VEHBE ZUHAYLİ (RH.A)’İN BAKIŞ AÇISIYLA EN’AM SURESİ 124. VE 128. AYET-İ KERİMELER

Müşriklerin İnatlaşmaları Ve Peygamberlik İstemeleri
124- Onlara bir ayet geldiği zaman der-Içr kit “Allah’ın pşygamberlerine yerilen gibi bize- de verilmedikçe asla iman etmeyiz.” Allah risaletini nereye vereceğini en iyi bilendir. Suç işleyenlere yapageldikleri hilekârlık yüzünden Allah katından bir horluk ve şiddetli bir azap erişecektir.
Nüzul Sebebi
Bu ayet-i kerime Velîd b. Muğîre hakkında nazil olmuştur. O şöyle demişti: Peygamberlik hak olsaydı ben bu işe Muhammed’den daha lâyıktım. Çünkü hem benim yaşım daha büyük, hem de benim mal ve evladım ondan daha çoktur.[1][21]
Açıklaması
“Onlara” yani müşriklere Allah Rasulünün vahyini tebliğ etmesinde doğruluğunu ihtiva eden Kur’an-ı Kerim’den kesin bir delil, bir belge veya bir ayet geldiği her seferinde kıskançlıkları, inatlaşmaları, gururları, peygamberliğin dünyevî bir makam olduğunu sanmaları dolayısıyla şöyle demişlerdir: Muhammed (a.s)’in Allah’tan verilen bu makamının bir benzerine biz de nail olmadıkça ve bizim vasıtamızla da Musa’nın denizi yarması, İsa’nın anadan doğma körü, alacalıları iyileştirip ölüleri diriltmesi gibi, Allah’ın peygamberine verilen kevnî bir ayet veya bir mucizenin benzeri de bizim vasıtamızla ortaya çıkmadıkça asla iman etmeyeceğiz. Çünkü bunlar servetlerinin, evlatlarının daha çok, daha güçlü, insanlar arasında daha üstün bir mevkiye sahip olduklarını söylüyorlardı.
İbni Kesir der ki: “Melekler Allah’tan diğer peygamberlere getirdikleri gibi bize de peygamberlik getirmedikçe (iman etmeyeceğiz)” demek istiyorlar. Nite-. kim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Bize kavuşmayı ummayanlar dediler ki: Üzerimize melekler indirilmeli yahut da Rabbimizi görmeli değil miyiz?” (Fur-kân, 25/21).
Böylelikle Mekke müşriklerinin arasında Kureyş’in ileri gelenlerinin, aralarından birisine peygamberliğin verilmesini beklediklerini, buna göz diktiklerini açıkça görüyoruz. Nitekim Yüce Allah onların şu sözlerini bize nakletmektedir: ‘Ve dediler ki: Kur’an şu iki kasabadan büyük birisine indirilmeli değil miydi? Rabbinin rahmetini paylaştıran onlar mıdır?” (Zuhruf, 43/31). Burada sözü geçen iki kasaba Mekke ve Taiftir. Bir diğer ayet-i kerimede de şöyle bu-yurulmaktadır: “Hayır, onlardan her birisi kendisine açılmış sahifeler verilmesini ister…” (Müddessir, 74/52).
Yüce Allah onlara, “Allah risaletini nereye vereceğini en iyi bilendir” buyruğu ile cevabını vermektedir. Yani risaletini nereye vereceğini ve insanlar arasmdan kimin bu görevi yapmaya ehil olduğunu en iyi O bilir. Risalet özel esasları olan dinî bir mevkidir. Bu, Allah’ın bir lütfudur. O bu lütfunu kullarından dilediğine bağışlar. Hiç bir kimse kazanç, gayret, sebep veya nesep ya da mal, evlat, önderlik, nüfuz gibi normal dünyevî bir takım özellikler dolayısıyla bu makamı elde edemez. Aksine bu yüce makam, fıtratının selâmeti, kalbinin temizliği, ruhunun kuvveti, yaşayışının güzelliği, hayır ve hakka olan sevgisi dolayısıyla ehil olana verilen bir görevdir.
