VEHBE ZUHAYLİ (RH.A)’İN BAKIŞ AÇISIYLA EN’AM SURESİ 151. VE 153. AYET-İ KERİMELER

Haram Kılınan On Şey Yahut On Tavsiye (Emir)
151- De ki: “Gelin rabbinizin size neleri haram kıldığını ben size okuyayım! O’na hiç bir şeyi ortak koşmayın. Anaya babaya iyilik edin, fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin. Sizin de rızkınızı veren biziz, onların da. Kötülüklerin gizlisine de açığına da yaklaşmayın. Allah’ın haram kıldığı bir canı hak ile olmadıkça öldürmeyin. İşte size bunları emretti; akıl edesiniz diye.
152- Yetimin malına ergenlik çağına erişinceye kadar, en güzel olanından başka bir şekilde yaklaşmayın. Ölçü ve tartıyı tam ve doğru yapın. Biz kimseye gücünün yettiğinden başkasını yüklemeyiz. Söylediğiniz zaman da -akraba dahi olsa- adil olun. Allah’ın ahdini de yerini getirin. İşte size bunları emretti; iyice düşünesiniz diye.
153- Ve şüphesiz ki bu, benim dosdoğru yolumdur, ona uyun. Başka yollara uymayın ki, sonra sizi yolundan ayırırlar. İşte size bunları emretti; sakınası-nız diye.”
Açıklaması
Ey Muhammed! Allah’tan başkalarına ibadet eden, Allah’ın kendilerine verdiği rızkı haram kılıp çocuklarını öldüren, kendi hevaları ve şeytanların kendilerine verdiği vesveselerle kendileri için helâllar ve haramlar koyan şu müşriklere de ki: Geliniz, bana yöneliniz. Size Rabbinizin gerçekten ve fiilî olarak haram kıldığı şeyleri haber vereyim, okuyayım, anlatayım. Benim vereceğim bu haber O’ndan gelen vahiy ve emir iledir. Yoksa tahmin ve zanna dayalı şeyler değildir. Çünkü yasa koyma (teşrî) ve haram kılma hakkı yalnız Allah’ındır. Ben de, indirdiklerini O’ndan alıp tebliğ eden elçisiyim. Bunlar ise on tavsiye (emir) dir. Beşi yasak kipiyle, beşi de emir kipiyledir.
Özellikle, vasiyetler daha genel olmakla birlikte, haram kılmanın söz konusu ediliş sebebi ise, haramların açıklanmasının, onların dışında kalanların helâl olmasını gerektirmesindendir. Bunların başında Allah’a ortak koşmak söz konusu edildi. Çünkü en büyük haram ve en büyük günah budur.
Sözü geçen bu vasiyetler şöylece sıralanmaktadır:
1- Allah’a şirk koşmaktan uzak durmak:
“O’na hiç bir şeyi ortak koşmayın.” İfadede şu takdirde hazfedilmiş kelimeler de vardır: Ve o sizlere Allah’a hiç bir şeyi ortak koşmamanızı da emretmektedir. İsterse Güneş, Ay ve yıldız gibi yaratılış itibariyle büyük olsun, isterse de melekler, peygamberler ve salih kimseler gibi kadir ve kıymeti itibariyle büyük olsun. Çünkü bütün bunlar Allah’ın yaratığıdır, Allah’ın kullarıdır: “Göklerde ve yerde bulunan herkes mutlaka Rahman’a kul olarak gelecektir.” (Meryem, 19/93)
O halde sizin yalnızca O’na ibadet etmeniz, O’nu tazim etmeniz gerekir. Hevalara ibadet dolayısıyla yaptığınız teşrîleri terk etmeniz gerekir.
2- Ana-babaya iyilik etmek:
“Ana-babaya iyilik edin.” Yani kalpten gelen bir şekilde, eksiksiz olarak ana babaya iyilikte bulununuz.
