Hamd, Âlemlerin Rabbi Rahman, Rahim, Aziz, Cebbar, Mütekebbir bizlere Kur’an ve Sünnet vasıtası ile kurtuluşun yolunu gösteren Allah Azze ve Celle’ye mahsustur. Salât ve Selam sevgili peygamberimiz örneğimiz, önderimiz olan Peygamberlerin sonuncusu Hz. Muhammed (s.a.v) e âline, ashabına ve onlara tabi olanların üzerine olsun…
Salat; Allah(C.C)’ın bize neyi getirdiyse almamızı ve bize neyi nehyettiyse ondan sakınmamızı emrettiği (Haşr 7) ve en güzel ahlak üzeredir diye vasfettiği, iman edenlere en güzel örnektir. (Ahzap 21) dediği kutlu Peygamber Muhammed (S.a.v.)’e olsun.
Selam; Muhacir ve Ensar’dan öne geçen ve güzellikle onların yolunu takip edinen, Allah’ın onlardan ve onlarında Allah’tan razı olduğu (Tevbe100) sahabe, tabiin ve etbai tabiine ve kıyamete kadar kitap ve sünnetin etrafında dönmeyi kendine şeref bilip sünneti savunan ve sünnete saldıranlara eliyle, diliyle ve kalbiyle savaş açan mü’min ve muvahidlere olsun…
Bu yazımızda geçenki konumuzu tamamlıyacağız inşaallah..
Burada konu, ibadetin gerçek manasını anlayabileceğimiz bir noktaya geldi. Önceki konulardan bildiğimiz gibi “ibadet” kelimesinin muhtevası, ancak iki unsurun birleşmesiyle oluşur. Bu parçalardan birincisi kulluk, ikincisi itaattir. İtaatin olması için iki şey gereklidir:
1- İnsan, hakiki mabudunu en küçük bir şirk, küfür, inkar ve şüpheden uzak olarak bilmeli, O’ndan başka hiç kimseden korkmamalı, lütfuna rağbet etmeli, kuvvetine güvenmeli ve yine O’ndan başka hiçbirşeye ilahlık, Rabb’lik izafe etmemeli, O’ndan başkasından yarar veya zarar ummamalı, gerçek mabuduna olan sevgi ve ilgiyi başkasına göstermemelidir. İşte iman budur. 2- İnsan, zorunlu hayatında asıl mabudun hükmüne uyduğu gibi bilinçli hayatında da hükmü O’ndan almalıdır. Böylece hayatı, her yönüyle bir ilaha adanmış, O’nun hükmüne tabi olmuş ve O’nun boyasıyla boyanmış olsun. Ve kendisinde herhangi bir yönden birbirine ters olan birşey kalmasın. Salih amel de budur. “İbadet sadece tesbih taneleri, seccade ve mescitle ilgilidir” diyen kimse en büyük hatayı yapmıştır. Gerçek şudur ki; sadece günde beş vakit namazı kılmakla, senede bir ay oruç tutmakla, yılda bir kez Beytullah’ı haccetmekle abid (ibadet eden, kulluk yapan) olunmaz. Bilakis, mü’minin bütün hayatı ibadettir. İnsan, kazancında haram ve helali ayırır, haramdan yararlanmayı terkeder ise veya insanlarla olan ilişkilerinde zulüm, baskı, haksızlık, sahtekarlık vs. gibi kötülüklerden kaçınır; doğruluk, güvenilirlilik, haklılık vs. üzerine olursa veya Hakkı ehline vermek için çalışır gayret sarfederse işte o zaman kişinin bütün hayatı ibadet üzre olur. Kişi konuştuğu zaman Hakkı söyler ve Hakkın temsilcisi olarak hayatını devam ettirir ise, gerçek ibadeti anlamış demektir. Gerçek şudur ki: Mü’minin, Allah’ın hükmüne bağlı olarak yaptığı bütün işler nasıl olursa olsun, hepsi baştan sona Allah (c.c.) için olduğu müddetçe birer ibadettir. Ama şu bir gerçek ki, bunlar ibadetin tamamı değil, sadece bir kısmıdır. Bu durumu, bir devletin, vatandaşı ile olan ilişkilerindeki konumla karşılaştırabiliriz. Vatandaş devletine uyduğu