sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

YALNIZ GÖZLER KÖR OLMAZ SİNELERDEKİ KALPLER DE KÖRELİR-(2)

A+
A-

Sonsuz Hamd Alemlerin Rabbi olan Allah(Celle Celaluhu)’a mahsustur. Salat ve selam Alemlere Rahmet olarak gönderilen yegane örnek ve önderimiz Hz Muhammed (sav)’e aline ashabına ve onları takip edenlerin üzerine olsun inşaAllah.

Basîret’ aslında ilâhî bir nur’dur. Allah(Celle Celaluhu)’ın ‘Basar’ sıfatının iman eden kullarda bir yansımasıdır. Mü’min bu nur (ışık) sayesinde Hakk’ı anlar, idrak eder ve gereğini yapar. Allah(Celle Celaluhu)’ın âyetleriyle karşılaştığı zaman, ne anlama geldiklerini kavrar, yani bütün âyetler onun için bir anlam ifade ederler.

Sürekli salih amel işleyen mü’minlerin kalpleri tertemiz olduğu için basîretleri etkin haldedir. Günahlarla ve isyanla kirletilmemiş bir kalp, nur (aydınlık) içerisindedir. Mü’min bu nur ile eşyanın, yani insana sunulan her türlü âyetin ötesini idrak eder, bu idrak ve kavrama sonrasında da teslimiyetini artırır. İnkârcıların ve inatçı müşriklerin kalpleri bu görevini yapamaz.

“Onların kalpleri vardır ama onunla gerçeği anlamazlar.” (7/A’raf, 179)

Allah(Celle Celaluhu)kitabında insanların aklına hitap eden pek çok örnek vermiştir:

Göklerin ve yerin yaratılığında, gece ile gündüzün peşpeşe gelişinde ulu’l elbab için ibretler vardır. (bkz: Ali İmran 3/191) Bunun bir benzeri âyette ise şöyle buyuruyor: “Allah, geceyi ve gündüzü döndürüp duruyor. Şüphesiz bunda basîret sahibi (ulu’l-ebsâr, yani görecek gözü) olanlar için bir ibret vardır.” (Nûr 24/44)

Çünkü, gece ve gündüzün şaşmaz bir düzen içerisinde deveranı, evrendeki ilahi yasanın işleyişi ve Allah(Celle Celaluhu)’ın kudretini düşünmek kalbin duyarlılığını artırır. Kur’an düşünen, ibret alan ve akleden kableri bu sahnelere yönlendiriyor. Evrendeki bu mükemmellik ve güzellik, yani ondaki olağanüstülükler yaratıldığı zamandan beri hiç kaybolmamıştır. Ancak uyuşan, katılaşan, duyarsız hale gelen, hatta paslanan insan kalbidir. Görmesini, idrak etmesini, akletmesini bilen kapler (ulu’l-ebsar) kainattaki kevni (oluş) ayetlere bakar, ibret alır, bunun hikmetini ve boşu boşuna yaratılmadığını düşünür. Kur’an bu örneklerle insanın gönlüne hitap ederek uyuşan duyarlılığı ve duyguları uyandırmak istiyor. Vicdanları harekete geçirmek istiyor.

“O, yeri size beşik yapan ve onda size yollar açan, gökten de su indirendir. Onunla biz çeşitli bitkilerden çiftler çıkardık. Yiyin, hayvanlarınızı yayın. Şüphesiz bunda akıl sahipleri (ulu’n-nuhâ) için (Allah’ın varlığını ve birliğini gösteren) deliller vardır.” (Tâhâ 20/53-54)

Görüldüğü gibi Kur’an burada akıl sahiplerini, ya da akleden kalbe sahip olanları “ulu’n-nühâ” olarak nitelendiriyor. Yönünü şaşırmayan akıllar Allah(Celle Celaluhu)’ın yarattığı bu muazzam kâinat düzenine hayret ederler. Bundaki sayısız deliller, belgeler (âyetler) üzerinde düşünürler. Bunu tasarlayan ve yaratan bir Yaratıcı olduğunu anlarlar. Kâinattaki yerlerinin farkına varıp hadlerini bilirler.

