiş olduğu apaçık deliller ve hidayet insanların hayrı, onların dosdoğru yola iletilmeleri içindir. Bu ise Muhammed (s.a.)’in doğruluğunu açık olarak ortaya koyan delilleri belirtmek ve onun durumunun gerçeğini ve ona uymanın, ona iman etmenin farz oluşunu beyan etmekle gerçekleştirdi. Bunlar Allah’ın indirdiklerini gizleyip hakikatleri insanların gözlerinden saklamakla insanları çok büyük bir zarara ve kötü bir akıbete düşürmüş, semavî kitapları işlemez hale getirmiş, bu kitapların verdiği güzel semereleri onlardan beklenen faydalan elde etme imkânını kaldırmış oldular.
İlgili ayet-i kerime dünya ve ahiretleri ile ilgili olarak insanların bilmek ihtiyacını duydukları gizlenen her bilgi ve bunu gizleyen her kişi hakkında geçerlidir. Yüce Allah’ın insanlara açıklanmasını farz kıldığı ilmi gizlemek bu kabildendir. Nitekim Hz. Peygamberin şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir: ‘Kendisine bildiği bir husus hakkında soru sorulup da onu gizleyen kimseye Kıyamet gününde ateşten bir gem takılacaktır.” Bu konuda ayet-i kerimenin nüzulüne sebep teşkil eden özel olaya itibar olunmaz. Yüce Allah’ın, “İndirdiğimiz apaçık ayetlerimizi ve hidayeti…” buyruğu ile anlatılmak istenen Allah’ın peygamberlere indirmiş olduğu bütün kitapları, vahiyleri, yol gösteren delilleri kapsamaktadır.
Yüce Allah’ın, “İnsanlara kitapta apaçık bir şekilde bildirdikten sonra” buyruğunda kasıt ise ya Tevrat veya İncil’dir, gizlenen de her iki kitapta yer alan Muhammed (s.a.)’in nitelikleri ile orada yer alan hükümlerdir ya da önceki bütün kitaplar ve onlardan sonra gelen Kur’an-ı Kerim’dir.
Kur”an-ı Kerim az önce sözü geçen gizleme cezasından Kitap Ehli’nden tev-fae edip bozduklarını ıslah eden, Allah’ın indirmiş olduğu kitaplarda yazılı bulunan hakkı ilan eden, Muhammed (s.a.)’in peygamberliğini ikrar edip Allah tarafından getirdiğini tasdik eden, herhangi bir tahrif ve değişiklik söz konusu olmaksızın Allah’ın indirdiği üzerindeki perdeleri kaldıran, salih ameller işleyerek nefsini ıslâh eden kimselerdir. Bunların tevbelerini Allah kabul eder, onları bağışlar, cennetine koyar. Çünkü Yüce Allah tevbeleri çok kabul edendir. Kendisine yönelenlere bol bol rahmet eden Rahim olandır. Kötülük işleyeni affeder, hata edip yanılanı bağışlar. O kendisine dönüp tevbe ettikleri Yüce Allah’a yöneldikleri takdirde kusurlulara sağnak sağnak rahmetini indirerek örter.
Hatası üzerinde ısrar edip hakkı kabul etmek hususunda inat gösteren, Yüce Allah’ın Kur’an-ı Kerim’inde ve peygamberi Muhammed vasıtasıyla yaptığı davetinden yüz çeviren, ölünceye kadar hakkı değiştirip tahrife devam eden kimseye ve benzerlerine gelince; işte bunlar Allah’ı ve peygamberini inkâr ederek kâfir olanlar ve kâfir olarak ölenlerdir. Bundan dolayı Allah’ın lanetine ve gazabına, meleklerin ve bütün insanların lanetine hak kazanmışlardır ve Cehennemde daimî ve ebedi olarak kalacaklardır. Azapları hafifletilmeyecek, onlara süre tanınmayacaktır. Onlar cehenneme girinceye kadar devamlı olarak bu kapsamlı lanet içerisinde kalmaya devam edeceklerdir. Kâfirler olarak öldükleri için de cehennem azabında da ebediyen kalacaklardır.
Tevbe edenlerin ve inatla tutumlarını sürdürenlerin tavırlarının açıklanması insanın kusurlu davranıp işlemiş olduğu günahlardan tevbe etmesi ve itaatsizlikte ısrarı terketmesi için bir teşviktir. Ayrıca ölüm gelmeden önce Allah’ın rahmetinden ümit kesilmeyeceğini öğretmek içindir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “De ki: Ey (isyanda) nefisleri aleyhinde giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümid kesmeyin. Çünkü Allah bütün günahları mağfiret eder; muhakkak o Ğafûr’dur, Rahîm’dir.” (Zümer, 39/53). [2][14]