VEHBE ZUHAYLİ’NİN (RH.A) BAKIŞ AÇISIYLA BAKARA SURESİ 275. VE 281. AYETLER

Faiz, Fert Ve Topluma Zararları
275- Riba yiyenler (kabirlerinden) ancak, çarpmaktan dolayı şeytanın kendilerini sar’aya düşürdüğü kimse gibi kalkarlar. Bu onların, “Alışveriş de ancak riba gibidir” demelerindendir. Halbuki Allah alışverişi helâl, ribayı haram kılmıştır. Her kime Rabbinden bir öğüt gelir de vazgeçerse geçen onundur, işi de Allah’tı kalmıştır. Kim de tekrar dönerse onlar da ateşliklerdir. Orada ebedî kakçıdırlar.
276- Allah ribayı yok eder. Sadakaları ise arttırır. Allah çok nankör ve günahkâr hiç bir kimseyi sevmez.
277- Şüphesiz iman edip de salih amel işleyen, namazı dosdoğru kılan, bir de zekâtı veren kimselerin Rableri katında ecirleri vardır. Onlar için hiç bir korku da yoktur, onlar üzülecek de değillerdir.
278- Ey iman edenler! Allah’tan korkun, faizden kalanı da bırakın, eğer müminler iseniz.
279- Şayet yapmaz iseniz, Allah’tan ve Rasulü tarafından size karşı savaş açıldığını bilin. Eğer tevbe ederseniz sermayeleriniz sizindir. Ne zulmediniz,ne de zulme uğrayınız.
280- Eğer darlık içinde ise geniş bir zamana lmH^r ona mühlet verin. Sadaka olarak hağ^şlnmunıa! ise sizin için daha hayırlıdır, eğer bilirseniz.
281- Allah’a döndürüleceğiniz bir günden korkun. Sonra herkese kazandığı eksiksiz verilecek ve onlara zulmedilmeyecektir.
Nüzul Sebebi
- ve 279. ayetlerin nüzul sebebi ile ilgili olarak Ebu Yala Müsned’iade ve İbni Mende İbni Abbas’tan şöyle dediğini rivayet etmektedirler: Bize bu ayet-i kerimenin Sakiflilerden Amr b. Avf oğulları ile Mahzumoğullarmdan Muğîreoğullan hakkında nazil olduğu haberi ulaşmıştır. Muğîreoğullan Sakif-lilere faiz veriyorlardı. [1][44] Allah, Rasulüne Mekke’yi fethetmeyi nasip edince o gün bütün faizi kaldırdı. Bu sefer Amroğulları ile Muğireoğulları Attâb b. Esid’e geldi. Esid, o sırada Mekke valisi idi. Muğireoğulları “Biz insanlar arasında faiz nedeniyle en fakir olduk”; Amroğulları ise Takat biz faizimizi alacağız diye anlaşmış idik” dediler. Bunun üzerine Attab bu hususta Resulullah (s.a.)’a mektup yazdı. Bu sebepten dolayı bu ayet ve ondan sonraki ayet nazil oldu.
İbni Cerir et-Taberî İkrime’den şöyle dediğini nakletmektedir: Bu ayet-i kerime Sakifliler hakkında nazil olmuştur. Amroğulları ve Umeyroğullanndan olan aralarında Mes’ud, Hubeyb ve Rabia’nın da bulunduğu Sakifliler hakkında nazil olmuştur.
Sakifliler, “Biz Allah’a ve Rasulüne karşı savaşacak güce sahip değiliz” diyerek tevbe ettiler ve yalnızca ana paralarını aldılar.
- ayetin nüzulü ile ilgili olarak el-Kelbi der ki, Avf b. Umeyroğulları Muğireoğullanna şöyle dediler: Ana mallarımızı veriniz, faizi size bırakıyoruz.