Aklını hakkı ve hakikati bulmak için kullananlar bu âyetlerin işaretiyle Hakka giden bir yol bulurlar. Bu ‘nuhâ akıl” sayesinde kendilerini sapıklığa, hataya, günaha, kötülüklere sürükleyen inançlardan, fikir ve davranışlardan uzaklaşırlar.

“Yurtlarında dolaşıp durdukları, kendilerinden önceki nice nesilleri helâk etmiş olmamız, onları doğru yola iletmedi mi? Şüphesiz bunda akıl sahipleri (ulu’n-nuhâ) için ibretler vardır.” (Tâhâ 20/128)

Zalimlik ve azgınlık yaptıkları için cezalandırılan toplumları hikâyesini duyduğu veya bildiği halde bundan ibret almayanların kafası çalışmıyor demektir.

Kendilerinden önce ölenlerin akıbetinden, ölümden ve hayatın faniliğinden ibret almayanların basireti bağlı demektir. Ancak ulu’n-nuhâ, ulu’l-ebsâr, ulu’l-elbâb olanlar, akleden ve sağduyulu bir kalbe sahip olanlar bunlardan ders çıkarırlar.

‘Basar’, görmeyi ve görme gücünü ifade ederken, ‘basîret’, görmeyi sağlayan nur’u ifade etmektedir. Kur’an âyetleri insanların gerçeği görmelerine ışık tuttukları için onlara da ‘basîret’ denmiştir. (7/A’raf, 203. 28/Kasas, 43) Bu nur’dan, bu basîret gücünden mahrum olanlar, aydınlıktan yoksun kalıp yollarını şaşıranlardır. Onlar, Hakk’a sırt çevirdikleri için nur’suzluğu, basîretsizliği kendileri seçmiştir.

“Bunların örneği, ateş yakan adamın örneğine benzer; (ki onun ateşi) çevresini aydınlattığı zaman, Allah(Celle Celaluhu) onların aydınlığını, (nurlarını) giderir ve göremez bir şekilde karanlıklar içinde bırakıverir.” (2/Bakara, 17).

Allah(Celle Celaluhu)’tan gelen vahy, yani Kur’an âyetleri birer ‘basîret’tir.

“Doğrusu, size Rabbinizden ‘basîretler’ geldi; artık kim görürse kendisi içindir, kim de kör olursa kendi aleyhinedir.” (6/En’am, 104) Allah’ın âyetleri, insanın gerçeği görmesini, kalp gözünün açılmasını sağlayan nurdurlar. Bunları görmemek, bunlarla kalbi aydınlatmamak, tek kelime ile körlüktür.

Allah(Celle Celaluhu)’ın âyetleri karşısında ikili oynayan münafıklar kördürler, sağırdırlar. (2/Bakara, 18) (bakınız: Münafık)

İnatçı kafirler, doğru yola çağrılsalar bile işitmezler. Onlar bakar kördürler. (7/A’raf, 198) Onların kalpleri vardır; bununla kavrayıp anlamazlar, kulakları vardır; bununla duymazlar, gözleri vardır; bununla görmezler. Bunlar tıpkı dört ayaklılar gibidirler. Dört ayaklı yaratıklar da bazı sesleri duyarlar, bazı şeyleri görürler ama ne olduğunu anlamazlar. (7/A’raf, 179).

Kur’an-ı Kerim şöyle diyor:

“De ki: Bu, benim yolumdur. Ben bir basîret üzere Allah(Celle Celaluhu)’a davet ederim; ben ve bana uyanlar da …” (12/Yusuf, 108)

Peygamber (sav) insanları bir hayale, bir belirsizliğe, temelsiz şeylere davet etmiyor. O’nun davet ettiği şey, mantıklı, isbatlı, anlaşılan, basîretle idrak edilebilen şeydir. Onun kuruntularla, aslı astarı olmayan şeylerle ilgisi yoktur. Bu davet, körükörüne, batıl ve bozuk amaçlara, nefsin isteklerine bir davet değildir. Bu davet ne dediğini bilen, hikmete çağıran bir Peygamberin davetidir. Kur’an, basîret sahiplerini ifade ederken ‘ulu’l elbab-kalp sahipleri’ (39/Zümer, 9), ‘ulü’l ebsar-basîret sahipleri’ (59/Hasr, 2), ‘ulü’n nühâ-sağduyu sahipleri’ (20/Tâhâ, 54) tabirlerini kullanıyor. Bu gibi basîret sahipleri nefislerinin isteklerine kapılarak günaha dalmazlar, kalplerini günahlarla kirletmezler ve karartmazlar; böylece onlar ilahî bir bağış olarak bir nur’a kavuşurlar. Basîret sahibi olarak manevi gerçekleri olduğu gibi idrak ederler.

