VEHBE ZUHAYLİ’NİN (RH.A) BAKIŞ AÇISIYLA BAKARA SURESİ 228. AYET

Boşanmış Kadının İddeti Ve Kadınların Hakları
228- Boşanan kadınlar kendiliklerinden üç kur’ beklerler. Eğer Allah’a ve ahiret gününe iman eden kimseler iseler, Allah’ın kendi rahimlerinde yarattığını gizlemeleri onlara helal değildir. Eğer barışmak isterlerse kocaları onları geri almaya daha çok hak sahibidirler. Kadınların üzerlerindeki haklar gibi ma’rûf bir şekilde hakları da vardır. Erkeklerin ise kadınların üzerinde bir dereceleri vardır. Allah Azîz’dir, Hakîm’dir.
Nüzul Sebebi
Ebû Dâvûd ve İbni Ebî Hatim, Ensârdan olan Yezîd b. ez-Seken’in kızı Es-mâ’dan şöyle dediğini rivayet etmektedirler: Resulullah (s.a.) döneminde kocam beni boşadı. O sırada boşanan kadın için iddet sözkonusu değildi. Bunun üzerine Yüce Allah boşamak için iddet müddetini beyan buyurup “Boşanan kadınlar kendiliklerinden üç kur” beklerler” buyruğunu indirdi. [1][58]
Açıklaması
Ayhali gören ve kocaları tarafından boşanan hür kadınlar, boşandıktan sonra üç ayhali veya temizlik süresi beklesinler. Böylelikle rahminde çocuk olup olmadığı öğrenilmiş ve neseblerin karışması önlenmiş olur. Önceden de açıkladığımız gibi bu ayetin hükmü dışında kalan üç tür kadın vardır:
Bunların birincisi kendileriyle zifafa girilmeden boşanan kadınlardır. Bunlar için iddet sözkonusu değildir. Diğer iki kısım ise, ayhali yaşma gelmeyen küçükler ile yaşlılıkları sebebiyle ayhalinden kesilmiş olanlardır. Bunların da iddeti üç aydır. Üçüncü tür ise hamile kadınlardır ki bunların da iddeti doğum yapmalarıdır. Buna göre bu ayet-i kerime ayhali olmaları mümkün olan ve kendileri ile gerdeğe girilmiş hamile olmayan kadınlar hakkında hastır.
Yüce Allah’ın “Kendiliklerinden üç kur’ beklerler.” buyruğu, kadınların id-detleri bitene kadar bu süreyi tamamlamak üzere sabredip beklemek üzere kendilerini zorlamakla yükümlü olduklarına işaret etmektedir. O bakımdan sakın nevalarının ve arzularının istikametinde gitmesinler. Zira iddetin çabucak bitmesini bir başka koca ile evlenmeyi arzulayabilirler. Bu ifade ile latif bir şekilde dikkatler çekilmektedir. Bu ifadede bir tazim ve bir tebcil vardır. Çünkü bu konuda onlara sarih bir emir verilmemekte (işaret ile yetinilmekte)dir.
Bu bekleyişin hikmeti ise kadının rahminde (çocuktan yana) bir değişiklik olmadığının bilinmesi, böylelikle neseblerin karışmasının önlenmesidir. Bundan dolayı kadınların hamilelik veya ayhali türünden rahimlerinde bulunan herhangi bir şeyi gizlemeleri -iddet uzasa bile bir başka kocayla evlenmek üz-re- helâl değildir. Yine iddet içerisinde kaldıkları sürece nafakanın devam etmesi kasdıyla ayhalini gizlemek suretiyle yalan söylemeleri de onlar için helâl değildir. Şimdilerde mahkemeler[2][59] iddetin azamî süresini -Mâliki mezhebinde olduğu gibi- bir kamerî yıl olarak kabul etmekte ve buna göre uygulama yapmaktadırlar.
Kadınlar eğer Allah’a ve ahiret gününe gerçekten iman eden mümin kadınlar iseler, böyle davranmalıdırlar. Çünkü Allah için hiç bir şey gizli değildir. O herkesi Kıyamet gününde sözleri ve amelleri dolayısıyla hesaba çekecektir. Bu durum kadının rahminde bulunanlar hususunda güvenilir olmasını gerektirir. Şayet kâmil imana sahip olmadığından dolayı güvenilir bir kimse olmazsa kendisini de başkasını da saptırır. Bu ifadeler* hakka muhalif yapacakları beyanlar dolayısıyla kadınlar için oldukça ağır bir tehdit ifade eder. Aynı zamanda bu hususta onların söylediklerinin kabul edileceğini göstermektedir. Çünkü bu, ancak onlar tarafından bilinebilen bir husus olup çoğu zaman buna dair açık bir delil ortaya koymaya imkân yoktur. Bundan dolayı iş onlara bırakılmış ama çeşitli sebeplerle hakkın dışında haber vermemeleri için de onlara tehditte bulunulmuştur.
Talakın ric’î olması halinde, onların kocaları o kadınları evlilik yuvasına iddet süresi içerisinde geri döndürmeye daha bir hak sahibidirler. Bu, şeriatın önceki evlilik bağını devam etirmek hususundaki hırsından dolayıdır. Çünkü Allah nezdinde boşamadan daha çok buğzedilen bir helâl yoktur. Kadına düşen ise, kocasının ric’at talebine uygun karşılık vermektir. Ancak ric’atten maksadın her iki eş için de hayır olması şarttır. Eğer bundan kasıt intikam, zarar vermek, kadının bir başkası ile evlenmesini önlemek olduğu takdirde; kadına böyle bir zarar verdiği için Allah nezdinde günahkârdır.