Şirkin yasaklanmasından sonra, Allah’a itaat ile birlikte anne babaya iyilik etmek, Yüce Allah’ın Kitabında çok defa bir arada zikredilmektedir. Çünkü Yüce Allah yaratan ve rızık verendir. Anne baba ise birer vasıtadır. Bunlar çocuğun terbiye edilmesi yükünü, ona gelebilecek eziyet ve zararları da defetme sorumluluğunu ifa ederler. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Rabbin kendisinden başkasına ibadet etmemenizi, anne babaya iyilik etmenizi hükmetti.” (İsra, 17/23); “Bana ve ana babana şükret diye (emrettik); dönüş yalnız banadır. Eğer hakkımda bilgin olmadık bir şeyi bana ortak koşman için seninle mücadele edecek olurlarsa, onlara itaat etme! Bununla birlikte dünya hayatında onlarla iyi geçin!” (Lokman, 31/14-15). İşte bundan dolayı anne babaya karşı gelmek ve itaatsizlik büyük günahlardandır. Onlara iyi davranmak ise amellerin en fazi-letlilerindendir. Buharı ve Müslim, Abdullah b. Mes’ud (r.a.)’dan şöyle dediğini rivayet ederler: Resulullah (s.a.)’a “En faziletli amel hangisidir?” diye sordum. O, “Vaktinde kılınan namazdır” diye buyurdu. “Sonra hangisidir?” diye sordum. “Anne babaya iyilikte bulunmaktır” dedi. “Sonra hangisidir?” diye sordum. “Allah yolunda cihad etmektir” dedi.” Hafız İbni Merdûveyh, Ebu’d-Derdâ ve Ubâde b. -Sâmit’ten her birisinin şöyle dediğini rivayet etmektedir. “Can dostum Allah rasulü bana şunu emretti: Anne babana itaat et, eğer sana kendileri için dünyayı feda etmeni emredecek olurlarsa bunu dahi yap.” [1][38]
Anne babaya iyilik ise onlara, -korku ile ve çekinerek değil- atıfet ve sevgiden kaynaklanan iyi, asil bir şekilde davranmaktır. Ayrıca çocuk anne babasına nasıl davranırsa onun çocukları da ona öyle davranır; aradan bir zaman geçmiş olsa bile. Taberânî -Evsat’ ta İbni Ömer’den Resulullah (s.a)’m şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: “Babalarınıza iyilik yapınız ki, çocuklarınız da size iyilik yapsın. İffetli olunuz ki, hanımlarınız da iffetli olsun.”
3- Kız çocuklarının diri diri gömülmesinin haram kılınması:
“Fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin.” Şanı yüce Allah, anne babalara, dede ve ninelere iyilikte bulunmayı vasiyet ettikten sonra, buna çocuklara, torunlara da iyilikte bulunmayı atfedip şunu zikretmektedir: Rabbinizin size vasiyet ve emrettiği şeylerden birisi de, başınıza gelecek bir fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmemenizdir. Çünkü sizleri de onları da rızıklandıran Allah’tır. Yani size bağlı olarak Yüce Allah onları da nzıklandırır. O bakımdan halihazırdaki fakirlikten korkmaymız. Umulan bir fakirlikten çekinmeyiniz. Muhakkak Yüce Allah kulların rızkını üzerine alandır. Yüce Allah’ın şu buyruğu da bu ayet-i kerimeyi andırmaktadır: “Fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyiniz, onları da rızıklandıran biziz, sizleri de. Muhakkak onları öldürmek büyük bir günahtır.” (İsra, 27/31). Her iki ifade arasındaki farka gelince: En’am süresindeki tabir ile kastedilen şudur: Halihazırdaki fakirliğiniz dolayısıyla onları öldürmeyiniz. O bakımdan önce babaların rızkının verilmesi söz konusu edildi. Çünkü halihazırda fakirlikten etkilenen öncelikle babadır. İsra süresindeki ifade ile anlatılmak istenen de şudur: Gelecekte ortaya çıkacak fakirlik korkusuyla onları öldürmeyiniz. O bakımdan onlara gösterilen ihtimam dolayısıyla önce çocukların rızkı söz konusu edildi. Yani onların rızkı dolayısıyla siz fakir düşeceksiniz diye korkmaymız, onların rızkını vermek Allah’a aittir. İşte bununla insan türünü korumanın zorunlu olduğuna bir işaret vardır. Bu da usule (babalara) ve füru’a (çocuklara) eziyet etmenin haram olması ve onların her birisinin gereken şekilde korunup gözetilmesinin emredilmesiyle gerçekleşmektedir. Bundan sonra ise beşinci vasiyette, açıkça ve mutlak olarak ifade edilen, insanın öldürülmesinin haram kılmışı da buna eklenmektedir.