Muğireoğulları, “Bugün ödeyebilecek imkâna sahip değiliz, o bakımdan meyveler olgunlaşmcaya kadar bize süre tanıyınız” dediler. Şu kadar var ki Amr b. Umeyyoğullan borçlarını ertelemeyi kabul etmediler. Bunun üzerine Yüce Allah, “Eğer o darlık içinde ise…” ayetini indirdi. [2][45]
Açıklaması
Faiz alıp mala olan sevgileri ve hevalarıyla amelleri sebebiyle faizi helâl görenlerin, insanların mallarını batıl yolla, emek ve gayret olmaksızın yiyenlerin ızdırap, huzursuzluk, vicdan azabı, çalışmaya ve dünyaya dalıp gitme açısından misalleri, şeytanın kendilerini sar*aya düşürdüğü, cinlerin çarptığı, sar”a ile telef ettiği kimselerin durumuna benzer. Bunlar ayrıca ahirette kabirlerinden diriliş ve amellerinin görülmesi için kalkacakları vakit, hareketleri itibariyle daha çok dengesiz ve daha çok düzensiz ve ağır olacaklardır. Buna sebep ise faiz yoluyla yedikleri haram malın kendilerine vereceği ağırlıktır. Bu, ayağa kalkıp doğrulmak istedikleri her seferinde tökezleyip düşmek suretiyle diğer insanlardan ayrı bir özellikte olmalarına sebep olacaktır. Bu manzara son derece acıklı ve ürkütücüdür. Çağdaş dünyada kapitalist faizci düzenin sebep olduğu sarsıntı, huzursuzluk, çalkantı, sinirsel ve ruhsal hastalıkların da delilidir.
Müfessirlerin çoğunluğu Yüce Allah’ın, “Riba yiyenler… kalkarlar” buyru-ğundaki “kalkmanın” kıyamet gününde kabirlerinden dirilmek ve amellerinin karşılığını görmek için kalkmak olduğu kanaatindedirler. Bu gibi kimselerin belirgin özelliği kabirlerinden ancak şeytanın bir kimseyi sar’aya düşürüp davranışlarının düzenini bozduğu haldeyken bu halin kalkması gibi kalkmaktır. İbni Abbas -İbni Ebi Hatim’in rivayetine göre- şöyle demiştir: “Faiz yiyen kimse kıyamet gününde boğulan bir deli olarak diriltilecektir.”
Bazıları da (İbni Abbas, İkrime, Said b. Cübeyr, Hasan-ı Basrî, Katade ve Mukatil b. Hayyân) “Bunlar kıyamet gününde… kalkarlar” demekle yetinmişlerdir. “Kalkma* kelimesinin kullanılması bir işin yapılmasında çalışmanın en belirgin alâmetlerinden oluşundan dolayıdır.
Bunun sebebi ise, yanlış düşünüp batıl tasarıylarıyla faizi alışveriş gibi anlamalarıdır. Yani borcun vadesi geldiği vakit vade sonunda alman faiz fazla-lağı, akdin başındaki bizzat ana bedel gibidir, derlerdi. Çünkü Araplar ancak bu faiz türünü biliyorlardı. Alacaklarının vakti geldi mi borçluya, “ya borcunu öde, yahut da faiz ver” yani borcun miktarını artır derlerdi. Yüce Allah bunu kendilerine haram kıldı. Diğer bir ifade ile, bir malı satmak caiz olduğu gibi, ihtiyaç zamanında “Ne diye bir dirhem alıp kolaylıkla ödeyebileceğin vakit iki dirhem ödemen uygun olmasın? Her ikisinde de fazlalık sebebi birdir, bu da vadedir” diyorlardı.
