VEHBE ZUHAYLİ’NİN (RH.A) BAKIŞ AÇISIYLA BAKARA SURESİ 83. VE 86. AYETLER
Yahudilerin Ahitlerine Aykırı Davranmaları
83- Hani İsraüoğuUarı’ndan: “AUah’tan başkasına ibadet etmeyin. Anneye, ba- baya, akrabaya, yetimlere, yoksullara iyilik yapın ve insanlara güzel söz söyleyin* Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin” diye söz almıştık. Sonradan azınız müstesnâ yüz çevirdiniz ve siz hâlâ da yüz çevirmektesiniz.
Açıklaması
Ey Peygamber! İsrailoğulları’ndan şu muhtevada söz almış olduğumuzu hatırla: Yüce Allah’tan başkasına ibadet etmeyip ona melek, put veya herhangi bir insanı dua ya da herhangi bir tür ibadeti ona yönelterek ortak koşmamak, anne babaya onları gereği gibi koruyup gözeterek onlara şefkat göstererek, Allah’ın emirlerine aykırı olmayan hususlarda itaat ederek tam anlamıyla iyilikte bulunmak. Tevrat’ta şu hüküm yer almaktadır: Anne ve babaya söven öldürülür. Ayrıca onlardan mallarıyla akrabalara, yetimlere, zayıflıkları, acizlikleri ve ihtiyaçları sebebiyle yoksullara iyilik yapmalarını, insanlara iyiliği emretmek, kötülükten alıkoymak suretiyle güzel söz söylemelerini de onlara emretmiş, buna dair söz almıştı. Bununla birlikte insanlara karşı alçak gönüllü ve yumuşak davranmalarını istemiş, namazlarını eksiksiz bir şekilde edâ etmelerini emretmişti. Çünkü namaz nefisleri ıslah eder. İnsanın tabiatını güzelliklerle bezer. Çeşitli faziletlerle donatır, bayağı ve adiliklerden alıkoyar. Fakirlere zekât vermelerini de istemişti. Çünkü zekâtta insanlar arası toplumsal dayanışma, fert ve toplumun mutlu kılınma hedefleri gerçekleştirilmekte, herkes için refah ve huzuru yaygın hale getirmektedir.
Fakat verilen sözde durmamayı alışkanlık haline getiren ve madde sevgisi uğrunda adeta canlarını feda etmek durumunda olan Yahudiler, kasdî olarak ve bilerek ilâhî emirleri yerine getirmekten, verdikleri söz gereğince davranmaktan yüz çevirdiler. Onlardan sonrakiler de tıpkı geçmiştekiler gibi Tevrat’tan yüz çevirmektedirler. Bundan Abdullah b. Selâm ve benzeri aklı başında, ihlâs-lı, güçleri oranında hakkı koruyan çok cüz’î bir azınlık müstesnadır. Şu kadar var ki bir ümmet arasında az sayıda sâlih kimselerin varlığı, o toplum arasında fesadın yaygınlık kazanıp belânın genel bir hal alması durumunda cezaya engel teşkil etmez. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Bir de içinizden yalnızca zalimlere gelip çatmayan bir fitneden korkunuz.” (Enfâl, 8/25). [1][65]
Yahudilerin Sözlerine Aykırı Birtakım Halleri
84- Hani sizden: “Birbirinizin kanını dökmeyin ve birbirinizi yurtlarınızdan çıkarmayın.” diye süz almıştık. Sonra kabul ettiniz, hâlâ da şahitlik etmektesiniz.
85- Sonra işte sizler birbirinizi öldürüyor ve içinizden bir kesimi yurtlarından çıkarıyor, onlara karşı günah ve düşmanlıkta birleşip yardımlaşıyorsu-nuz. Eğer size esir olarak gelirlerse fîdyeleşirsiniz. Halbuki onların çıkarılması size haram kılınmıştır. Yoksa siz kitabın bir kısmına inanıyorsunuz da bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? İçinizden böyle yapanların cezası dünya hayatında bir rezillikten başkası değildir. Kıyamet gününde de azabın en şiddetlisine uğratılırlar. Allah yaptıklarınızdan gafil değildir.