4- Kötülük işlemenin haram kılınması:
“Kötülüğün gizlisine de açığına da yaklaşmayınız.” Yani kötülüklere yaklaşmaktan çokça sakınınız. Kötülükler (fevahiş) ise günahı, vebali ve çirkinliği büyük olan her türlü söz ve fiildir. Zina, hiç bir şeyden haberi olmayan mümin ve iffetli kadınlara iftirada bulunmak gibi. Bu kötülükler ister açık olsun, ister gizli olsun durum aynıdır. Araplar cahiliye döneminde gizlice zina etmekte bir mahzur görmüyorlar, açıktan işlenen zinayı çirkin sayıyorlardı. Allah her iki türlüsünü de haram kılmaktadır. Bu da Yüce Allah’ın şu buyruğuna benzemektedir: “De ki: Benim Rabbim ancak açığıyla gizlisiyle kötülükleri, günahı, haksız yere haddi aşmayı, hakkında hiç bir delil indirmediği şeyi Allah’a ortak koşmanızı ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır.” (A’râf, 7/33). Buharî ile Müslim’de de İbni Mes’ud (r.a.)’dan şöyle dediği varittir: Resulullah (s.a.) buyurdu ki: “Allah’tan daha gayretli (kıskanç) kimse yoktur.
İşte bundan dolayı o açığıyla, gizlisiyle bütün hayasızlıkları (kötülükleri) haram kılmıştır.” Sa’d b. Ubâde de Buhari ve Müslim tarafından kaydedilen rivayette şöyle demiştir: “Eğer hanımımı bir erkek ile birlikte görecek olursam hiç şüphesiz sağa sola meyletmeksizin (etrafa yaymadan o anda) onu kılıçla vururum.” Bu husus Resulullah (s.a.)’a ulaşınca Resulullah (s.a.) şöyle buyurdu: “Siz Sa’d’ın bu kıskançlığından hayrete mi düştünüz? Allah’a yemin ederim, ben Sa’d’dan daha kıskancım. Allah da benden kıskançtır. Bundan dolayı açığıyla, gizlisiyle her türlü kötülüğü, hayasızlığı haram kılmıştır.”
Denildiğine göre hayasızlığın açık olanı azaların yaptıklarıyla alâkalı olanlardır, gizli olanı ise kibir ve kıskançlık gibi kalbî amellerle ilgili olanlardır. Ebu’ş-Şeyh İbni Hayyân el-Ensârî İkrime’den şöyle dediğini rivayet etmektedir: Açıktan kasıt insanlara zulmetmektir. Gizli olandan kasıt ise zina ve hırsızlıktır. Çünkü insanlar bu işleri gizlice yaparlar.
5- Haksız yere öldürmenin yasaklanışı:
“Allah’ın haram kıldığı canı hak ile olmadıkça öldürmeyin.” Tekit etmek ve ona önem vermek üzere öldürme yasağı özellikle zikredilmiştir. Çünkü bu yasak esas itibariyle açığıyla gizlisiyle kötülüklerin yasaklanmasının kapsamına dahildir. Yani Yüce Allah sizlere İslâm dolayısıyla kendisine saldırıda bulunmanın yasaklandığı canı öldürmeyi haram kılmıştır. Yani Müslümanlar arasındaki ahit ile yahut dar-ı İslâmda ahit ve emana dayalı olarak ikamet eden Kitap Ehli ve onların dışında olup ahitleri sebebiyle kendilerine saldırmanın haram kılındığı canı öldürmeyi de Allah size haram kılmıştır.
