YAPTIRIMLARA MARUZ KALINMASI, REJİMLERİN KABULLENİLDİĞİ ANLAMINA GELMEZ
Hamd, sena ve övgülerin en güzeli, ezelde ve ebette var olan, lütfuyla kainatı ve bizleri yaratıp var eden, sayısız nimetlerle yaşatan ve rahmetiyle doğru yolu gösteren Allah (cc.)’a mahsustur.
Salat ve selam da, alemlerin Rabbi tarafından sevilen, insanların ise tanıyıp, idrak edebilme nisbetînce sevebildikleri, efendimiz, önderimiz, rehberimiz Hz. Muhammed Mustafa(sav)ya, a’line, ashabına ve onun yolunu izlemeye çalışan ümmetin üzerine olsun.
Bir önceki yazımda hartırlarsanız Müslümanların hiçbir şeye, hiçbir kimseye değil, sadece Allah’a minnet duymaları gerektiğini, zira Allahu Teala’nın verdiği hakları yaşadıklarını, bu haklardan hiçbirinin, başkalarının lütfu olmadığını özetlemeye çalışmıştık. Şimdi de rejimlerin yaptırımlarını ele almaya çalışacağız.
Bugün Allah’ın mübah kıldığı, fakat farklı sebeplerden dolayı inanç esaslarına ters düşen bazı durumlarla karşılaşabiliriz. Mesela elma yemek mübahtır. Başkasının bahçesindeki elma bize haramdır. Haramı umursamayıp helal görerek yapmak küfürdür. Bugünkü rejimlerin de malum olduğu üzere bazı yaptırımları vardır. Bu yaptırımlar Kur’an ve Sünnet ölçüsüyle bakıldığında mübah olanı da, haram olanı da, küfür olanı da var. Yukarıda açıklandığı gibi mübah olan bir şeyi Allah’a isyan da kullanmak insanı Allah muhafaza küfre götürür. Herhangi bir noktada küfre düşmek, bu küfürden tevbe edip dönmediği müddetçe diğer noktalarda doğru da olsa kişiyi ebedi azaba sürükler. Bizlerde el-Azim ve el-Aziz olana yönelerek, aciz olan varlıkların kendi eksik durumlarını fark edip, vardır bir bildiği mantığını silerek “Allah’ın vardır bir bildiği” demeliyiz. Hep insanların bir bildiği oluyor da Alemlerin Rabbi olan, el-Alim ve el-Hakim sıfatlarıyla hükmeden Allah’ın vardır bir bildiği olmuyor. Hakimiyet Allah’ındır.(Yusuf 40). Diye apaçık ayet olmasına rağmen, Hakimiyet milletindir sözünde ısrar edenlerin yaverleri Allah’ın ayetlerine karşı cahilce inad edip hakkın karşısında gönüllü avukatlığa soyunuyorlar ve “o manada söylenmiyor” diye savunmaya geçiyorlar. Peki ne manada söylüyor dediğinde: eee… Vardır bir bildiği başka manada söylenmiştir deniliyor. Kendi bile ne manada olduğunu bilmiyor ve direk savunmaya geçiyor. Evet, doğru, o konuda hata yapmış dese onun hakkında ki bütün düşünceler değişecek.
Allah’ı ve İslam’ı hiç böyle savunmadık. Çünkü bir önceki yazımda da belirttiğim gibi her takip edilen kanal, her takip edilen parlomento, her takip edilen haber sitesi kendi benimsediği liderin eksiklerini kapatır, yamalar, kamufule eder ve hep artı olan yönlerini gündeme taşırlar. Sende onu devamlı takip edince eksiksiz ve başarılı bir lider olarak tanımaya ve sevmeye başlayacaksın. Oysa SUBHAN VE KUDDUS (bütün noksanlıklardan münezzeh) olan Allah’tır. Oysa Kur’an kanalı (sureleri) izlenip, göndermiş olduğu Resul takip edilse; kimi övmek gerektiği, kimi sevmek gerektiği ve O’nun Resulü’nden daha üstün bir lider olmadığı daha iyi anlaşılacaktır.