Bu şekilde basîret sahibi olmayan bakarkörler, kalp gözü kapalı olanlar; Allah(Celle Celaluhu)’ın âyetleri karşısında sağır ve kör kesilirler. Ne o âyetleri anlarlar ne de o âyetlerin arkasındaki gerçekleri idrak ederler. Sürekli günah ve isyanda oldukları için kapleri bu basîret nurunu kaybetmiştir. Bu nedenle Hakk’ı anlamakta, kabul etmekte ve gereğini yapmakta güçlük çekerler.

Basîret sahipleri; gören kimseler, basîreti olmayanlar ise kör (âmâ) kimselerdir. “Ve onlardan sana bakacak olanlar vardır. Ama kör olanları –üstelik hiç görmüyorlarsa- sen mi doğru yola getireceksin?” (10/Yunus, 43) Onların bu körlüğü karanlık gibidir, tıpkı görmenin, yani basîret sahibi olmanın nur (aydınlık) olduğu gibi. (35/Fatır, 19)

Kur’an, basîret sahibi kimseleri, azabı hak etmiş kimselerin durumundan ibret almaya davet ediyor. “…Artık ey basîret sahipleri ibret alın.” (59/Haşr, 2) şüphesiz ki kalpleri paslanmış ve kirletilmiş, eşyayı, olayları, âyetleri ve insan olarak konumunu anlayabilme nurunu kaybetmiş kimseler ne ibret alırlar ne de basiretle bakabilirler.

14- Hayır, aksine kazandıkları, kalplerini karatmıştı.

15-Hayır. şüphesiz onlar o gün, Rablerinden mahrum kalacaklardır. (mutaffifin)

Şu hadis-i şerif bu konuda ilginç bir gerçeğin altını çiziyor.

Peygamberimiz (sav) kalplerin pas tutmasını şöyle açıklıyor; “Kul bir hata yaptığı zaman kalbinde siyah bir iz meydana gelir. Eğer kişi, o hatadan kendini çeker, af ister ve tevbe ederse kalbi cilalanarak (o leke silinir). Şayet kul aynı hatayı yapmaya devam ederse, kalpteki leke artırılır. Hatta bir zaman gelir, bu lekeler kalbi tamamen kaplar. İşte bu durum Allah(Celle Celaluhu)’ın; ‘onların yapageldikleri ameller kalplerini paslandırmış’ sözündeki paslanmadır.” (İbni Mace, Zühd/29, Hadis no: 4244, 2/1418. Tirmizî, Tefsir/75, Hadis no: 3334. 5/434)

İbni kesir: «Hayır, doğrusu onlar, o gün Rablerinden kesinlikle mahrumdur­lar.» Kıyamet günü onların konağı ve durağı Siccîn’dir. Ve ayrıca kıya­met günü onlar, yaratıcılarını ve Rablerine görmekten alıkonulmuş ve mahrum bırakılmışlardır.

İmâm Ebu Abdullah eş-Şâfiî der ki: Bu âyet kıyamet günü müminlerin Azîz ve Celîl olan Allah(Celle Celaluhu)’ı göreceklerine delildir. îmâm Şafiî merhumun söylediği bu söz, son derece güzeldir. Ve bu ifâde, Allah Tealâ’nın «Birtakım yüzler o gün parlayacak, Rablerine bakacaklardır.» (Kıyâme, 22-23) kavlinin anlamının da delâlet ettiği gibi yerinde ve anla­şılır bir istidlaldir. Mü’minlerin âhirette Azîz ve Celîl olan Rablarını gö­receklerine dâir pekçok sahîh ve mütevâtir hadîsler vardır. Yüce cennet bahçelerinde ve kıyamet sahasında gözleriyle Rablarım göreceklerdir. Nitekim İbn Cerîr Taberî, Muhammed İbn Ammâr kanalıyla… Hasan’-dan nakleder ki; o, bu âyete şöyle mânâ vermiştir: Perdeler açılır, müminler ve kâfirler ona bakarlar. Sonra kâfirlere bir perde gerilir, müminler her sabah ve akşam ona bakarlar. Ya da Hasan’m ifâdesi buna benzer bir sözdür.