Buharî ve Müslim, Abdullah b. Ömer (r.a.)’den Resulullah (s.a.)’ın şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: “Ben insanlara Allah’tan başka ilâh olmadığına, Muhammed’in Allah’ın rasulü olduğuna şahitlik edinceye, namaz kılın-caya, zekât verinceye kadar savaşmakla emrolundum. Onlar bunu yapacak olurlarsa, benden kanlarını ve mallarını korumuş olurlar. Ancak İslâm’ın hakkı ile (bunların dokunulmazlığının kaldırılması hali) müstesnadır. Hesapları ise Allah’a aittir.” Tirmizî ve İbni Mace de Ebu Hureyre’den Resulullah (s.a.)’ın şöyle buyurduğunu nakletmektedirler: “Allah’ın ve Rasulünün zimmetine sahip olan bir andlaşmalıyı öldüren kişi Allah’ın himayesini bozmuş olur. Böyle bir kimse cennet kokusunu alamaz ve şüphesiz cennet kokusu yetmiş yıllık mesafeden alınır.” Yine Buharî, Abdullah b. Amr (r.a.)’dan Resulullah (s.a.)’ın şöyle buyurduğunu rivayet eder: “Her kim bir andlaşmalıyı öldürecek olursa, cennet kokusunu alamaz. Şüphesiz onun kokusu kırk yıllık bir mesafeden alınır.”
Hak ile öldürmeye gelince, bunun üç hali vardır. Bunlar Buharî ile Müslim’de rivayet edilen İbni Mesud yoluyla gelen hadis-i şerifte beyan edilmiştir. Resulullah (s.a.) buyurdu ki: “Müslüman bir kimsenin kanı ancak şu üç şeyden birisi ile helâl olur: Zina eden evli (muhsan), cana karşılık can ve dinini terk edip cemaatten ayrılan.” Bir diğer lafızda ise “İmandan sonra küfür, ihsandan sonra zina ve haksız yere bir başkasını öldürmek” şeklindedir.
Öldürmenin bu şekilde haram kılınışı, ancak insanlığa karşı büyük bir suç ve yarattığı her bir şeyi sapasağlam kılan, var eden yaratıcının sanatına bir saldırı oluşundan dolayıdır.
İşte sözü geçen bu haram kılman şeyleri Yüce Allah sizlere vermiş olduğu emir ve yasaklarını aklınızla iyice kavrayasınız diye emretmiştir. Yani Allah’ın verdiği emirleri yapıp yasakladıklarını terk etmek hususundaki hayır ve maslahatı aklınızla kavrayasınız diye indirmektedir. Vasiyet (mealde: emretmek), insanın herhangi bir hayrın işlenmesini ya da bir kötülüğün terk edilmesini bir başkasına ahdetmesi (ondan istemesi) demektir.
Ayet-i kerimenin bu şekilde sona ermesi, içinde bulundukları şirk ile bir takım davarları haram kılmalarının, aklen faydalan bilinemeyen şeylerden olduğunu göstermektedir.
6- Yetimin malını korumak:
“Yetimin malına erginlik çağına erişinceye kadar, en güzel olanından başka bir şekilde yaklaşmayın.” Yani gözetiminiz altına almayı kabul ettiğiniz yetimlerin mallarından onlar için malın korunmasında, artırılmasında, tehlikelere karşı korunmasında faydalı olandan ve ihtiyaca göre ondan harcama kastından başka bir suretle almayınız. Bu da Yüce Allah’ın şu buyruğunu andırmaktadır: “Haksız yere yetimlerin mallarını yiyenler, ancak karınlarında ateş yiyen (dolduran) kimselerdirler ve onlar cehennemi boylayacaklardır.” (Nisa, 4/10).