Daha sonra Yüce Allah Peygamber (s.a.)’in davetine iman etmekten geri duranları şu buyruklanyla tehdit etmektedir: “Suç işleyenlere yapageldikleri hilekârlık yüzünden … bir horluk ve şiddetli bir azap erişecektir.” Yani bu suçlu günahkârlara kıyamet gününde kesintisiz, sürekli bir horluk ve bir aşağılanma verilecektir. Ayrıca oldukça çetin ve can yakıcı azap da gelip onları bulacaktır. Bu da onların yaptıkları hilelerin, peygamberlere tabi olmayı ve getirdikleri mesajlar hususunda onların itaatine girmeyi büyüklüklerine yediremeyişleri-nin bir cezasıdır. Yüce Allah’ın şu buyruğunda olduğu gibi: “Şüphesiz bana ibadeti büyüklüklerine yediremeyenler cehenneme horlanmış halde” yani küçülmüş, zelil ve hakir halde “gireceklerdir.” (Mü’min, 40/60)
Hile ve tuzak -mekr, hile ve aldatmayı gizlice ve çaktırmadan yapmaktır-çoğunlukla gizlice yapılan bir şey olduğu için bunu yapanlar kıyamet gününde amellerine uygun bir ceza olmak üzere, Allah tarafından oldukça çetin bir azapla azaplandınlarak karşılık göreceklerdir: “Rabbin hiç bir kimseye zulmetmez.” (Kehf, 18/49).
Azabın Allah’tan olmasının anlamı ise şudur: Böyle bir azabı O’nun hükmü ve adaleti gerektirmiştir. Bu konuda ezelden beri takdiri vardır. Nitekim Yüce Allah bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: “Onlardan öncekiler yalanladı. Bunun üzerine azabımız onlara farkına varmadıkları yerden geldi. Böylelikle Allah dünya hayatında kendilerine rüsvaylığı tattırdı. Ahiret azabı da elbette ki daha büyüktür. Eğer bilselerdi.” (Zümer, 39/25-26). [2][22]
İmana İstidadı Olanlarla Olmayanlar Hakkındaki İlâhî Sünnet İle Hakkın Ve Hak Yolunun Açıklanmasından Sonra İman Ehlinin Mükâfatı, Kâfirlerin Lâyık Oldukları Ceza
125- Allah kimi hidayete erdirmek isterse onun kalbini İslâm’a açar. Kimi de saptırmak isterse onu da göğe yük-seliyormuş gibi kalbini daraltır, sıkar. Allah iman etmeyenlerin üstüne işte böylece murdarlığı çökertir.
126- Ve işte bu, Rabbinin dosdoğru yoludur. Gerçekten biz ayetleri ibretle düşünen bir topluluk için uzun uzadı-ya açıkladık.
127- Rableri katında selâm yurdu onlara aittir. İşlediklerinden ötürü Allah onların velisidir.
128- O gün ki (Allah) onların hepsini (huzurunda) toplayacaktır. “Ey cin topluluğu! İnsanlardan bir çoğunu yoldan çıkardınız ha?” Onların velileri olan insanlar da diyecek ki: “Rabbi-miz, kimimiz kimimizden faydalandık ve bize takdir ettiğin ecelimize ulaştık.” Buyurur ki: “Devamlı kalmak üzere durağınız ateştir, Allah’ın diledikleri müstesna.” Muhakkak ki Rabbin Hakimdir, Alimdir.
Açıklaması
Bundan önceki ayet-i kerimeden müşriklerin inat ve gururlarının cezası ile karşılaşacaklarını öğrendik. Burada ise açık ve ayırt edici sözle karşı karşı-yayız. O da şudur: İş bütünüyle Allah’ındır. Herhangi bir kimse müşriklerin İslâm çağrısından yüz çevirmeleri dolayısıyla üzülüp kederlenmesin. Hakka, hayra ve İslâm’a muvaffakiyet vermek istediği ve Allah’ın irade ve takdiri gereği Kur”an çağrısını kabule ehil kıldığı kimsenin Allah kalbine genişlik verir. Bu iş için ona kolaylık verir, bu konuda ona bir gayret bahşeder; Yüce Allah’ın şu buyruklarında olduğu gibi: “Allah’ın İslâm için kalbine genişlik verip de Rabbinden bir nur üzre olan kimse…” (Zümer, 39/22); “Fakat Allah imanı size sevdirmiş ve kalplerinizde onu süslemiştir…” (Hucurât, 49/7)
İbni Abbas Yüce Allah’ın, “Onun kalbini İslâm’a açar” buyruğu ile ilgili olarak şöyle demektedir: Yüce Allah buyuruyor ki: Allah böylesinin kalbini tevhide ve kendisine imana açar, bunun için kalbine genişlik verir. Bu da zahir ve kabul gören bir açıklamadır.
