sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

VEHBE ZUHAYLİ’NİN (RH.A) BAKIŞ AÇISIYLA BAKARA SURESİ 183. VE 185. AYETLER

VEHBE ZUHAYLİ’NİN (RH.A) BAKIŞ AÇISIYLA BAKARA SURESİ 183. VE 185. AYETLER
25.02.2025
8
A+
A-

Orucun Farz Kılınması

 

183- Ey iman edenler! Oruç sizden ön­cekilere yazıldığı gibi sizin üzerinize de yazıldı. Takva sahibi olasınız diye.

184-  Sayılı günlerde sizden kim hasta veya yolcu olursa o günler sayısınca başka günlerde tutsun. Ona takati yet­meyenler de bir fakir doyurup fidye versinler. Bununla beraber kim fazla­dan hayır yaparsa işte o, onun için da­ha hayırlıdır. Oruç tutmanız sizin hak­kınızda daha hayırlıdır; eğer bilseniz.

185- Ramazan ayı ki Kur’an onda indi­rilmiştir. İnsanları hidayete erdirmek, doğru yolu ve hak ile batılı ayırdeden hükümleri açıklamak üzere (indiril­miştir). Sizden her kim bu aya erişirse orucunu tutsun, kim de hastalanır ve­ya yolculukta olursa, o günler sayısın­ca diğer günlerde (tutsun). Allah size kolaylık diler, güçlük istemez. Ta ki böylece o sayılı günleri tamamlayası-nız, Allah’ı sizi hidayete erdirdiğine karşılık büyük tanıyasınız. Olur ki şükredersiniz.

 

Nüzul Sebebi

 

  1. ayet-i kerime ile ilgili olarak İbni Sa’d Tabakat’uıda Mücahid’den şöy­le dediğini rivayet etmektedir: Bu ayet-i kerime yani: “Ona takati yetmeyenler de bir fakir doyumu fidye versinler.” ayeti benim efendim Kays b. es-Sâib hak­kında nazil olmuştur. Bunun üzerine o da oruç açtı ve her bir gün için bir yok­sula yemek yedirdi. [1][32]

 

Açıklaması

 

Kısas ve vasiyetin açıklanmasından sonra ayet-i kerimeler Şer’î hükümle­ri açıklamaya devam etmektedir. O bakımdan her bir hüküm ile kendisinden sonraki hükmün arasındaki ilişkiyi bilmeye ihtiyaç yoktur.

Allah sizden önce Adem (a.s.) döneminden beri diğer dinlere uyan mümin­lere farz kıldığı gibi, size de orucu farz kılmıştır. Onlara da emre itaat etmeyi gerektiren iman vasfı ile seslenmekte, orucu bütün insanlara farz kılınmış ol­duğunu beyan etmektedir. Böylelikle orucu teşvik etmekte ve zor işler genel bir hal aldığı takdirde, onlara katlanmanın kolaylaştığını, eda edenler onu rahat ve huzur ile yerine getirdiklerini açıklamaktadır. Çünkü bu emir hak, adalet ve eşitlik esası üzere yükselmektedir.

Diğer taraftan oruç nefsi arındırır, Rabbi razı eder. İnsanları gizli ve açık hallerde Allah’tan korkmaya, takvaya hazırlar, iradeyi sağlamlaştırır. Sabrı, zorluklara katlanmayı, hoşuna gitmeyen haller esnasında nefsi dizginlemeyi, arzulan terketmeyi öğretir. Bundan dolayı Resulullah (s.a.): “Oruç sabrın yarı­sıdır.” diye buyurmuştur.

Orucun takvaya sebep teşkil etmesi en önemlilerini aşağıdaki kaydettiği­miz değişik şekillerde meydana gelmektedir.

1- Oruç her durumda Yüce Allah’tan korkma duygusunu nefiste besler, ge­liştirir: Çünkü oruç tutan için Rabbinden başka bir gözetleyici yoktur. Aşın de­recede açlık veya susuzluk duyduğu, bir yemeği canı çok çektiği, soğuk bir su istediği vakitte orucunu bozmasından sadece imanı ve Allah korkusu alıkor ve böylece Allah’tan korkma gerçekleşmiş olur. Bütün arzular ona güzel ve süslü gösterilse de kendisi orucun saygınlığını çiğnemekten korkarak bütün bunların üstüne yükselir ve Allah’tan sakınma ve Rabbinin gözetimi altında olduğunun şuurunu gerçekleştirmiş olur. Heva ve arzular nefse egemen olduğu takdirde o çabucak Allah’ı hatırlar, aradan fazla zaman geçmeden sahih tevbe ile Rabbine döner. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Muhakkak takva sahipleri şeytandan onlara bir vesvese dokunduğu zaman iyice düşünürler. Bir de bakar­sın ki onlar görüp bilmiş olurlar.” (A’râf, 7/205).