için “iyi” kabul edilir, fakat bu hal bütün hayatını kapsamaz. Halbuki mü’min bütün hayatıyla Allah’a karşı ibadet içinde olmak zorundadır. İbadet için en üstün derece, mü’minin, mevla’sına sadık, ihlaslı (samimi) olarak itaat etmesi, sadece mevlasının hükümlerini kendisine tatbik etmekle yetinmeyip başkalarına da tatbik edebilmek için gücünün yettiği kadar çalışması, O’nun emir ve nehiylerine uymakla kalmayıp bunları bütün insanlığa uygulanır duruma getirmek için gayret sarfetmesi, itaatin, ibadetin asıl şeklini, bütününü oluşturur. Mü’min sadece kendi devleti içinde, bolluk, huzur, emniyetle yaşayan kişi değildir. Bu özelliklerin bütün dünya için olması yönünde çalışır, devamlı dinamik bir unsur olarak hayatını devam ettirir. Her an Allah (c.c.) için var olur ve dönüşünün O’na olduğunu hiçbir zaman unutmaz. Bu konuda Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
“Böylece sizi orta bir ümmet yaptık ki, insanlara şahit olasınız. Peygamber de size şahit olsun. Biz, peygambere uyanı, ökçesi üzerinde geriye dönenden ayrılalım diye, eskiden yöneldiğin Kabe’yi kıble yaptık. Bu, Allah’ın yol gösterdiği kimselerden başkasına elbette ağır gelir. Allah sizin imanınızı zayi edecek değildir. Şüphesiz Allah, insanlara şefkatli, merhametlidir.”(Bakara: 2/143)
“… O (Allah) bu (Kur’a)ndan önce(ki kitaplar)da, bu (Kur’a)nda da size “müslüman” adını verdi ki, peygamber size şahit olsun, siz de insanlara şahit olasınız. Haydi namazınızı kılın, zekatı verin ve Allah’a sarılın; sahibiniz O’dur. Ne güzel sahip ve ne güzel yardımcıdır (O).”(Hac: 22/78)
“Onlar (o kimselerdir) ki, kendilerine yeryüzünde iktidar verdiğimiz takdirde (zorbaların yoluna sapmazlar, bilakis) namazı kılarlar, zekatı verirler, iyiliği emrederler, kötülükten vazgeçirmeye çalışırlar. Bütün işlerin sonu Allah’a aittir. (Her şey sonunda O’na varacaktır).” (Hac: 22/41)
İşte asıl olması gereken şekliyle ibadet budur. Bir mü’minin ibadet eden olabilmesi için yapması gerekenlerin özeti budur. Fakat maalesef insanlar ibadeti sadece namaz, oruç, hac, tesbihten ibaret zannettiler. Dünya işlerini ibadetin tamamen dışında tuttular ve ona göre davrandılar. Halbuki, namaz, oruç, hac, zekat, zikir (bu da maalesef çok dar kalıplar içinde algılanır olmuştur), tesbih vs. ancak insanı, en düşük hayvanların bulunduğu seviyelerden alıp en yukarılara, insani seviyeye yükseltmek ve insanı zorunlu ve bilinçli hallerinin birleşmesi olan bir durum olarak ifade eden ve insanı yukarılara çıkaran ibadetlerin temelini oluşturan bir bölümdür, yoksa ibadetlerin tamaı değil. İşte insan, bunu gerçekleştirecek olursa, diğer bütün yaratıkların erişemeyeceği bir şeref ve fazilete yükselir. Razı olunan bir kul olur. Böylece gerçek manasıyla, yeryüzünde Allah’ın halifesi olur. Böylesi, bir mü’min, Allah’tan başkasından yardım istemez, yalnızca O’na güvenir, boynunu ancak O’nun için eğer ve O’nun boynunu başka hiçbir güç, hiçbir şey için eğdiremez. Allah’ın kulu olan, başkalarının en güzel şekliyle efendisi, Allah’ın mahkumu olan, başkalarının galibi olur. Neticede Allah’ın arzında O’nun emriyle hükmetme hususunda hakim olur ve Hakkı temsil eder. Allah (c.c.) bu konuyla ilgili olarak şöyle buyuruyor:
