Gerçekten Hamd Allah(Celle Celaluhu)’a mahsustur. O’na hamdederiz ve O’ndan yardım dileriz. Mağfireti O’ndan ister, doğru yola iletilmemizi O’ndan bekleriz. Nefislerimizin kötülüklerinden ve amellerimizin fenalıklarından Allah(Celle Celaluhu)’a sığınırız.
Allah (Celle Celaluhu), kimi hidâyette kılmış ise, o gerçekten hidayete erişmiştir. Kimi de dalâlette ve sapıklıkta kılmış ise, artık o kendisi için bir dost ve yol gösteren bulamaz. Şehadet ederim ki, Allah’dan başka bir tek ilah yoktur ve O’nun eşi ve benzeri de yoktur. Yine şehadet ederim ki, Hz. Muhammed (s.a) Allah’ın kulu ve Rasûlüdür. Salât ve selâm O’na, Ehli Beytine, ashabına ve O’nun yolunu izleyenlere ve onun gösterdiği çizgide yürüyenlere olsun. Allah cc Hadid suresi 16.ayeti kerimede şöyle buyurmaktadır;
اَلَمْ يَأْنِ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَنْ تَخْشَعَ قُلُوبُهُمْ لِذِكْرِ اللّٰهِ وَمَا نَزَلَ مِنَ الْحَقِّۙ وَلَا يَكُونُوا كَالَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلُ فَطَالَ عَلَيْهِمُ الْاَمَدُ فَقَسَتْ قُلُوبُهُمْۜ وَكَث۪يرٌ مِنْهُمْ فَاسِقُونَ
İman edenlerin, Allah’ı anmak ve vahyedilen gerçeği düşünmekten dolayı kalplerinin heyecanla ürperme zamanı gelmedi mi? Onlar daha önce kendilerine kitap verilmiş ve üzerlerinden uzun zaman geçip kalpleri katılaşmış kimseler gibi olmasınlar. Onlardan birçoğu yoldan çıkmışlardır. (Hadîd – 16)
Zaman aşımına uğramak; zamanın geçmesiyle ve vahiy ile ilk tanışıldığı sıralarda uyandırdığı mânevî sıcaklık ve coşkunun zamanla soğuması, kalplerdeki dinî hassasiyetin seviye kaybetmesi ve manevî duygularda bir düşüşün yaşanması demektir.
İşte bu noktada Cenâb-ı Hak mü’minleri ikaz etmekte; dinin yaşanması, yaşatılması ve devam ettirilmesi için çok mühim bir iksir olan bu dinî heyecanın aksamadan devam ettirilmesi ve hatta daha da artırılması için yol göstermektedir. Belki ferdi planda bu heyecanı göstermek nispeten kolaydır, fakat onlardan tüm esaslarıyla teşekkül etmiş bir İslâm toplumu olarak, İslâm’ın her türlü emir ve nehiylerini yerine getirmede aynı yüksek heyecanı gösterme başarısını istenmektedir. Bu sebeple, Ehl-i kitap olan yahudi ve hıristiyanların durumu ibretli bir misal olarak verilir. Çünkü onlar, kutsal kitaplarının inişi ve peygamberlerinin gönderilişi üzerinden belli bir zaman geçince, artık vahyin sıcaklığını hissedemez olmuşlar, kalpleri katılaşmış ve pek çoğu dinîn emirlerini dikkate almaksızın günahlara dalıp doğru yoldan uzaklaşmışlardı. Kıyamete kadar hükmünü icrâ edecek böyle bir rûhî kanun vardır. Dikkat edilmediği takdirde bu ilâhî kanunun hükmüne mahkûm olarak, iman ve İslâm gibi en kıymetli sermayeyi elden kaçırma riski bulunmaktadır.
İşte bu âyet, bu ruh kanunlarıyla İslâm toplumunun iman konusunda ve amelî fazîletlerde Allah’ı zikir ve Hakk’ın hükümlerine tam bir saygı ve teslimiyyet melekesi kazanarak faaliyet çağına geçmeleri zamanının geldiğini hatırlatmaktadır. Çünkü enfal suresinde buyurulduğu üzere “Asıl müminler o kimselerdir ki, Allahü teâlâ’nın ism-i celili zikredildiği zaman kalbleri çarpar ve âyetleri okundukça imanları artar.” (Enfâl, 8/2) Şu halde iman edenler işte böyle bir seviyede olsunlar diye teşvik edilmekte, zaman aşımına uğrayarak yoldan çıkanlardan olmasınlar diye uyarılmaktadırlar.
