BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd Alemlerin Rabbi olan Allah azze ve celle’ye mahsustur. Salat ve selam O’nun habibi müminlerin örneği ve önderi, yaşayan Kur’an kendisine uyulmadığı sürece kurtuluşun mümkün olmadığı son Peygamber Hz.Muhammed (s.a.v)’e O’nun ehli beytine, sahabesine ve bütün müminlerin üzerine olsun…
KENDİNİ BİLMEK, ALLAH’I BİLMEYE YOLDUR.
Bil ki geçmiş peygamberlerin kitaplarında bie söz vardır:
“Kendini bil ki, Rabbini bilesin” Haberlerde ve eserlerde de: “Kendini bilen, Rabbini bilir” denilmektedir. Şu halde bu güzel kelimeler, şuna delalet eder: “İnsanın kendisi öyle bir aynadır ki, ona bakan, onu düşünen hakk’ı görür, hakk’ı bulur. Halbuki insanların çoğu kendilerine bakıp düşünmek ile hakk’ı görmezler, hakk’ı bulmazlar. O halde insanın Allah (c.c)’ın marifetine nasıl ayna olacağını bildirmek lazımdır. Bu da iki yoldan anlatılabilir:
Herkesin anlayabileceği şekilde şöyledir: İnsanoğlu, kendi zatının varlığından Allah (c.c)’ın zatının varlığına; kendi sıfatlarının varlığından Allah (c.c)’ın sıfatlarının varlığına, kendi ülkesi olan bedeni ve azalarındaki tasarruf atından Allah (c.c)’ın bütün tasarruf atına delil getirir. Bunun izahı şudur: İnsan, kendini mevcut (var) bilince anlar ki, bundan önce nice yıllar geçmiştir ki, kendisi yoktu; namı şanı bilinmezdi.
Nitekim Allah (c.c) buyuruyor:
هَلْ اَتٰى عَلَى الْاِنْسَانِ ح۪ينٌ مِنَ الدَّهْرِ لَمْ يَكُنْ شَيْـٔاً مَذْكُوراً
“Gerçek şu ki, insanın üzerinden, daha kendisi anılmaya değer bir şey değilken, uzun zamanlardan (dehr) bir süre (hin) gelip-geçti.”(İnsan suresi 1.Ayet)
اِنَّا خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ مِنْ نُطْفَةٍ اَمْشَاجٍۗ نَبْتَل۪يهِ فَجَعَلْنَاهُ سَم۪يعاً بَص۪يراً
“Şüphesiz biz insanı, karmaşık olan bir damla sudan yarattık. Onu deniyoruz. Bundan dolayı onu işiten ve gören (biri) kıldık.”(İnsan suresi 2.Ayet)
İnsanın fıtratının (yaratılışının) aslında vukubulan olay şudur: İnsan, yaratılmazdan önce bir nutfe idi; yani, kötü kokulu bir damla su idi. Onda akıl, kulak, göz, baş, el-ayak, dil, damar, sinir, kemik, et, deri yok idi. Belki belli bir sıfatı olan bir parça beyaz su idi. Bu halinden sonra birçok garip safhalardan geçmiştir. Acaba bu haller kendiliğinden mi oldu, yoksa bir kuvvet mi onu meydana getirdi?
İnsanın mükemmel hali üzerine iken, bir kıl bile yaratmaktan aciz olduğu bilinen bir gerçektir. İnsan bir damla su iken, daha aciz ve noksan olduğunda şüphe yoktur. Netice itibari ile insan, kendi varlığında, Allah (c.c)’ın varlığını anlar.
İnsan şimdiye kadar bir kısmını anlattığımız bedenindeki zahir (dış) ve batın (içi) yönündeki acayip hallere bakıp düşününce, kendini yaratan Allah (c.c)’ın kudretinin tam olduğuna, dilediğini vücuda getirmeye kadir olduğuna kesinlik ile inanır. Bundan daha üstün hangi kudret olur ki, böyle hakir ve önemsiz bir damla sudan, insan gibi mükemmel harika güzellikte ve bunca garip hasletleri bulunan bir yaratık vücuda getirebilir?
İnsanın azaları öyle yerli yerine konulmuştur ki, bütün akıllılar bir araya gelse ve onlara uzun ömür verilse ve ömürleri boyunca, yaratıklardan birinin bir azasını mevcut şeklinden daha güzel ve faydalı bir şekle sokmak için düşünseler, daha güzelini bulamazlar. Mesela; ön dişler, yemekleri kesmek için keskin, diğer dişler ise, değirmen gibi yemeği öğütmek için yassı yapılmıştır. Dil bunlar arasında bir değirmen teknesi vazifesini görüp, yemeği öğütme vazifesini gören dişlere döker. Dilin altına yerleştirilen salgı yapan kuvvet ise, bir hamurcu görevini görmektedir. Yemeğin yumuşayıp boğazdan geçmesi için lüzumu kadar yemeğe su döker. Bütün dünyanın akıllıları bir araya gelip bunlara yeni ve daha güzel bir şekil vermeye çalışsalar, bundan daha güzel ve mükemmel bir şekil bulup yapamazlar.
İnsanın hiçbir parçası yoktur ki, onda böyle hikmetler bulunmasın. Bu hikmetleri ne kadar fazla bilsek, Allah (c.c)’ın ilminin azametine olan hayranlığımız o derece artar.
Nitekim Allah (c.c) buyuruyor: “Rahmetim gazabımı geçmiştir.” Peygamberimiz de buyuruyor ki: Allah (c.c)’ın kullarına şefkati, annenin, süt emen çocuğuna olan şefkatinden daha fazladır.
O halde insan, kendi zatının vücuda gelmesinden, Allah (c.c)’ın ezeli varlığını anlar. Kendi azalarının ve çevresinin geniş teferruatınan da Allah (c.c)ın kudretinin mükemmel olduğunu anlar. Azalarından ve çevresinin şaşılacak, hallerinden ve faydalarının çokluğundan, Allah (c.c)’ın ilminin mükemmel olduğuna kesinlikle bilgi edinir. Kendi nefsinde toplanan, zaruri şeylerden veya süs ve güzellik için olan şeylerden Allah (c.c)’ın lütuf ve rahmetine vakıf olur. Bu sebepler ile kendini tanımanın, Allah (c.c)’ı tanımanın anahtarı ve aynası olduğunu bilmiş olur.
VELHAMDULİLLAHİRABBİLALEMİN…