“Allah, sizden, inanıp, salih amel işleyenlere vaadetti: Onlardan öncekileri nasıl hükümran kıldıysa, onları da yeryüzünde hükümran kılacak ve kendileri için seçip beğendiği dinlerini sağlamlaştıracak ve korkularının ardından kendilerini (tam) bir güvene erdirecektir. Onlar hep bana kulluk ederler ve bana hiçbirşeyi ortak koşmazlar. Ama kim(ler) bundan sonra inkar ederse işte onlar, yoldan çıkanlardır.” (Nur: 24/55)
“Kim(ler) Allah ve Rasulüne itaat eder, Allah’tan korkar, O’ndan korunursa işte kurtuluşa erenler onlardır.”(Nur: 24/52)
“Kendilerini ne ticaretin, ne de alışverişin Allah’ı anmaktan, namaz kılmaktan, zekat vermekten alıkoymadığı erkekler (onlar) yüreklerin ve gözlerin (dehşetten) ters döneceği günden korkarlar. (Bunlar Allah’ı tesbih eder, kıyamet gününden korkarlar) ki Allah onlara yaptıklarının en güzel karşılığını versin ve lütfundan daha da fazlasını ihsan etsin. (Çünkü) Allah dilediğini hesapsız rızıklandırır.” (Nur: 24/37-38)
İşin kötü yanı, maalesef insanlar ibadetin asıl anlamını unuttular, ibadeti bir takım kulluk merasimleri ve ayinleri haline getirdiler. Bunları yerine getiren kimsenin, Allah’ın üzerinde bulunan ibadet hakkını yerine getirdiğini zannettiler. Bu büyük hataya hem avam tabakası, hem de ileri gelenler düştü. Avam tabakası, vakitlerinin çok az bir kısmını bazı ibadetlere ayırdılar. Bu müddet içinde yapacakları ayinleri yapıp, geri kalan kısımlarda ise işlerine geldiği şekilde davranır oldular. Böylelikle de O’nun hükümlerini hiç yerine koyup, görmez, duymaz, akletmez oldular. Yalan ve sahtekarlığı hayatlarının esası haline getirdiler. Gıybet ve kovuculuğu ayrılmaz bir paraları gibi algılar oldular. Ahidleri bozdular, haramları helal kabul ettiler. Hak sahiplerinin haklarını gasbettiler. Zayıflara haksızlık yapmakla hiç geri kalmadılar. Kalplerini, gözlerini, kulaklarını, el ve ayaklarını kötülük için birer alet haline getirdiler, kötülüğü emreden nefse devamlı uyar oldular. Fakat yine bunlar beş vakit namazı, gece ve gündüz eda etmeye, Kur’an’ı kalbe inmeyen bir şekilde okumaya devam ettiler. Oruçlarını tutup, Hacc’a gittiler, hatta zekatlarını verenler dahi oldu. Ve bu halleriyle de kendilerini, Allah’ın razı olduğu kullarından, salihlerden kabul ettiler. Sormak gerek, ibadet sadece bu yapılanlar mıdır? Allah’a secde edip, secdeden kalkar kalkmaz başları putlar için eğmek, canlı veya ölülerin bir kısmını hayır ve şerrin sebebi olarak görmek, olardan yardım ilemek, bir lokma için kafirlerin ayaklarına kapanmak, kafirlerin meclislerinin devamlı üyesi hatta esası olmak, rızkın sebebi olarak insanlardan bir kısmını görmek, belirli kuvvetleri olduğu için şeytanın kanunlarının temsilcilerine itaat etmek, onların hükümlerini uygulamak, vs… bunlardan hangisi Allah (c.c.) için ibadettir, veya müslümanca olan tavır bu mudur? Bu hallerin imanla ilişkisi nedir? Böyle bir hal üzerinde olan kişi nasıl olur da Allah’a ibadet ettiğini söyleyebilir? Eğer bu sorulara olumlu cevap verilecek olursa o zaman tekrar sormak gerekir: Allah (c.c.) için söyleyin bugün dünyada zillet ve aşağılık mertebelerini işgal eden sizler değil misiniz? Ey Allah’ı zikreden ve O’na ibadet eden kimseler(!) boynunuza kölelik, zulüm halkasını geçirten sebep nedir?