Yüce Allah, “Allah alışverişi helâl, ribayı haram kılmıştır” şeklindeki hak buyruğu ile onların görüşlerini reddetti, kıyaslarının fasit bir kıyas olduğunu açıkladı. Yani alışveriş ancak ihtiyaç için yapılır. Alışveriş karşılıklı bir değişimdir, onda bir aldatma yoktur. Faiz ise ihtiyaç içerisinde bulunanın ihtiyacını mutlak bir sömürüdür. Faizin karşılığında bir bedel veya bir ivaz yoktur [3][46] Bu bakımdan onların kıyaslan tutarsızdır. Yiyecek bir şey satın alıp hemen onun bedelini ödeyen kimse, o satın aldığı şeye yemek, tohumluk, hayat ve bedenini korumak maksadıyla bir şekilde faydalanma yoluyla yararlanmak için ihtiyaç duyar. Faiz alan kimse ise karşılıklı bir bedel akdi yapmamaktadır. O herhangi bir karşılık olmaksızın ödeme vadesi gelince borcun ana parasından ayrı bir fazlalık da almaktadır. Hatta bugünkü bankalar işlemleriyle üst üste yığılan veya mürekkep faizleri toplamakla cahiliye dönemi uygulamalarına benzer uygulamalarda bulunmaktadır. Onlar faiz aldıkları gibi yıllar geçtikçe faizin de faizini alırlar. O bakımdan banka hisselerine sahip olan kimseler kat kat faiz yer oldular. Bu fazlalığı ve ona bağlı olan diğer fazlalıkları almak ise çok büyük bir günahı gerektiriri zulümdür.
Faizin haram olduğu hükmü kendisine ulaşıp da daha önce yaptıklarından vazgeçenlerin cahiliye döneminde bu yasaktan önce almış oldukları geçmiş faizleri kendilerinindir. Affedilmesi yahut hakkında adaletle hükmedilmesi, kıyamet gününde sorumluluğunun kaldırılması Allah’a kalmış bir iştir. Her kim haram kılmışından sonra faiz almaya geri dönerse artık o, cezayı ve cehennem ateşinde ebedî kalmayı hak etmiştir. Burada “ebedî kalış”tan kasıt ise, bunu yapan kişi mümin ise onun bunu yaptığı için uzun süre orada kalacağını bildirmektir. Yaptığı işin ne kadar büyük olduğunun ifade edilmesi için bu tabir kullanılmıştır.
Daha sonra Yüce Allah faizin zararlarına ve faizin etkisini yok ettiğine dikkat çekmektedir. Allah faizin bereketini giderir. Gerçekte ve vakıada onu arttırmaz, onu çoğaltmaz. Zahiren faiz sebebiyle mal artış gösterse bile sonunda o kaybolup yok olmaya gitmektedir. Sadakaya gelince, Allah onu artırır, bereketlendirir, sevabını kat kat verir. Dünyada sadaka hiç bir zaman bir malı eksiltmez. Allah sadaka veren kimseye alış veriş yahut arazisinin, malının veya eşyasının bedelinin yükselmesiyle onun yerine daha hayırlısını verir. Ahi-rette ise sadaka veren kişi amelinin sevabını kat kat alır. Sadakadaki manevî çoğalmanın görülür hallerinden birisi de, sadaka veren kişinin Allah nezdinde de insanlar tarafından da sevilen bir kisme olmasıdır. Böyle bir kimse kıskanılmaz, ona buğzedilmez, malı çalınmaz ve ona eziyet edilmez. Faizin bereketinin giderildiğinin görülür hallerinden birisi ise, faizcinin Allah nezdinde de insanlar tarafından da buğzedilen, sevilmeyen bir kimse olmasıdır. Herkes onu kıskanır. Eğer hoşlanılmayacak bir durumla karşılaşırsa herkes buna sevinir. Herkes onun uğursuz ve kötü akıbetini bekler. Bu faizcilerde gözlemlenen bir husustur. Bunlar ellerindeki malları çabucak yok ederler. Sağlık ve servetlerin-deki akıbetleri ise son derece kötü olur. Belli bir süre zengin gibi görünseler dahi, sonunda fakirlik çoğu zaman onları perişan eder. Buharî ve Müslim Ebu Hureyre’den şöyle dediğini rivayet etmektedirler: Resulullah (s.a.) şöyle buyurdu: “Her kim helâl bir kazançtan bir hurma kadar bir şey sadaka verirse -ki yüce Allah ancak helâl ve temiz olanı kabul eder- Allah onu sağ eliyle kabul eder. Sonra o sadakayı sizden herhangi bir kimsenin tayını besleyip büyütmesi gibi besleyip büyütür, ta ki bir dağ kadar olana dek.”
