BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun. Salât ve selam Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v) in ailesinin, ashabının ve bütün inananların üzerine olsun. Ya Rabbi seni noksan sıfatlardan tenzih ederiz. Şüphesiz sen her şeyi en iyi bilen, her işi hikmetli olansın.
Allah(c.c) biraz korku ve açlıkla; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz noksanlaştırmak suretiyle imtihan edeceğini bildirdikten sonra, “sabredenleri müjdele” buyurmakta ve onların kendilerine bir musîbet dokunduğunda, “Biz Allah’ın kullarıyız ve biz O’na döneceğiz” dediklerini haber vermektedir. Böylece Allah, hem insanların musîbet ile karşılaşabileceklerini, hem de musibetler karşısında nasıl tavır takınmaları gerektiğini bildirmektedir.
İlâhî imtihanın dışında, musibetlerin meydana gelmesinde 3 etken daha vardır: İlâhî irade, ilâhî takdir ve insanların davranışları.
İlâhî İrade
“Kâinatı ve içindeki canlı ve cansız bütün varlıkları yaratan, yaşatan, düzene koyan, öldüren ve dirilten, insanları güldüren ve ağlatan Allah’tır.” (Necm, 43-44)
Doğumlar, ölümler, tabiat olayları, afetler ve musibetler kısaca iyi veya kötü, hayır veya şer her şey, O’nun izni ve iradesi ile meydana gelir. Dolayısıyla insanların canlarına ve mallarına zarar veren musibet ve afetler de, ancak Allah’ın izni ve takdiri ile olmaktadır.
Kuran’da bu konu ile ilgili pek çok ayet vardır. Mesela Teğâbün suresinin 11. ayetinde,
“Size isabet eden her türlü musîbet ancak Allah’ın izni ile olur” buyrulmaktadır.
“Müslüman’ı üzen her şey musibettir.” Her türlü musîbet de ancak Allah’ın izni ile meydana gelmektedir. Allah izin vermese, hiçbir musîbet meydana gelmez. Kâinatta başıboşluk ve düzensizlik yoktur. “Hiçbir şey, O’nun izni olmadan meydana gelemez Bitkiler bitemez. Ağaçlar meyve veremez. Kâinatın düzeni devam edemez. Kimse kimseye zarar veremez.
Allah’ın izni olmadıkça, insanlar canlarını bile teslim edemezler.
Yüce Allah bu gerçeği şöyle bildirmektedir:
“Allah’ın izni olmadan hiç kimse ölmez. (Ölüm) belirli bir süreye göre yazılmıştır.” (Âl-i İmrân, 3/145)
“Allah, eceli geldiği zaman hiç kimseyi (ölümünü) asla ertelemez.” (Münafikûn, 11) ayetleri bu gerçeği dile getirmektedir.
İnsanın sağlığını, canını ve malını koruması, tehlikelerden sakınması, tedbirli olması, yaptığını iyi ve sağlam yapması Allah’ın bir emridir. Bütün tedbirlere rağmen insan musibete maruz kalabilir. Böyle bir durumda bunun bir imtihan olduğunu bilmeli ve mümin ona göre hareket etmelidir.