Bakara 165- İnsanlardan kimi de Allah’tan başka şeyleri O’na eş tutuyorlar da onları, Allah’ı sever gibi seviyorlar. Oysa iman edenlerin Allah sevgisi daha kuvvetlidir. O zulmedenler, azabı görecekleri zaman bütün kuvvetin Allah’a ait olduğunu ve Allah’ın azabının gerçekten çok şiddetli bulunduğunu keşke anlasalardı.
Dolayısıyla Resulün bize gösterdiği yolun dışındaki bütün yolların yanlış olduğu kavranılmış olacak, şeriata muhalif düşünceleri savunma pisikolojisine girilmeyecektir. Ve o zaman da Allah’ın hükümlerine ters bir şey görüldüğünde, savunmaya geçenler Kur’an kanalıyla beslenenler olacaktır.
Bu sadece verilen bir örnekti. Kur’an ve sünnetle bize bildirilen, Allah’ın emir ve yasaklarına ters kaç tane savunulan batıl kurallar var belli değil. Ekranlarda genelev veya domuz eti satışı reklamı verilse ortalık karışır. Neden, çünkü biz müslümanız. Peki faiz reklamıyla insanları faize teşvik edenler İngiliz kanalları mı? Dikkatli bakan görecektir ki her geçen yıl gençlik iyice sapıtmakta, kadınlar iyice açılmakta, Kur’an eğitimi veren kurslar boşalmakta ve oyun , eğlence ve uyuşturucu hap tutkunları çoğalmaktadır. Bu nasıl bir ilerlemedir. Beyinlerimiz tv kanalarıyla vb şekillerde uyuşturulmuş, çok net olarak görülen eksikler, görülmemektedir. Bunun sebebini Allah Azze ve Celle Kur’an’ da bize bildirmiştir.
HAC 46- Yeryüzünde dolaşmıyorlar mı ki olanları akledecek kalbleri, işitecek kulakları olsun. Gerçek şudur ki, gözler kör olmaz, fakat asıl göğüslerin içindeki kalpler kör olur.
BAKARA 10- Kalplerinde hastalık vardır. Allah da onların hastalığını arttırmıştır. Yalan söylemelerine karşılık onlara elem verici bir azab vardır.
Kişilerin gerilediğini görmek istememesi, gerilemeyeceği anlamına gelmez ki.
Bu topraklarda yaşıyorsak Allah bizi burada imtihan ediyor demektir. Yoksa falan yerde yaşayanlar Allah’a kulluk edecekler ama bu topraklardakiler başkalarına kulluk edip, onları savunacaklar diye bir şey yok. İngiltere’deki Kur’an ve Sünnet’e göre yaşamayınca gavur oluyor, ama biz türk olduğumuz için aynı şekilde yaşasak ta, dinden çıkmıyoruz. Sanki biz LAİLAHE İLLALLAH MUHAMMEDEN RASULULLAH ı yanlış anlamışız. Bunu söyleyen kişi şu sözü vermiştir: “Ben bundan sonra Allah’ın istediği, Resulullah’ın gösterdiği şekilde yaşayacağım” demektir. Biz ise şöyle anladık. Ohhh beee… Müslüman oldum. Artık istediğim şekilde yaşayabilirim. Deyip her şeyi salmış bir anlayış. Bu anlayışın sonucu da malum ortada.
Müslüman, her yerde ve her zamanda Allah’ı, kitabını, resulunu ve dinini savunması gerekmez mi? Ama Allah’ı, resulunu , kitabını ve dinini bilmeyen bir kişi nasıl savunabilecek ki. O yüzden de atalarından öğrendiklerini savunacak. Oysa Allah Azze ve Celle bakın bu konuda ne diyor:
MAİDE 104- Onlara: ” Allah’ın indirdiği (kitabı)ne ve peygamber’e gelin” dendiği zaman:” Atalarımızı üzerinde bulduğumuz şey bize yeter” derler. Ataları bir şey bilmeyen ve doğru yolu da bulamayan kimseler olsa da mı?