…İleri gelenlere gelince, onlar çok daha başka bir hal üzerinde oldular. Tesbih ve seccadelerini alıp odalarına, loşluklara daldılar. Dünyadan onlara ne?! Halbuki, dünyayı kat kat zulüm kaplamış, küfür hükmünü yürütmekte, insanlar şirk bataklığının içinde debelenmekte, şirkin karanlığı, hakkın nurunu göstermez olmuş. Ama onlara ne ki? O muttakiler(!) bunlarla ilgilenmez. Çünkü, onlar ibadetle uğraşmaktalar. Devamlı vird’lerini çeker, binlik tesbihlerini sayar, nafile namazlarına devam eder, oruç tutarlar. Huvel Hak (Allah haktır), sözlerini dillerinden düşürmezler. Kur’an’ı sadece, okuma sevabını elde etmek için okurlar. Hadisleri ezber olsun diye öğrenirler. Rasulullah (s.a.v.) ve ashabının hayatını gözleri yaşararak, tatlı bir hikaye gibi okurlar. Onlar, Kur’an, sünnet ve selef-i salihin’in hayatında, hayra çağırmayı, iyiliği emredip, kötülükten sakındırmayı, Allah (c.c.) için cihada daveti zorunlu kabul etmez, bunu nafilelerin nafilesi görür ve dolayısıyla uygulamazlar. Ey Allah’ın şerefli dostları(!) görüş, işittiğiniz gibi şerden oluşan sel, her şeyi önüne katıp götürürken, sizin gözlerinizi yumarak murakebeye daldığınız odalarınızı dahi kuşattı. Buna rağmen hiç aldırmadan nafile namazlar kılıp, tesbih çekerek kendinizden emin olduğunuz bir halde iken, kafirlerin dünyanın her tarafında elde ettikleri ve elde etmeye devam ettikleri şeytani zaferlerden dolayı sevinç ve ferah davulu çaldıklarını, dünyanın her yanında sadece onların sözlerinin geçerli olduğunu, yeryüzünde sadece onların siyaset ve hükümlerinin hakim olduğunu, insanların küfre boyun eğdiğini gördüğünüz halde sizi odalarınıza kapattıran şeyler mi ibadettir? Madem ki, ibadet sizin yaptıklarınızdır, ibadetin hakkını bunları yapmakla vermiş oluyorsunuz, öyle ise sorarım -Haşa, maazallah- Allah (c.c.) yalan mı söylüyor? Allah’ın bildirdiği hakikat şudur:
“Allah, sizden, inanıp, salih amel işleyenlere vaadetti: Onlardan öncekileri nasıl hükümran kıldıysa, onları da yeryüzünde hükümran kılacak ve kendileri için seçip beğendiği dinlerini sağlamlaştıracak ve korkularının ardından kendilerini (tam) bir güvene erdirecektir. Onlar hep bana kulluk ederler ve bana hiçbirşeyi ortak koşmazlar. Ama kim(ler) bundan sonra inkar ederse işte onlar, yoldan çıkanlardır.” (Nur: 24/55)
Allah (c.c.) vaadinde doğru olduğuna, sizin ibadetinize rağmen yeryüzündeki efendilik ve hükümranlıktan bir nasibinizin olmayışı da bir gerçek olduğuna göre, yeryüzünde dininizin hakimiyeti sözkonusu dahi olmadığına göre ve korkunuzdan bir türlü emin olamadığınıza göre düşünün; Siz ve sizin gibi olanlar Allah’a ibadet edici değilsiniz. Siz O’na ibadetten yüz çevirdiğiniz içindir ki; Allah (c.c.) sizi dünyada, düşmanlarınızın önünde küçük düşürdü ve başınıza her türlü rezaleti getirdi.
Bütün hamdlar sadece Allah’adır. VELHAMDULİLLAHİRABBİLALEMİN..