İlâhî Takdir
Diğer taraftan insanın başına gelen musibetler, ilâhî takdirin birer sonucudur. Bu hususu Kuran’ın birçok ayetinde görmekteyiz. Nitekim Cenab-ı Allah şöyle buyurur:
“(Ey Peygamberim! İnsanlara) De ki: Bize ancak Allah’ın yazdığı (takdir ettiği) şey isabet eder.” (Tevbe, 9/51)
Bir başka ayette de şöyle buyurulur:
“Ne yeryüzünde ne de kendi canlarınızda meydana gelen hiçbir musîbet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce bir kitapta yazılmış olmasın. Doğrusu bu, Allah’a kolaydır.” (Hadid, 22)
İşte görüldüğü üzere, bu ayetlerde; gerek yeryüzüne gerekse canlara isabet eden musibetlerin önceden bir Kitap’ta, ilmi ilâhînin nakşedildiği Levh-ı Mahfuz’da yazılı olduğu bildirilmektedir. Allah’ın ilmi, geçmişi de geleceği de kuşatmıştır. Doğumundan ölümüne kadar, ömür boyu insanların ne yapacaklarını da, kâinatta neler meydana geleceğini de bilir. Bu bilgisine göre, her şeyi önceden bir Kitap’ta yazmıştır. Her şeyin önceden bir Kitap’ta yazılmasının gerekçesini ise yüce Allah şöyle bildirmektedir:
“Elinizden çıkana, kaybettiğiniz şeylere üzülmeyesiniz ve Allah’ın verdiği şeyler ile sevinip şımarmayasınız.” (Hadîd, 23)
Bu ayette Allah, açıkça musibetler karşısında insanların üzülmemelerini, feryadı ü figan etmemelerini istemektedir. Çünkü bütün olup bitenler Allah’ın izni ve takdiri ile olmuştur. İnsanın, “niçin bunlar oldu, niçin bunlar başıma geldi?” diye isyan etmesinin, sonucu değiştirmesi söz konusu değildir.
“Musibetler, Allah’ın takdiri ile olmuştur” deyip, sabırlı ve metanetli olmak gerekir. Sabırlı olmak; musîbet karşısında tedbir almamak, musibetlerden sonra gerekenleri yapmamak anlamına gelmez.
Mala ve cana zarar veren musibetlerin meydana gelmesinde ilâhî irade, takdir ve imtihanda insanların davranışlarının etkisi de var mıdır? Kur’ân ve hadislere baktığımızda, cevabın ‘evet’ olduğunu görüyoruz.
İnsanların Kusurları
Musibetleri meydana gelmesinde insanların kusurlarının da bulunduğunu yüce Allah, birçok âyette bildirmektedir. Mesela:
“Başınıza gelen her hangi bir musîbet, kendi ellerinizin yaptığı (işler, kusurlar) yüzündendir. Allah yaptıklarınızın çoğunu affediyor (da bu yüzden size musîbet vermiyor).” (Şura, 30) ayeti, bu gerçeği açıkça ifade etmektedir. Peygamberimiz (s.a.s.);
“Bir kula isabet eden az veya çok felâketler ancak günahları sebebiyledir. Allah ise günahların çoğunu bağışlıyor” buyurmuştur.
“Kim kötü bir amel işlerse, onunla cezalandırılır.’’ (Nisa, 4/123) ayeti de, bu gerçeğe işaret etmektedir. Bu ayet ve hadisler, insanların başına gelen musibetlerde insanların işledikleri hata, kusur ve kötü amellerin etkili olduğunu göstermektedir. Allah, zulümleri sebebiyle birçok toplumu çeşitli Afetlerce cezalandırmış ve helak etmiştir. Kuran’da; Nuh, Hud, Salih, Lut, İbrahim, Şuayb ve Musa (a.s.)’ın peygamber gönderildiği insanların maruz kaldıkları felaketler anlatıldıktan sonra;
“Allah onlara zulmetmedi, fakat onlar kendi kendilerine zulmediyorlardı” buyrulmaktadır. (Nahl 33)
Allah’ı, ayetlerini ve peygamberlerini inkâr etmek, Allah’a ortak koşmak, münafıklık yapmak, Allah ve Peygamberin emir ve yasaklarına isyan etmek, ilâhi iradeye uymayan her türlü davranış zulümdür.
Musibetler, insanların imtihan için veya maddî veya manevî kusurları sebebiyle gelebileceği gibi, müminin manevî derecesini artırmak için de gelebilir. Yüce Allah Kur’an’da;
“İnsanların yaptığı amellere göre (Allah katında) dereceleri vardır” buyurmaktadır.’’ (Enam,132) Müminler, bu derecelerine yaptıkları ibadetleriyle ulaşamazlarsa, Allah onlara bir musîbet verir, sabır ihsan eder, böylece hesapsız derecede sevap verir. Musîbet sebebiyle günahları bağışlanır. Bu şekilde, Allah katındaki manevî derecesine ulaşır. Bu konuda Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:
“Kul, Allah’ın kendisi için takdir ettiği dereceye ameli ile ulaşamazsa, Allah onun canına, malına veya çocuğuna bir musîbet verir. Sonra da ona sabretme gücü ihsan eder. Böylece onu, kendisi için takdir ettiği mertebeye ulaştırır.