Ric’at vesilesi ile Yüce Allah eşlerin her ikisine de hak ve görevlerini hatırlatmaktadır. Erkeğin eşi üzerinde birtakım haklan olduğu gibi onun üzerinde de kadının lehine birtakım haklar vardır.
Erkek ve kadın hak ve görevlerde birbirine eşittir. Çünkü her birisinin müşterek insanlık onuru, akıl, düşünme, arzu, duygu, his gibi eksiksiz bir ehliyeti, soylu ve hür bir hayat sürme hakkı vardır. Bundan tek istisna, “kavâme” derecesidir. Yani ailenin ortak işlerini yürütmek ve ailenin menfaatlerini ifa etmek, erkeğin başkanlığı altında yürütülür. Buna sebep ise Allah’ın kadına göre erkeğe vermiş olduğu geniş akıl, bilgi, hikmet, gelip geçen duygularla çabucak etkilenmeyen akıl-his dengesi üstünlüğüdür. Diğer taraftan mehir ödemek suretiyle evliliğin oluşmaya başladığı andan itibaren mesken, giyecek, yiyecek sağlamak suretiyle malından ve kazancından harcama yapan da erkektir. Nitekim Yüce Allah bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: “Erkekler kadınlar üzerine yöneticilerdir. Çünkü Allah onların kimisini kimisine üstün kılmıştır. Bir de erkekler mallarından harcamaktadırlar.” (Nisa, 4/34). Bu başkanlığın sebebi de şudur: Her insan topluluğu hatta şirketler bile sorumlu bir başkanın varlığına ihtiyaç duyar. Bu başkan yükleri taşır, kâr ve zarardan öncelikle o sorumludur. Bu kurumun sorumluluğunu güvenlik, mutluluk ve huzurun kıyılarına ulaştıracak şekilde idare eder. Erkek de evin içinde, dışında bunu gerek öğreterek, gerek öğrenim imkânlarını sağlayarak gerçekleştirmeye çalışır. Eşine, genç kızma, halihazırda ve geleceğinde faydalı olacak bilgi ve becerileri öğrenmek imkânını vermek için çabalar.
Erkek çoğunlukla evin dışında omuzlarına yükletilmiş görevleri sırtlamak zorundadır. Kendisi gelir elde etmek ve aile hayatı için gerekli kazancı sağlamak için çalışır. Kadın da buna karşılık çoğunlukla evin içerisinde erkeğin görevini tamamlayacak ağır sorumluluklarla dolup taşar. Kadın ahlâk ve fazilet üzre çocukları eğiten evin hanımıdır. Hayatın zorunlu ihtiyaçlarının elde edilmesinde erkeğin yardımcısıdır. İşte Peygamber (s.a.)’in Hz. Ali ile Hz. Fâtıma arasında verdiği hüküm de budur. Efendimiz, Hz. Fâtıma’yı evin içerisinde evi idare etmek ve onu yönetmekle görevlendirirken, Hz. Ali’yi evin dışında mücadele vermek, rızkın yollarını araştırmakla, Allah yolunda hak uğrunda ve ci-had etmekle görevlendirmiştir.
İhtiyaç halinde kadının evin dışında çalışmasının bir engeli yoktur. Ancak din ve ahlâkın gereklerine riâyet etmesi, yabancı erkeklerle halvette bulunmaması, Şer*an istenen tesettüre riâyet etmesi de vazgeçilmez şarttır. Çünkü -yüz ve elleri dışında- kadının her tarafı avrettir. Şu kadar var ki kadının vücudunun diğer bölgeleri gibi gözün bu yerlerden de sakınılması gerekir. [3][60]
Diğer taraftan kadının çalışması esnasında hür, onurlu olması, yumuşak ve edâh konuşmaması da şarttır. Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Ve yumuşak söylemeyin ki kalbinde hastalık bulunan tama eder. Mâruf söz söyleyin ve evlerinizde oturun, kendinizi önceki câhiliyeninki gibi süsleyerek salınıp yürümeyin….” (Ahzâb, 33/32-33). Kadının çalışması için öngörülen şer”î şuurlara riâyet etmemek, toplumu pek çok fesat ve fitneye götürebilir.
Ayetin Yüce Allah’ın asla mağlup edilemeyen izzet ve kudretinin ve her şeyin en uygun yere konmasındaki hikmetinin hatırlatılması ile sona ermesi ne kadar güzeldir! O yaratmasında, emri ve beyânında sonsuz hikmetler bulunandır. Hak ve görevleri bakımından kadını erkek gibi kabul etmek suretiyle kadına âdil davranması, O’nun izzet ve hikmetinin bir tecellisidir. Halbuki bundan önce kadın haysiyetli haklardan istifade edemeyen bir meta gibiydi. Erkeğe aile reisliği görevinin verilmesi hiç bir zaman kadını boyunduruğu altına almasına sebep teşkil etmesin. Onun sahip olduğu güç, kadına veya başkasına zulmetmeye itecek olur ise, Allah’ın kendisi üzerindeki kudretini hatırlasın. Erkek hikmetli bir şekilde aile reisliğini yürütsün. Omuzlarına bırakılmış sorumluluğun ağırlığını yüklenebilsin. Bu konuda tam bir güven, emanet, cesaret örneği olsun. Şer”î herhangi bir hükümde gevşeklik göstermesin. Çünkü o bir çobandır. Ve her çoban güttüklerinden sorumludur. Gücü yettiği takdirde herhangi bir görevini yerine getirmekte kusurlu davranmasın. Aile içerisinde kimsenin de hakkını yemesin. Çünkü Yüce Allah ona her yaptığını soracaktır. Bu buyruklarda Yüce Allah’ın hükmüne aykırı hareket eden kimseler için bir tehdit vardır. [4][61]