Orucun manevî faydalarından bir tanesi de oruç tutanın sadece Allah ka­tında sevap ve ecrini umması, yalnızca Allah rızası için oruç tutmasıdır.

2- Oruç şehvet ve arzunun keskinliğini kırar. Kişi üzerindeki etki ve tasul-lutunu hafifletir. Bunun sonucunda insan itidalini kazanır ve tabii ve normal bir karaktere sahip olur. Nitekim Peygamber (s.a.) evlenmesi mümkün olma­yan kimseler için orucu tavsiye ederken -Kütüb-i Sitte ve İmam Ahmed’in İbni Mesud’dan yaptığı rivayete göre- şöyle buyurmaktadır: “Sizden kim evlenmeye gücü yetmezse oruç tutmaya baksın. Çünkü oruç onu keser”  Yani oruç, tıpkı şehveti zayıflatan hayaların burulması mesabesindedir. Yine Hz. Peygamber Nesaî’nin Muaz’dan (r.a) yaptığı rivayete göre: “Oruç bir kalkandır.” diye bu­yurmaktadır. Yani masiyetlerden bir koruyucudur.

3- Oruç kişiyi hassas ve duyarlı yapar. Şefkat ve merhamet hislerini kuv­vetlendirir. Çünkü kişi acıktığı vakit yiyecek bir şey bulamayan yoksulları ha­tırlar, bu ise o kimseyi onları gözetmeye iter. Bu ise Yüce Allah’ın, “Kendi ara­larında merhametlidirler.” (Feth, 48/29) diye söz konusu ettiği müminlerin ni-teliklerindendir.

4- Oruç ile zenginlerle fakirler, eşraf ile avam arasında, aynı farz aynı şartlarla eda edildiği için, eşitliğin anlamını gerçekleştirir. Bu ise bir önceki durumda olduğu gibi orucun toplumsal faydalarındandır.

5- Maişeti sağlamakta ve iradeyi dizginlemek hususunda sahur ve iftar dönemleri arasında gerekli düzene bünyesini alıştırır ve orucun adabına bağlı kalındığı takdirde kişinin rızkı artar ve iktisatlı yaşamayı öğrenir.

6- İnsanın bünyesini yeniler, sağlığına katkıda bulunur, vücudu zararlı yağlanmalardan korur, adaleleri rahatlatır, bir işe karar verdiği ve bedeni zevkleri hatırlamak ile kendisini meşgul etmeksizin işine zihnini teksif ettiği vakit hafızayı güçlendirir. Bütün bunlar Peygamber (s.a.)’in, Ebu Nuaym’m et-Tıb’ da Ebu Hureyre’den yaptığı şu rivayette topluca ifade edilmektedir: “Oruç tutun, sıhhat bulaşınız.” Bu ise adeten insan oruca alışıp orucun başlangıcında­ki ilk dönemlerde görülen bir takım gevşeme hallerine üstünlük sağladıktan sonra yani genelde ilk üç veya dört gün sonra gerçekleşir.

Bedenî, ruhî, sıhhî ve sosyal bütün bu faydaların gerçekleşmesi iftar ve sa­hur yemeklerinde itidali bozmamak şartına dayanır. Aksi takdirde durum tam aksine olur ve insan midesini tıka basa doldurup yemesinde, içmesinde itidali bozacak olur ise iş sıkıntı, zorluk ve zarara dönüşür.

Yine bu gayelerin gerçekleşebilmesi için dilin iffetini koruması, gözün ha­ramdan korunması, gıybet, laf alıp götürüp getirmekten, haram lehivlerden uzak durma şartına bağlıdır. Nitekim Resulullah (s.a.), Yüce Allah’tan (aldığı kudsî) hadiste şöyle buyurmaktadır: “Her kim yalan söz söylemeyi ve gereğince ameli terketmeyecek olur ise onun yemesini ve içmesini bırakmasına Allah muh­taç değildir.” [2][33] Yani Allah için böyle bir şey yapmasına gerek kalmaz. Nice oruç tutan vardır ki o kimsenin orucundan payı sadece açlık ve susuzluktur. Manevi olarak orucu bozan şeylerden uzak durmak, tıpkı maddi şeylerden uzak durmak gibidir.