Neyse konuyu fazla uzatmadan başımdan geçen bir olayı paylaşarak bitirmeye çalışalım. Bir kişiye İslami bir yaşantının olması gerektiği, Allah’ın razı olduğu şekilde ve Kur’an’ın hükümleriyle yaşamamız gerektiğini söylediğimde; madem çok istiyorsun Arabistan’a git demişti. Ben de dedim ki: Bu yaşadığımız arz seninde değil, dönemin iktidarının da değil, Allah’ındır. O halde Allah’ın yarattığı yeryüzünde O’nun verdiği nimetleri yiyorsan, içiyorsan vb faydalanıyorsan, Allah’ın istediği şekilde yaşayacaksın, yada Allah’a ait olmayan bir yer bulursan(haşa!) ki yoktur, oraya gideceksin. Yoksa, bu dine razı olacaksın. Bu ülke, bu topraklar sizin değil Allah’ın. Orada yaşamaya, nimetlerinden istifade etmeye en çok layık olan da Allah’a kulluk edenlerdir. Diğerleri küstahça Allah’ın hakkını gasp etmişlerdir. Sen kendi imkanlarınla bir düğün yapsan, ev alsan, içini donatsan da sonra başkası gelip, senin evine, hanımına ve çocuklarına benim istediğim şekilde yaşayacaksınız, babanızı sevin ama dinlemeyin, bir tek beni dinleyin. Derse sen ne yaparsın? Olur mu canım evin eşyalarını ben aldım, hanımımı ben aldım, çocukların bütün ihtiyaçlarını ben karşıladım ve büyüttüm(aslında sadece sebep oldu)yani bunları ben yaptım. Benim aileme oğluma sen nasıl hükmedersin demez misin. İşte bende diyorum ki Rabbimin yarattığı yeryüzünde, O’nun nimetlerinden istifade edip te, O’ndan başkasının rızasını kazanmaya çalışmak ve itaat etmek akıl işi değil. Bunun bedelini de Rabbim çok ağır bir şekilde, ebedi olan asıl hayatta ödetir.
ENFAL 22- … Yeryüzünde dolaşan canlıların Allah katında en kötüsü anlamayan ve düşünmeyen (aklını kullanmayan) sağırlarla dilsizlerdir.
MÜLK 10- Ve derler ki: “Eğer biz dinleseydik, yahut düşünüp anlasaydık şu çılgın ateşin halkı arasında bulunmazdık!”
İBRAHİM 42- Ey Peygamber! Sakın zalimlerin yaptıklarından Allah’ın gâfil olduğunu sanma! Ancak Allah, onların cezalarını, gözlerin dışa fırlayacağı güne erteler.
Aliimran Suresi’nde;
196- Kâfirlerin diyar diyar dolaşmaları sakın seni aldatmasın.
197- Bu, az bir geçimliktir. Sonra onların varacakları yer cehennemdir. Ne kötü bir yataktır orası!
Bu ayetler de aklını kullanmayıp, Allah’tan ğayrisine meyledenin akıbetini sunmaktadır. Bugün rejimlerin sunduğu olumsuz durumlarla karşılaşılması oradan kaçmayı değil, düzelmesi için gereken mücadeleyi vermesi gerekir. Bu mücadele de taviz vermeden, onların bulunduğu topraklarda yaşamanın, onların şeriate ters olan düşüncelerinin meşru kabul edildiği anlamına gelmez. Bir Müslüman da şeraite ters olan hangi mesele olursa olsun, bunu yanlış kabul etmeli ve inancını tehlikeye atmamalıdır. Böyle bir durumdan rahatsızlık duyup, bu durumdan kurtulmak için nefsini yenip, ilmen, malen ve bedenen bir şeyler yapması gerekir.
Rabbim hakkı hak bilip, hakka sarılan, batılı da batıl bilip batıldan uzaklaşan kullarından eylesin.(AMİN)
Ahmed Erzurumi