Sadakanın artışı böyledir. Faize gelince: Ayet-i kerime onun bereketinin giderilmesinden başka Allah’ın faiz alanı cezalandıracağını ve ona buğzedece-ğini, haramları işleyip onları helâl kabul etmekte ısrar eden hiç bir kimseden razı olmayacağını, oldukça nankör yani Allah’ın kendisine ihsan etmiş olduğu nimetleri inkârda aşırı giden ve bunu sürdüren, Allah yolunda o malından in-fak etmeyen kimseye buğzedeceğini de beyan etmektedir. Ayrıca Yüce Allah günah ya da masiyetleri işlemeye dalıp giden ve zor durumda olanların ihtiyaçlarını fırsat bilip sömüren her günahkâra da buğzeder. İşte bu, faizin ne kadar büyük bir cürüm olduğunu ve faizin esasen Müslümanların değil, kâfirlerin bir işi olduğunu ilân edip haber vermektedir.
Daha sonra Yüce Allah -Kur”an-ı Kerim’de âdet olduğu üzere- günahkâr kâfirlerin işlerini salih müminlerin işleri ile karşılaştırmaktadır. Böylelikle iki kesim arasındaki fark açıkça ortaya çıksın ve bu inkarcının bu işten vazgeçmesini, bu emre riayet etmesini daha bir hissettirsin. Bu maksatla Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Allah’ı, Rasulünü, kendilerine gelen emir ve yasakları tasdik ederek ihtiyaç sahiplerini gözetip zor durumda olanlara mühlet vermek suretiyle ruhlarını ıslah ederek salih amel işleyen mümine rabbini hatırlatıp namazı dosdoğru kılan, fakirliğin yükünün hafifletilmesinde ve bir takım insanların sevgisini kazanmakta katkısı bulunan farz zekâtlarını veren kimseler için, işlerini görüp gözetmekle onları himaye eden Rableri katında hazırlanmış eksiksiz sevapları vardır. Onlar gelecekten korkmazlar ve geride bıraktıklarına da üzülmezler.
Yüce Allah’ın salih amellerin kapsamına girmekle birlikte özellikle namaz ve zekâtı zikretmesi onların önemini göstermektedir. Çünkü bunlar amelî ibadetlerin en büyük rükünlerindendirler.
Faiz yiyenler ile salih amel işleyen müminlerin görecekleri karşılıklar arasında, bu karşılaştırmadan sonra faizini terk etmeye ve onun çeşitli etkenlerinden kurtulmaya dair açık emirler gelmektedir. Bu emrin muhtevası şudur: Ey her türlü harama aykırı olan imana sahip olanlar! Emirlerini terk, yasaklarını işlemek karşılığında Rabbinizin verdiği cezadan kendinizi uzak tutunuz. Halen insanlardan almanız gereken arta kalan faizi bırakınız. Eğer gerçekten mümin kimselerden iseniz, sakın ha faizli ilişkilere girmeyiniz, aksi takdirde kâmil imana sahip müminler olamazsınız. Çünkü iman itaat ve emirlere bağlılıktır. İsyan ile birlikte iman olmaz. İman bir barış, bir rahmet, bir sevgi, bir görüp gözetmedir. Faiz alıp verme ile iman olmaz; çünkü faiz tamahtır, zulümdür, sömürüdür, insanî kardeşliğe aykırıdır. Daha sonra Yüce Allah bu emre aykırı hareket etmeye dair tehdidinden söz ederek şöyle buyurmaktadır:
Eğer faizi ve faizden arta kalanı terk etmeyecek olursanız şüphesiz o vakit Allah’a ve Rasulüne karşı savaş açmış olursunuz. Yani sizler O’nun şeriatı dışına çıkmış düşmanlarının durumuna düşersiniz. İşte “bilin” buyruğunun anlamı budur. Allah’ın savaşı, faizcilere Allah’ın gazabı ve onlardan alacağı intikamıdır. Dünyada onları zarara sokar, ahirette de cehennemde azaba mahkûm eder. Resulullah (s.a.)’ın savaşı ise ona düşmanlık etmektir. Allah’a ve Rasulüne savaş açan bir kimse, Allah’ın şeriat ve hükümlerini çiğnediği için kendisiyle savaşümayı hak eder.