Oruç sayıca az, muayyen ve sayılı günlerle sınırlıdır. Bu ise bütün sene bo­yunca sadece bir aydır. Ramazan ayı çabucak geçer. Çünkü ramazan günleri mübarektir, hayır ve ihsan ile dolup taşar. Bu İbni Huzeyme’nin Hz. Sel-man’dan rivayet ettiğine göre, Resulullah (s.a.)’ın şu buyruğunda dile getirdiği gibidir: “Bu ayın başı rahmet, ortası mağfiret, sonu ise cehennemden kurtuluş­tur.” Yine Hz. Peygamber Taberanî’nin İbni Mesud’dan rivayetine göre şöyle buyurmuştur: “Ramazan ayların efendisidir.”; “Eğer ümmetim Ramazandaki hayırı gereği gibi bilseydi senenin tümünün Ramazan olmasını isterlerdi.” Bu­nu Taberanî ve başkaları Ebu Mesud el-Gıfarî’den rivayet etmişlerdir.

Sayılı günlerden kasıt, muhakkiklerin (İbni Abbas el-Hüseyn ve Ebu Müs­lim’in) çoğunluğunun görüşüne göre Ramazan ayıdır.

Ramazan ancak gücü yeten, sıhhatli ve mukim olan kimseler hakkında farzdır. Yolcu ve oruç tutması zor olan bir hastalığa yakalanmış kimsenin oruç tutmamaları mubahtır. Bunlar senenin diğer günlerinde tutmadıkları orucu kaza ederler. Çünkü hastalık ve uzun yolculuk -ki bu namazı kısaltmayı mu­bah kılan (89 km.lik) bir mesafedir- bir zorluktur. Zorluk ise kolaylığı getirir. Nitekim Yüce Allah, “Allah size kolaylık diler, güçlük istemez.” (Bakara, 2/185) diye buyurmaktadır.

Muteber olan, geçmişte mutad olan bineklerin yürüyüşüdür; günümüzdeki hızlı taşıma ve ulaşım araçları değildir. Bazıları Ahmed, Müslim ve Ebu Da­vud’un Hz. Enes’ten yaptığı rivayet ile amel ederek bu mesafeyi üç mil olarak takdir etmiştir. Hz. Enes dedi ki: Resulullah (s.a.) üç millik veyahut üç fersah­lık [3][34] bir yola çıktığı takdirde (dört rekattık farz namazları) iki rekat kılardı.” Bununla namazı kısalttığını kastediyor. O halde muteber olan böyle bir mesa­feyi katetmektir. Yoksa bu mesafenin kat’edildiği zaman değildir. Hanefiler bu mesafeyi üç gün ile cumhur ise mutedil iki gün ile takdir etmişlerdir ki, bu da 16 veya 18 fersah ve 40 Haşimi mil yol almaktır ki, bu da yaklaşık 89 km’ye eşittir. Şafiî’nin İbni Abbas (r.anhuma)’dan yaptığı rivayet ile amel bunu gerek­tirir. O şöyle der: “Ey Mekkeliler! Sizler Mekke’den İsfahan’a kadar 4 beridden daha kısa mesafede (kî yolculuklarınızda namazı) kısaltmayınız.” Berid ise 4 fersahtır.

İmamların çoğunluğu (Malik, Ebu Hanife ve Şafiî) yolcu olanın eğer ona zor gelmeyecek ise, oruç tutmasının daha faziletli olduğunu kabul etmektedir. Ahmed ve Evzaî ise ruhsat ile amel etmek için oruç açmanın daha faziletli ol­duğu görüşündedirler. Yolculuğun başlangıcında yolcunun oruç açmasının caiz olması için cumhurun (Hanbelîlerin dışındakilerin) görüşüne göre yolculuğun fecirden önce olması şarttır. Eğer mukim olan bir kimse oruçlu sabahı edip son­ra yolculuğa çıkarsa, ikamet tarafına ağırlık kazandırarak orucunu açmaz. Çünkü aslolan mukimliktir. Hanbelîler ise bu şartı öngörmektedir. Fakat daha faziletli olan ihtilaftan kurtulmak üzere orucu tutmaktır.

Oldukça yaşlanmış ihtiyar ve müzmin bir hastalığa yakalanmış hasta, sadece çocuklarının zarar görmelerinden korkan hamile ve süt emziren kadın gibi oruç tutması gerçekten zor olan kimseye Şafiî ve Ahmed’in görüşüne göre hem kaza hem de fidye gerekir. Fidye bir yoksula bir yemek yedirmektir. Şayet hamile ve süt emziren kadm hamile olduğu veya emzirdiği çocuğa zarar gelme­si yanısıra kendileri içinde korkarsa, o takdirde tutmadığı oruç için yalnızca kaza etmesi yeterlidir.