86- Onlar ahireti verip karşılığında dünya hayatını satın almış kimselerdir. Azapları hafifletilmez, onlara yardım da edilmez.
Yenilenip Duran Tarihi Gerçek:
Yahudilerin karşılıklı kan dökmeleri, biribirleriyle savaşmaları, biribirle-rini yurtlarından çıkarmaları aralarında oldukça sık görülen bir olaydı. Bu açıkça tespit edilebilen olay, Kur’an-ı Kerîm’in nazil olduğu döneme kadar devam edip durdu. Kurayzaoğulları Yahudileri Evslilerle, Nadîroğullan Yahudileri ise Hazreclilerle andlaşmalı idiler. Aralarında bir savaş çıktığı vakit her bir Yahudi kesim antlaşmalılar safında savaşa katılıyor ve bir Yahudi öteki Yahu-diyi öldürüyor, biri ötekinin evini, yurdunu tahrib ediyor, yurtlarından, evlerinden ediyorlar, evlerde bulunan eşya ve malları da talan ediyorlardı. Halbuki Tevrat’ın hükmü gereğince bu onlara haram idi. Diğer taraftan biribirlerini esir aldıkları vakit de fidye vererek onları kurtarma yoluna gidiyorlardı. Kendilerine: Niçin onlarla önce savaşıyor, sonra da fidye ödeyip kurtarıyorsunuz? diye sorulduğunda, bize Tevrat’ta fidye verme emri verilmiştir, derlerdi. Peki, niye onlarla savaşıyorsunuz? diye sorulunca, bu sefer de andlaşmalı olduğumuz kimselerin zelil kılınmasından utandığımız için, diye cevap veriyorlardı. Bunun üzerine Yüce Allah: “Yoksa siz kitabın bir kısmına inanıyorsunuz da bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz?” buyruğunu indirdi. [2][66]
Bundan önce gördüğümüz ayet-i kerimeler yalnızca Allah’a ibadet etmek, anne babaya, akrabalara iyilikte bulunmak ve buna benzer Musa (a.s.) dönemindeki İsrailoğulları’na verilmiş en önemli emirleri hatırlatmak mahiyetinde idi. Bu ayet-i kerimeler ise, onlara yasak kılman en önemli hususları hatırlatmak sadedindedir. Hitap Peygamber Muhammed (s.a.) döneminde bulunan Yahudilere yöneliktir. Aynı zamanda bu belli bir ümmetin kendi arasındaki dayanışmanın da delilidir ve ayrıca ümmetin tümünün bir fert gibi olduğunu göstermektedir. Bu ümmetin sonradan gelenlerine geçmişlerinin izledikleri yolun etkileri isabet eder. Onların etkileri hayırsa hayır, kötülük ise kötülük olarak isabet eder. [3][67]
Açıklaması
Ya Muhammed! Yahudilere Tevrat’ta kendilerinden şu şekilde söz aldığımız zamanı hatırlat: Biribirlerini öldürmeyecek, biribirlerini evinden vatanından çıkarmayacaklardı. Ayet-i kerimede “kanlarınızı, birbirinizi, yurtlarınızı” tabirlerinin kullanılması, toplumun diğer bir ferdinin yaşama hakkının, kişinin bizzat kendi yaşama hakkı gibi olduğuna işarettir. Çünkü bir insanı öldüren, bütün insanları öldürmüş, bir kimsenin hayatta kalmasına sebep olan da bütün insanları hayatta bırakmış gibi olur. İşte bu Mâide suresi 32. ayetin vurguladığı bir gerçektir.
Sonra siz ey (Kur’an’ın nüzulüne) çağdaş olan Yahudiler! Geçmişinizden alınan bu sözü kabul ediyor, böyle bir şeyin varlığını reddetmiyorsunuz. O halde sizin için de bu bağlayıcı bir delildir.