Musibetler, müminlerin sevap kazanmalarına, günahlarının bağışlanmasına ve manevî derecelerinin artmasına sebep olur. Bu ise ancak sabırla mümkündür.
Musibetlere Sabredenlere Allah’ın Af ve Mağfireti Vardır
“Musîbet”; ansızın gelen belâ, sıkıntı, hoş olmayan şeyler, hedefine isabet eden mermi gibi insana şiddetle dokunan hadise ve felâketlerdir. Yüce Allah musibete maruz kaldığında, “biz Allah’ın kullarıyız ve O’na döneceğiz” diyerek musibeti sabırla karşılayan, Allah’tan gelene razı olan kimseye af ve mağfiret va’d etmektedir. Müslüman, musibetler karşısında sabredebilir, söz, fiil ve davranışlarıyla isyana dalmazsa, bu musibetleri sebebi ile günahları bağışlanır. Peygamberimiz (s.a.s.):
“Müslüman’a, fenalık, hastalık, keder, hüzün, eza, can sıkıntısı ârız olmaz, hatta vücuduna bir diken batırılmaz ki, Allah bu musibetler sebebiyle onun hatalarını ve günahlarını bağışlamış olmasın. Sözü ile bu gerçeği dile getirmiştir.
Bu itibarla mümin, musibetler karşısında bağırıp çağırmaz, isyana dalmaz, musibetlerden ibret alır, maddî ve manevî hatalarını düzeltir, günahlarına pişman olur ve Allah’a yönelir. Kaybettiklerine üzülmemeye çalışır, ruhen ve moralman çökmez, daha iyisini Allah’tan ister ve bu uğurda çalışır. Müminlerin maruz kaldıkları musibetler ise bir hayırdır. Çünkü musibetleri sebebiyle günahları bağışlanır, hesapsız derecede sevap verilir (Zümer, 10) ve manevî derecesi artar.
Musibetleri sabırla karşılayıp, Allah’ın takdirine rıza gösterebilen kimseleri yüce Allah, “hidayete erenler” hakikat yolunu bulanlar olarak nitelemektedir. Kur’an’da sabredenlerin dışında; “İman edip imanına şirk karıştırmayan” (En’âm, 82) “Allah’a ve âhiret gününe iman edip namazlarını kılan, zekâtlarını veren, Sadece Allah’tan korkan,” (Tevbe, 18) kimseleri, muhtedîler olarak nitelemiştir. Kur’ân’da ihtida ve muhtedî kelimelerinin geçtiği ayetler, îman eden kimselerin hidayete ermiş olduğunu ifade etmektedir. İhtidâ, mümin insanın niteliğidir. “Allah kimi doğru yola iletirse, işte muhtedî olan / doğru yolu bulan odur…” (A’râf, 178)
Sonuç olarak, her türlü musîbet, ancak Allah’ın izni ve takdiri ile meydana gelmektedir. Ancak musibetlerin meydana gelmesinde ya insanların maddî veya manevî kusurları vardır ya da Allah, kullarını zorluklarla sınamaktadır ve imtihan etmektedir. Şirk, küfür, isyan ve zulümleri sebebiyle Allah, geçmişte pek çok insanı cezalandırmış, afet, felaket ve musibetlere maruz bırakmış ve helâk etmiştir.
Bizlerinde bunlardan ders alması hayat yolunu hür iradesiyle Kur’an ve Sünnet çizgisinde çizmiş olmasıdır. Asıl olan mesele budur.
Rabbim bu fani dünyada bizlere ahirette fayda sağlayacak amellerde bulunmayı nasip eyle… ÂMİN.
Allah razı olsun kardeşim içimdeki yaralarıma ilaç oldu bu ayet ve hadizler😢😢😢