Abdürrezzak’m Ebu Ca’fer yoluyla rivayet ettiği bir hadis-i şerifte şöyle denmektedir: Resulullah (s.a.)’a şu “Allah kimi hidayete erdirmek isterse onun kalbini İslâm’a açar…” ayeti hakkında soru soruldu ve şöyle dediler: “Ey Allah’ın Rasulü! Allah böyle bir kimsenin kalbini nasıl açar?” Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurdu: “Bu kalbine bıraktığı bir nurdur. Böylelikle kalbi onun için açılır ve genişler.” Ashab-ı kiram yine sordular: “Peki bunun gerçekleştiğini kendisi vasıtasıyla bileceğimiz bir emaresi var mıdır?” Resulullah (s.a.) şöyle buyurdu: “Ebedîlik yurduna yönelme, aldanış yurdundan uzaklaşma, ölümle karşılaşmadan önce ise ölüm için hazırlanmadır.”
İbni Ebi Hatim ile İbni Cerîr et-Taberî de yine Ebu Ca’fer’den şöyle dediğini rivayet ederler: Resulullah (s.a.) bu ayet-i kerime hakkında şöyle buyurmuştur: “İman kalbe girdi mi kalp o iman için açılır ve genişler.” Ey Allah’ın rasulü bunun için bir emare var mıdır? diye sorulunca, Resulullah (s.a.) “Evet, ebedîlik yurduna yöneliş, aldanış yurdundan uzaklaşma, ölümden önce de ölüm için hazırlanmadır” diye buyurdu. [3][23] Böyle bir nur ise uygun olan yerde bırakılır. Bu, fıtratı güzel, temiz kalmış, hayra istidad ve hakka bağlanma meyli bulunan ruhtur.
Fıtratı şirk ile bozulmuş, günahlarla kirlenmiş olan ise kalbinde kendisini imandan uzak tutacak, hayrın içine girmesini önleyip gizleyecek ileri derecede bir darlık bulur. Böylesinin misali atmosferin yüksek tabakalarında yukarılara, semaya doğru yükselen kimsenin durumuna benzer. Bu kişi böyle bir durumda oldukça ileri derecede nefes alma sıkıntısı çeker. Adeta imkânsız bir iş yapıyormuş gibi olur. Çünkü semaya doğru yükselmek insan gücü açısından imkânsız ve uzak görülen, kolay kolay güç yetirilemeyen şeye bir misaldir.
İmana istidadını yitirdiği için Yüce Allah sapmasını dilediğinin kalbini dar ve sıkıntılı yaptığı gibi, aynı şekilde böyle birisine ve onun gibi Allah’a ve peygamberine imandan yüz çevirene şeytanları musallat kılar. Şeytan böylele-rini azdırır ve Allah’ın yolundan alıkoyar. [4][24] Rics (murdarlık) ise, Mücahid’in de dediği gibi, “kendisinde hayır bulunmayan her şey”dir yahut da Abdurrah-man b. Zeyd b. Eslem’in dediği gibi, “azap”tır. Çünkü azaba götüren davranış budur. O durumda kelime ızdırap anlamına gelen irticâz’dan gelmektedir. Ze-mahşerî der ki: Ricz, yardımsız kalmak ve hakka muvaffakiyetin engellenmesi anlamına gelir.
“Ve işte bu, Rabbinin dosdoğru yoludur.” Yani Rabbinin hidayete ulaştırmak istediği kimsenin kalbini kendisine açtığı İslâm budur. Ve bu, Rabbinin insanlar için beğenip seçtiği hikmetin de gerekli gördüğü yoludur. Yüce Allah, “dosdoğru” ifadesi ile bunu tekit etmektedir. Yani onun yolu hiç bir eğriliği bulunmayan doğru bir yoldur. Bunun tekit oluş sebebi, esasen Allah’ın yolunun dosdoğru olmaktan başka bir şekilde olmasının düşünülememesidir. Onun dışındaki yollar ise eğridir ve sapık yollardır. Nitekim Peygamber (s.a.), Ahmed ve Tirmizî’nin naklettiğine göre Hz. Ali’den Kur”an-ı Kerim’in nitelendirilmesi ile ilgili olarak şu buyruğunu nakletmektedirler: “O, Allah’ın dosdoğru yoludur, Allah’ın sapasağlam ipidir. O hikmet dolu öğüttür ve apaçık nurdur.”
“Gerçekten biz ayetleri ibretle düşünen bir topluluk için uzun uzadıya açıkladık.” Yani biz bu ayetleri anlayışları, kavrayışları bulunan, Allah ve Rasu-lünden gelenlere akıl erdiren bir topluluk için açıkladık, beyan ettik, vuzuha kavuşturduk.