Şayet Allah’ın emrine uyarak faizden vazgeçerseniz, o takdirde yalnızca ana mallarınızı alma hakkını kazanırsınız. Ne fazla ne eksik. Faiz almakla kimseye zulmetmeyiniz, mallarınızdan eksiğini almakla da zulme uğramayı-mz.
Daha sonra Yüce Allah borcunu ödeme gücünü bulamayan, zor durumda kalan kimseye mühlet vermeyi emrederek şunları vurgulamaktadır:
Eğer ödeme zorluğu çeken bir fakir ile muamelede bulunup bu kimse belirlenen sürede borcunu ödeme imkânını bulamazsa, ona rahatlıkla ödeyebileceği vakte ve bolluk zamanına kadar mühlet verin, süre tanıyın. Ta ki borcunu ödeme imkânını bulabilsin. Nitekim Resulullah (s.a.), Müslim ve başkalarının Ebu Hureyre’den naklettikleri bir hadis-i şerifte şöyle buyurmaktadır: “Bir müminin sıkıntısını açan kimsenin Allah da kıyamet günündeki sıkıntılarından bir sıkıntısını giderir. Zorluk içerisinde olan kimseye kolaylık sağlayan kimseye Allah dünyada da ahirette de kolaylık verir.” Burada geçen zorluktan kasıt, mal bulamamaktan dolayı çekilen darlıktır.
Şayet ödeme zorluğu çeken kimseye veya borçluya borcun tümünden yahut bir kısmından onu ibra etmek suretiyle tasaddukta bulunursanız, bu sizin mühlet vermenizden, vadeyi ertelemenizden daha hayırlıdır. Allah katında daha çok sevabı gerektirir; eğer sizler bunun hayırlı olduğunu bilirseniz. Bir şeyi bilen bir kimse ise gereğince amel eder. Bu buyruk ödeme zorluğu çeken borçluya karşı hoşgörülü olmaya teşvik mahiyetindedir. Çünkü böyle davranmak bir dayanışma, destekleme ve karşılıklı merhametin ifadesidir. Nitekim Hz. Peygamber, Buharî, Müslim ve Nesaî’nin Ebu Musa’dan gelen rivayetlerinde şöyle buyurmaktadır: “Müminin mümine karşı durumu bir yapı gibidir. Biri ötekinin gücüne güç katar.” Yine Hz. Peygamber Tahavî’nin el-Hasîb’den rivayetine göre şöyle buyurmuştur: “Ödeme zorluğu çeken bir kimseye mühlet tanıyanın tanıdığı her bir günü karşılığında bir sadakası olur.” Daha sonra şöyle dedi: Her gün için o borcun misli sadaka vermiş gibi olur. Resulullah (s.a.) devamla buyurdu ki: Borç vadesi gelinceye kadar her bir gün için bir sadaka, eğer vade geldikten sonra yine ona mühlet verilirse her bir gün için o borcun misli bir sadaka vermiş kadar ecri vardır.”