«Sonra onlar, muhakkak cehenneme yaşlanacaklardır.» Ayrıca on­lar Rahmân’ı görmekten mahrum oldukları gibi, cehennem ehlidirler de. «Sonra da onlara; yalanlayıp durduğunuz işte budur, denilecektir.» Onların kulaklarını patlatırcasına ihtar ile küçümsenerek ve önemsen­meyerek kendilerine; işte yalanlayıp durduğunuz budur, denilecektir

124- Ama kim benim uyarıcı mesajıma sırt çevirirse o geçim sıkıntısına düşer ve kıyamet günü onu kör olarak toplantı yerine süreriz.

125- O der ki “Ya Rabb’i, beni niye kör olarak toplantı yerine sürdün, oysa daha önce benim gözlerim görüyordu. “

126- Allah da ona der ki: “İşte böyle. Vaktiyle sana ayetlerim geldi de onları unutmuştun. Bugün de böylece tarafımdan unutulursun. (Taha suresi)

İbni kesir: «Kim de benim zikrimden yüz çevirirse; (Benim emrime’ ve Resulüme indirdiklerime zıt gider, ondan yüz çevirir de unutmuş görü­nür ve onun dışında başka bir şeyden hidâyet almaya kalkarsa) bilsin ki onun (dünyada) dar bir geçimi olur.» Onun için huzur ve göğüs fe­rahlığı yoktur. Sapıklığından ötürü göğsünde bir sıkıntı vardır. İster­se dışı nimet içinde olsun, dilediğini giymiş, dilediğini yemiş, dilediği yerde ikâmet etmiş olsun. Kalbi yakîn ve hidâyetle temizlenmedikçe o şüphe, hayret ve kalb huzursuzluğu içindedir. Devamlı bir şüphe için­de bocalamaktadır. İşte bu; geçimin darlığındandır. Ali ibn Ebu Talha’nın «Onun dar bir geçimi olur.» âyeti hakkında İbn Abbâs’tan ri­vayetine göre o, bunun mutsuzluk, bedbahtlık olduğunu söylemiştir.

Ebu, Hüreyre’den, onun da Hz. Peygamber (s.a.) den «Onun dar geçimi, olur,» âyeti hakkında riyâyetine göre şöyle buyurmuştur; «Allahu Teala nın buyurmuş olduğu dar geçim şudur : Onun üzerine doksan .dokuz yılan musallat kılınır da, kıyamet kopuncaya kadar onun etini parçalarlar.

Basîret, aslında iman etmiş bir kalbin ulaştığı yüce bir idrak ve kavrama yeteneğidir. Bu, mü’minlere imanın bir hediyesi olarak verilmiştir. Kalp gözünün açıklığı, iman nuruyla bakabilme, Allah’ın âyetlerini, Hakk’ı anlayabilme ve gereğini yapabilme anlayışıdır. Basîret sahibi olanlar, Hakk’ı anladıkları gibi baktıkları zaman da Allah’ın nuruyla bakarlar. (Tirmizî, Tefsir/16, Hadis no: 3127. 5/298) Bu bakımdan kendi hatalarını anlarlar, kusurlarını ve eksikliklerini görürler ve düzeltme yoluna giderler.

İnsanın kötülük ve ahlâksızlıklara dalması onun basîretini bağlar. Fakat Allah(Celle Celaluhu)’a itaat, salih bir amel, mükemmel ve gerçek bir tevhidi akide, mümine üstün bir basiret verir. Hz. Peygamber (s.a.s.)’in “Mümin’in ferasetinden korun, zira o Allah’ın nuru ile bakar” (Tirmizî, Tefsir Suretu’l-Hicr, 6) buyurması mümindeki basiret ve kavrama kabiliyetinin üstünlüğünü gösterir.