Bununda yolu hiç şüphesiz ayetin başında buyrulduğu üzere Allah(Celle Celaluhu)’ı anmak ve ondan inen hak vesilesiyle ürperen bir kalp seviyesini yakalamak için hep birlikte çalışmak ile mümkündür. Zira bizden istenen ferdi planda huşu sahibi olmak değil cemiyet olarak Allah’tan korkan ve huşu ile yaşayan bir toplum kurmaktır.
Burada bir sitem vardır, özendirme vardır, yüce Allah(Celle Celaluhu)’ın ululuğunun bilincine varmayı kamçılama vardır. Bu sitemin gölgesi altında müminlerden Allah(Celle Celaluhu)’ı saygı ile anmaları isteniyor; indirmiş olduğu “hak” içerikli mesajı, bu niteliğe yaraşır bir saygı, bir ürperti, bir itaat ve teslimiyet yaklaşımı ile algılamaları beklenmektedir. Şimdi bu gözlükle ayetimizi bir daha okuyalım:
“Allah’tan gelen öğütlerin ve O’nun indirdiği gerçeğin etkisi ile müminlerin kalplerinin yumuşayacağı, ürpereceği gün halâ gelmedi mi?”
Görülüyor ki, bu ayette, müminlere bir yandan geç kaldılar diye sitem edilerek tempolarını hızlandırmaları istenirken bir yandan da geç kalmanın, görevi ağırdan almanın akıbeti konusunda uyarı yöneltiliyor. Orada anlatılmak isteniyor ki, eğer kalplerini uzun süre silmez, parlatmaya çalışmazlarsa pas bağlarlar; eğer Allah’ı anma görevini ihmal ederler, hakka saygı ile sarılma titizliklerini yitirirlerse vaktiyle yumuşak olan kalpleri zamanla katılaşarak taş kesilir. Kalp katılaşmasını, mutlaka davranış bozukluğunun ve yoldan çıkmışlığın izleyeceğini iyi bilmek gerekir. Körelmemesi ve katılaşmaması için de kalbin sürekli biçimde uyanık tutulması ve Allah ile irtibat halinde tutulması gerekmektedir.
Fakat kalbin ışığı söndü, dondu, karardı ve köreldi diye umutsuzluğa kapılmak da doğru değildir. Çünkü içinde yeniden hayatı kımıldatmak, ışığını yeniden yakmak yüce Allah(Celle Celaluhu)’ı anarak kalbe yeniden ürperme yeteneğini kazandırmak mümkündür. Çünkü yüce Allah ölü toprağı diriltiyor, bağrına can üflüyor da bitkiler ve çiçeklerin filizlendirilmesini, ekinler ve meyvelerin yetiştirilmesini sağlıyor. Eğer dilerse uyuşmuş kalbe de yeniden hayat verir.“Biliniz ki, Allah ölmüş toprağa hayat verir.” Toprak nasıl yeniden canlanıyorsa kur’an da kalplere öylece hayat verir.Vahyin insan üzerindeki etkisi, tıpkı yağmurun toprak üzerindeki etkisi gibidir. Öyle ki toprak, üzerine yağmur yağdığında, canlanıp, yemyeşil olur. Aynı bunun gibi vahyin nuru da zaman aşımına uğramış bir kalbi öylece canlandırıp diriltir.
“Bilin ki; Allah »ölümünden sonra yeryüzünü diriltiyor. Akledesiniz diye, size âyetleri açıkça bildiriyor.” Bu âyet-i kerîme Allah Teâlâ’-nın katılaşan kalbleri sonradan yumuşatacağına, sapıklığa düşmüş, hayrette kalmış olanları tekrar hidâyete erdireceğine, şiddete mübtelâ olanları bilâhare sıkıntıdan uzak tutacağına işarettir. Dilediğini sapıklıktan sonra hidâyete erdiren, dilediğini de mükemmellikten sonra sapıklığa sürdüren Allah(Celle Celaluhu)’ı tesbîh ederiz. O ki; dilediğini yerine getirendir. O ki; bütün yaptıklarında adaletle hüküm verendir.