İmam Ahmed de İbni Ömer’den şöyle dediğini rivayet etmektedir: ” Buyurdu ki: “Duasının kabul edilmesini, sıkıntılarının giderilmesini isteyen bir kimse darlık içinde olan bir kimsenin sıkıntısını gidersin.” Müslim, Ebu Mes’ud’dan şöyle dediğini rivayet etmektedir: “Sizden öncekilerden bir adam hesaba çekildi. Hayrına bir şey bulunmadı, ancak onun insanlarla beraber oturup kalktığı biliniyordu ve zengin bir kimse idi. Çocuklarına (veya kölelerine) ödeme zorluğu çekenleri bağışlamalarını emrederdi. Yüce Allah dedi ki: Böyle bir davranış göstermek ondan çok bize yakışır. Haydi onu affediniz.” Ebul-Yesâr (Ka’b b. Amr)’ın rivayet ettiği uzunca bir hadiste -Ahmed ve Müslim’in rivayetine göre-Resulullah (s.a.)’ı şöyle buyururken dinlemiş: “Ödemekte zorluk çekene mühlet tanıyan yahut onun borcunu indiren kimseyi Allah kendi gölgesinde barındırır.” Ödeme zorluğu çeken kimseye süre tanımak, kolaylıkla ödeyebileceği bir zamana kadar borcunu ertelemektir. Borcunu düşürmek ise, zimmetindeki alacağını kaldırmaktır.
Daha sonra Yüce Allah genel olarak takvalı olmayı emretmekte, kullarının kıyamet gününde kendilerini hesaba çekeceğine dikkatlerini çekmekte, takva sahiplerinin akıbetini belirterek, dünya ve dünyadaki malların zeval bulacağını hatırlatmaktadır. Bunun muhtevası da şöyledir: Yüce Allah’ın huzuruna döndürüleceğiniz çok büyük bir günden korkunuz, sakınınız. O günde işlediklerinizden dolayı sizi hesaba çekecek, hayır ya da şer olsun kazandıklarınızın karşılığını verecek. Hayra karşılık size sevap vereceği gibi, şerre karşılık da cezalandıracak. Herkese hayır ya da şer olsun kazandığının karşılığını verecektir. O günde size zulmedilmez, sevabınız eksiltilmez, cezanız arttırılmaz. Yüce Allah’ın şu buyruğunda olduğu gibi: “Kıyamet gününe ait adalet terazilerini koyarız. Hiç bir kimseye hiç bir şeyle zulmolunmdz. Bir hardal danesi ağırlığınca bile olsa biz onu getiririz. Hesap görücüler olarak biz yeteriz.” (Enbiya, 21/47).
İbni Cüreyc dedi ki: “… bir günden korkun” ayeti, Resulullah (s.a.)’ın vefatından dokuz gün önce nazil oldu. Bundan sonra ise herhangi bir şey nazil olmadı. İbni Cübeyr ve Mukatil ise, yedi gün önce derler. Üç gün yahut üç saat (kısa süre) önce indiği de rivayet edilmiştir. Hz. Peygamber de, “Bu ayeti faiz ayeti ile borç ayeti arasına koyunuz” buyurdu.
İbni Ebî Hatim de Said b. Cübeyr’den şöyle dediğini rivayet etmektedir: Kur’an-ı Kerim’in tümü arasmda en son nazil olan “… günden korkun” ayetidir. Resulullah (s.a.) bu ayetin nüzulünden sonra dokuz gün daha yaşadı, sonra da Rebiülevvel ayının 2. günü (Pazartesi) vefat etti.