Her kim tatavvu (fazladan hayır) da bulunur ve fidyeyi bir günlük yoksula yemek vermekten daha fazla tutarsa bu onun için daha hayırlıdır, sevabı da daha fazladır. Tatavvu’ bir günde birden fazla yoksulu doyurmak yahut da ye­dirmesi gereken miktardan fazlasını vermek ya da fidye vermekle birlikte kaza orucu tutmaktır.

Bu mazur görülen kimselerin -şayet zarar görmeyecek iseler- oruç tutma­ları onlar için daha hayırlıdır. Çünkü rivayet edildiğine göre Ebu Ümame, Pey­gamber (s.a.)’e şöyle demiş: Bana senden öğrenip uygulayacağım bir şey emret. Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “Oruç tutmaya bak, çünkü onun hiç bir benzeri yoktur.”

Daha sonra Yüce Mevlâ, bu az sayıdaki günlerin aynı zamanda Kur’an-ı Kerim’in indirilmiş olduğu mübarek Ramazan ayı olduğunu beyan etmektedir. Bu ayda indirilen Kur’an-ı Kerim’in kısım kısım indirilmesi 23 yıl devam et­miştir. Kur’an-ı Kerim insanları Sırat-ı Müstakim’e iletir. Onun ayetleri gayet açıktır, kapalılığı yoktur ve bu apaçık ayetler hak ile batılı birbirinden ayırde-der. Bazıları Kur’an-ı Kerim’in Ramazan ayında nazil olmasını Kadir gecesinde Levh-i Mahfuz’dan dünya semasına indirilmesi şeklinde açıklamışlardır. Kadir gecesi ise Ramazan’da olup bin aydan daha hayırlıdır.

Yüce Allah’ın, “Doğru yolu ve hak ile batılı ayırdeden hükümler” buyruğu­nun Yüce Allah’ın, “İnsanları hidayete erdirmek” buyruğundan sonra irad edilmesindeki hikmet, hidayetin iki tür olduğunu göstermek içindir. Bu hida­yet çeşitlerinden biri akıllı olmak şartıyla sıradan insanların hemen anlaya­cakları şekilde gayet açık ve nettir. Diğer hidayet çeşidi ise ancak belirli kişile­rin idrakine hitap eder. Birincisinin faydası elbette daha büyüktür.

Sizden her kim Ramazan ayına erişir, yahut mukim olup sağlığı yerinde olursa, yolculuk veya hastalık gibi bir mazeret.de yoksa, onun oruç tutması icabeder. Çünkü oruç, İslamın beş rüknünden birisidir. Bu aya erişmeyenlere gelince -her altı ayda bir gece ile gündüzün eşit olduğu kutup bölgelerinde ya­ni Kuzey Kutbunda senenin yarısı gece iken, Güney Kutbunda gündüz olduğu bölgelerde yaşayan kimseler kastedilmektedir- bunların kendilerine en yakın mutedil bölgelerin veya bu oruç hükmünün mekan olarak vukua geldiği Mek­ke ve Medine şehrine göre Ramazan ayına eşit bir süreyi takdir etmeleri gere­kir. Daha sonra Yüce Allah oruç açma ruhsatını herhangi bir kimsenin Yüce Allah’ın, “erişirse orucunu Pufsun” buyruğundan sonra ve orucun meziyet ile önemi açıklandıktan sonra orucun farziyetinin umumi olduğunun zannedilme-mesi için ikinci bir defa daha tekrarlamaktadır. Çünkü yüce Allah teşrf bu­yurduğu bütün hükümlerde -ki özür sahipleri için oruç açmak ruhsatı da bun­larda birisidir- insanlar için kolaylığı ve gerçekleştirme ve zorluğu gidermeyi ister.

Hastalık, yolculuk ve bunlara benzer hallerdeki mazeret sahiplerine ise, oruçlarını kaza etmeyi veya fidye vermeyi emretmektedir. Çünkü Yüce Allah ayın gün sayısının tamamlanmasını, Cenab-ı Hakkın yüceltilmesini, O’nu ta­zim edip bütün nimetlerine karşılık şükretmemizi istemektedir. Azimet ve ruh­sattan her birisinin hakkını vermek de bu nimetlerden birisidir. [4][35]

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.