Basiret sahibi bir mümin başkalarından önce kendi kusur ve eksikliklerini görür. Resulullah şöyle buyurur: “Allah(Celle Celaluhu) bir kulu hakkında iyilik murad ederse, ona, kendi kusurlarını görme kabiliyetini verir. ” (Müslim, Kader, 4,5). “Ey basiret sahipleri ibret alınız. ” (el-Haşr, 59/2) ayeti, insanın ilerisi için daha tedbirli davranıp Allah(Celle Celaluhu)’ın emirlerine ters düşmekten sakınmasını sağlamak maksadıyla yapılan bir hatırlatmadır. Bu da müminin basiretini gösterir.

İman bir basirettir. Basireti açık olanlar Allah(Celle Celaluhu)’ın dinine ve hükümlerine talip olurlar. Basireti kapalı olanlar da Allah(Celle Celaluhu)’ın nizam ve hükümlerine sırt çevirirler. Basîret aynı zamanda Allah’ın hükümlerine uygun yaşama şuurudur. Basîretsiz olanlar ise, Allah(Celle Celaluhu)’ın hükümlerine sırtlarını dönerler ve başkalarının hükümleriyle hayatlarına yön verirler

Akleden, fıkheden, derinlemesine düşünen, kavrayan, tefekkür eden, hatırlanması gerekenleri hatırlayan ama –özellikle Rabbini- unutmayan kalbler, gerçeği anlarlar, teslim olurlar, gereğini yaparlar. Allah(Celle Celaluhu)’ın kavli ve kevnîayetleri üzerinde düşünürler ve arkasındaki hakikati ve hikmeti anlarlar. Onlar dini, Allah(Celle Celaluhu)’ın öğrettiği gibi anlarlar, yaşarlar ve anlatırlar. Peygamber döneminden beri insanlar tarafından  ileri sürülen vahye uygun olmayan görüş, fikir, yorum, fetva ve uygulamaları ayırdeci bir bakışla, basîretle, akleden bir kalble anlarlar ve reddederler.

Türkçe’deki deyimle ‘aklını başına alanlar’ hayatın sırlarını çözerler, varlığın ve onun ardından gelen ölümün arkasındaki gerçeği görürler. Kendilerine faydalı olan şeyleri tercih ederler, zararlı olanlardan kaçınırlar.

Hemen her insanda akıl vardır ama bu akıllar neye yarar, ne yaparlar ? Hangi akıl kavrıyor, hangisi maksada uygun çalışıyor ? Nefsinin keyfinden başka bir çıkar, yol, anlayış, hedef bilmeyen mi, yoksa yaptığı her şeyin hesabını günün birinde vereceğini idrak eden mi? Isırıldığı deliğe bir daha girmeyen mi, her an ısırılmak üzere deliklere giren mi daha akıllı? Bir kaç günlük dünya hayatı için deli divâne olan mı, yoksa ölümden sonrasını hesaba katan mı? Kısa zamanda haram-helâl, başkasını hakkı-hukuku demeden köşeyi dönen mi, zengin olan mı akıllı, yoksa kimsenin ahını almamak, kazancının hakkını vermek hususunda titiz olan mı? Hayatını zevkleri ve hevâsı uğruna harcayan mı, iki dünya huzurunu ilâhi ölçülerde arayan mı?

Akıl odur ki selîmdir. Yürek odur ki akleder, fıkheder. Akıl, ışık gibi olsun ve sahibinin yolunu hidâyete, hayra, ihsana, ma’rufa, iyiliklere, Cennete doğru aydınlatsın. Akıl odur ki insana rehber olsun ve iki dünya saadeti kazanmaya yardım etsin. “Sahibini ateşten kurtaramayan akıl insana yarar sağlamaz.

Rabbim aklımızı kullanmayı nasip etsin. Amin.

VELHAMDULİLLAHİRABBİLALEMİN.

Yazarın Diğer Yazıları
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.