Bu dosdoğru yoldan ayrılmayan kimseler için ise esenlik ve huzur yurdu olan cennet vardır. Çünkü bunlar peygamberlerin yolundan sapmamışlardır. “Rableri katında” yani kıyamet gününde “selâm yurdu onlara aittir.” “ve Allah onların velisidir”, yani işlerini gören, onlara yeterli olandır. Bu ise salih amellerinin bir karşılığıdır.
Ey Muhammedi Sana anlattıklarımız ve kendisiyle onları uyaracağın şeyler arasında hepsini insanlarıyla, cinleriyle bir araya getirip toplayacağım Haşr gününü, onlara şöyle diyeceğimiz zamanı hatırlat: Ey cinler topluluğu! Sizler insanları çokça saptırıp azdırdınız. Nitekim Yüce Allah bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: “Andolsun sizden pek çok toplulukları saptırmıştır. Siz hiç akıl etmiyor muydunuz?” (Yasin, 36/62). Cinlere itaat edip onların vesveselerinden yararlanan, onları kendilerine veli ve dost edinen insanlar ise, Yüce Allah’a cevap verirken “Her birimiz diğerinden yararlandı. İnsanlar kendilerine şehvet ve arzularının yollarını ve bunları elde etme yollarını göstermek suretiyle şeytanlardan yararlandıkları gibi, cinler de kendilerine itaat etmeleri sebebiyle ve kendi maksatlarını gerçekleştirmek için yardımcı olmaları dolayısıyla insanlardan yararlandılar” diyeceklerdir.
“Ve bizim için tayin ettiğin süreye yani ölüme kavuştuk.” Yahut onlar bununla diriliş gününü kastedeceklerdir. Bu sözler onların şeytanlara itaat edip nevalarına tabi olduklarını, öldükten sonra dirilişi yalanladıklarını ortaya koyan bir itirafları olacaktır. Yani bu sözden kasıt şudur: Bizler oldukça dehşetli bir gün olan bu diriliş ve ceza gününde günahlarımızı itiraf ediyoruz. Artık hakkımızda dilediğin şekilde hüküm ver. Sen hakimler hakimisin. Andolsun bizler dünyadaki kusurlarımız dolayısıyla hasret ve pişmanlığımızı işte açıkça ortaya koyuyoruz.
Hak Teâlâ onlara şu cevabı verecektir: Barınacağınız ve konaklayacağınız yer cehennemdir. Sizler de onlar da, sizin veli ve dostlarınız da hepiniz orada ebediyyen sonsuza dek kalacaksınız. Ancak Allah’ın Hamîm suyundan içmek için cehennemden çıkmanızı dileyeceği veya cehennem azabından Zemherîr azabına geçişin hali bundan müstesnadır. Esasen bu iki halden her birisi de bir azaptan bir diğer azaba, geçiş olacaktır. Rivayet olunduğuna göre onlar azap içerisinde Zemherîr vadilerinden birisine girecekler ve bundan dolayı eklemleri biribirlerinden ayrılacak, bunun üzerine adeta uluyacaklar ve tekrar cehenneme döndürülmelerini isteyeceklerdir. “Muhakkak ki Rabbin Hakîm’dir.” Hikmetine uygun olarak insanların amellerine karşılık verir. “Alîm’dir”, her kesimin neye lâyık olduğunu, neyi hak ettiğini çok iyi bilir.
Bu ayet-i kerime Yüce Allah’ın şu buyruğunu andırmaktadır: “Onlar orada, Rabbinin dilediği müstesna, gökler ve yer devam ettiği sürece ebedî kalacaklardır. Şüphesiz Rabbin dilediği her şeyi yapandır.” (Hûd, 11/107). Burada gerek bu ayet-i kerimenin tefsiri gerekse söz konusu ettiğimiz buyruk ile ilgili olarak îbni Cerîr et-Taberî, İbni Ebi Hatim ve İbnü’l-Münzir ile Ebu’ş-Şeyh b. Hayyân’m İbni Abbas’tan naklettikleri şu sözü göz önünde bulundurmak yerinde olacaktır: “Bu ayet-i kerime, herhangi bir kimsenin, Allah’a karşı insanlar hakkında hüküm vermemesi ve onları cennet veya cehenneme göndermemesi (yani, şu cennetliktir, ya da cehennemliktir, diye kesin hüküm vermemesi) gerektiğini ortaya koymaktadır.” [5][25]