Nesaî ve başkaları da Abdullah b. Abbas’tan şöyle dediğini rivayet ederler: Kur’an-ı Kerim’den en son nazil olan, “Kendisinde Allah’a döndürüleceğiniz bir günden korkun” ayet-i kerimesidir. Bu ayetin nüzulü ile Peygamber (s.a.)’in vefatı arasında otuz bir günlük bir süre vardır. [4][47]
Faizin Haram Kılınma Aşamaları:
Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de faizi, içkiyi haram kıldığı gibi dört yerde haram kılmıştır. Aynı şekilde bu haram kılma dört aşamadan geçmiştir. Bunlardan birincisi Mekke’de, diğeri ise Medine’de inen buyruklarda gerçekleşmiştir:
1- Mekke’de Yüce Allah, “Artış göstersin diye faiz türünden insanlara verdiğiniz, Allah katında artmaz.” (Rum, 30/39) buyruğunu indirmiştir. Bu buyruk Mekke’de inen şarap ile ilgili şu ayet-i kerimeye tekabül etmektedir: “Hurma ve üzüm ağaçlarının meyvelerinden de içki çıkarır ve güzel bir rızık edinirsiniz.” (Nahl, 16/67). Her iki ayet-i kerimede haram kılmaya bir hazırlık, buna üstü kapalı bir ifade ve ondan sakınma zorunluluğuna bir işaret vardır.
2- Daha sonra Yüce Allah Medine’de kendilerine haram kılındığı halde faiz yiyen ve bu masiyetleri sebebiyle Allah’ın kendilerini cezalandırdığı Yahudilerin uygulamalarını anlatmakta ve şöyle buyurmaktadır: “Kendilerine yasaklanmış olmasına rağmen faiz almaları…”[5][48] (Nisa, 4/161). Bu da içkinin haram kılmışında ikinci aşamayı temsil eden şu buyruğu andırmaktadır: “Sana içkiyi ve kumarı sorarlar. De ki: İkisinde de hem büyük bir günah, hem de insanlar için bazı faydalar vardır. Fakat günahları faydalarından daha büyüktür.” (Bakara, 2/219). Her iki ayet-i kerime de haram oldukları hususunda bir uyarma, buna dair bir ifade, bu emre aykırı hareket edenin cezalandırılacağına dair ilân vardır.
3- Daha sonra Yüce Allah kat kat oluncaya kadar artıp duran aşırı faizi yasaklamaktadır. Bu ise cahiliye döneminde görülen faiz uygulamasıdır: “Ey iman edenler! Faizi kat kat yemeyin…” (Âl-i İmran, 3/130) Bu da içkinin haram kılınış aşamalarından üçüncü aşamaya benzemektedir: “Ey iman edenler! Ne söylediğinizi bilinceye kadar sarhoş iken namaza yaklaşmayınız…” (Nisa, 4/43) Her iki ayette de cüz’î ve açık bir yasaklama vardır. Şu kadar var ki bu ayette yasaklanan cahiliye dönemi faizi olup aşırı faiz şekli yasaklanmaktadır. İçkiyi yasaklayan ayet-i kerimede de namaz kılınmak istendiği zaman sarhoşluk verici şeyin alınması cüz’î olarak yasaklanmaktadır.
4- Daha sonra hem faizi hem de içkiyi kesinlikle haram kılan buyruklar gelmektedir. Faize dair ayet-i kerimede Yüce Allah alacaklının sermayesinden fazla olan her şeyi yasaklamaktadır: “Ey iman edenler! Allah’tan korkun, faizden kalanı da bırakın. Eğer müminler iseniz…” ve diğer ayetler. İçki ile ilgili ayete gelince, Yüce Allah bütün hallerde ondan uzak durmayı emretmektedir: “Ey iman edenler! İçki, kumar, putlar ve fal okları şeytanın murdar işlerindendir. Artık onlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz.” (Maide, 5/90).
Yüce Allah’ın, “Ve faizi haram kıldı” buyruğunda “er-riba” kelimesinin başında yer alan “elif, lâm” cins içindir. Yani Allah riba türünü haram kılmıştır.
Yoksa bu “elif, lâm” cahiliye dönemi faizi veya nesîe (vadeli) faizini ihtiva eden ve yalnızca o dönem için bilinen (mahud) faizi ifade etmemektedir. Nas, mutlak ifadesiyle bütün riba türlerini haram kılmaktadır. Tıpkı “Allah alışverişi helâl kılmıştır” buyruğundaki bütün alışveriş türlerini mubah kıldığı gibi. [6][49]