Sizler bu hususta sizden sözün alındığını kabul etmekle birlikte yine de ahdi bozuyor, birbirinizi öldürüyorsunuz. Tıpkı daha öncekilerinizin yaptığı gibi. Kaynukaoğullan Kurayzaoğullarına düşman idi. Kurayzaoğulları Yahudileri Evslilerin andlaşmahları olarak, Hazreclilerle andlaşması bulunan Nadiro-ğulları Yahudileri ile -Evs ile Hazrec arasında savaş çıktığı taktirde- savaşıyordu. Halbuki Yahudiler arasında bulunan din, dil ve soy birliği onların tek bir saf olmalarını gerektiriyordu.
Bu şekilde bütün Yahudiler diğer Yahudi kardeşlerine karşı öldürmek, talan ve yağma gibi günah işler işliyor ve Yahudi kardeşlerine karşı, andlaşmalı-ianna yardımcı oluyordu. Yurttan çıkartmak gibi düşmanlık ve haddi aşmakla da aynı şekilde yardımlaşıyorlardı. Esirlerin fidye ile kurtarılması için ittifak yapıldığı vakit de, Yahudilerin her bir kesimi kendi soydaşlarını mal ile fidye ödeyip kurtarıyordu. Bunu da Kitab-ı Mukaddes’in hükmü gereğince yapıyorlardı. Bu ise Tevrat’ta öldürmenin haram kılındığı gibi, size haram kılınmıştı. Peki nasıl oluyor da Kitabın bir kısmına iman ediyor ve esirlerin fidye ile kurtarılması hükmüne riayet ediyorsunuz da, öbür hükümleri inkâr ederek öldürme, yurttan çıkartma ve günah ve düşmanlıkla yardımlaşma suçlarını işleyebiliyorsunuz? Halbuki imanın bölünme kabul etmeyeceği; bir kısmını inkârın, tü-aünü inkâr gibi olduğu bildiğiniz bir husustur.
Tevrat’ın bir kısmına iman edip diğer bir kısmını inkâr eden kimsenin böyle çelişkili ve son derece çirkin fiiline karşılık tek bir cezası vardır, o da iünya hayatında aşağılanmak ve rezil olmak, âhiret hayatında ise daimi azap-si. Allah hiç bir kimsenin yaptığından gafil değildir. O günahları dolayısıyla insanları cezalandırır.
Diğer taraftan bu ayet-i kerimeler, hem bu Yahudiler ve hem de başkaları apn genel bir hükmü tespit etmektedir ki o da şudur: Boş liderlik, mal almak abi dünya hayatını ahirete ve ahiretteki ebedî nimetlere tercih edenler, aslında fânî ve geçici olan dünyalık paylarını, edebî ve daimî nasiblerine tercih edip 3iılara öncelik tanımışlardır. Allah’ın Kitab-ı Kerim’indeki emirlerini terket-anek karşılığında, dünyayı satın almış kimselerdirler. Bunların ahiretteki azapları hafifletilmez, tek bir an dahi bu azaplarına ara verilmez. Dünyada da ahi-reîte de bunlara yardım olunmaz. Kimse onlara şefaatçi olmaz. Cehennemdeki cezalarını kimse kaldırmaz. Çünkü bunların günahları çok büyüktür, onları çepeçevre kuşatmıştır. Bu günahları ilâhî rahmet ile kendileri arasında perde ol-xru= ve onları ilâhî feyzin rahmet ve bereketinden uzaklaştırmıştır.
İşte fertlerinin namaz, oruç ve hac gibi dininin bir takım hükümlerini yerme getirirken, başka hükümlere muhalefet edip zekâtı vermediği zenginlerinin fakirlerin haklarını ödemediği, aralarında hırsızlığın, zinanın, rüşvetin, haksızlığın yaygınlık kazandığı; adalet, eşitlik ve şûra gibi yönetim düzeninin temel esaslarının ihmal edildiği ve Allah yolunda ve cihat ederken zorda kalmış müminlere yeterli yardımın yapılmadığı zamanlarda, belli bir dine bağlı her bir ümmet aynı şekilde dünya hayatında zillete, rezilliğe maruz kalır, ahi-rette de cehennem ateşinde azaba mahkûm olur. [4][68]