Bir şeye yaklaşmanın yasaklanışı, bizzat o şeyin işlenmesinin yasakalan-masından daha beliğdir. Çünkü birincisi o şeye götüren sebep ve yolların da yasaklanmasını ihtiva ettiği gibi, o sonucu doğuracağı zannedilen şüphelerin yasaklanışını da ihtiva etmektedir; yetimin lehine kârlı bir işi yerine getirirken malından bir şeyler yemek gibi. Şanı yüce Allah zaruret veya ihtiyaç olma hali dışında, yetimin malından yemeyi şu buyruğu ile yasaklamış bulunmaktadır: “Büyüyecekler diye mallarını israfla tez elden yemeyin. Muhtaç olmayan kimse (mallarından yemekten) çekinsin. Fakir olan ise ma’rûfbir şekilde yesin.” (Nisa, 4/6)
Reşitlik yaşına eriştiklerinde ise yetimlere malları teslim edilir. Bundan dolayı Yüce Allah, “Erginlik çağına erişinceye kadar” diye buyurmaktadır. Yani yetimin malına, güç, kuvvet, melekelerinin tamamlanması ve aklî idrakinin olgunlaşması bakımından erkeklerin seviyesine ulaşıncaya kadar yaklaşmayınız. Bu ise eş-Şaln, Mâlik ve seleften bir topluluğun söylediği gibi “ergenleşin-ceye kadar” demektir. Ergenleşmek ise âdeten onbeş ile onsekiz yaş arasında tahakkuk eder: “Eğer onların ergenleştiklerini görürseniz mallarını onlara teslim ediniz.” (Nisa, 4/6).
Ayet-i kerimeden maksat ise, yetimin bulûğuna kadar malının korunması, saçıp savrulmaması ve zayi edilmemesidir.
7, 8 – Ölçü ile tartıların tam ve adaletli bir şekilde yapılması:
“Ölçü ve tartıyı da tam ve doğru yapın.” İnsanlara bir şey ölçtüğünüz zaman onu tam yapın. Kendi lehinize de bir şey ölçtüğünüz takdirde fazlasıyla ölçmeyin. Satın aldığınız şeylerde yahut da başkalarına sattığınız şeylerde tarttığınız takdirde, kendi lehinize fazlasıyla tartmayın. Bu tartıda fazlalık ve eksiklik olmasın. Herhangi bir eksiklik söz konusu olmaksızın adaletlice tamı tamına tartınız. Nitekim Yüce Allah bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: ‘Yay o eksik ölçüp tartanlar (mutafflftn)’ın haline!” [2][39] “Onlar insanlardan ölçü ile aldıklarında tastamam alırlar da insanlara ölçü ile verip yahut tarttıkları takdirde eksik yaparlar.” (Mutaffifîn, 83/1-3). Yani alırken de satarken de hakkın eksiksiz verilip alınması söz konusudur. Yüce Allah’ın, “Doğru (adil)” buyruğu ise, alış-veriş hallerinde güç yettiğince adaletin araştırılmasını gerektirmektedir. İşte bundan dolayı daha sonra şöyle buyurmaktadır:
“Biz kimseye gücünün yettiğinden başkasını yüklemeyiz.” Yani Allah hiç bir kimseye gücünün üstünde herhangi bir zorluk ve meşakkat, yapabileceğinden daha fazla bir şey yüklemez. Bunun içindir ki kişi kasdî olmaksızın hata yapacak olursa, sorumluluk söz konusu değildir. İbni Merdûveyh, Saîd b. el-Müsey-yeb’den şöyle dediğini rivayet etmektedir: Resulullah (s.a.), “Ölçü ve tartıyı da tam ve doğru yapın. Biz kimseye gücünün yettiğinden başkasını yüklemeyiz” ayeti hakkında şöyle buyurdu: “Her kim ölçü ve tartıda kendi eliyle eksiksiz ölçüp tartacak olursa -ki Allah bu ikisinde eksiksiz ölçüp tartma niyetinin sıhhatini en iyi bilendir- sorumlu olmaz. İşte “gücünün yetmesVnin tevili budur.” Bu mürsel ve garip bir hadistir.
Ölçü ve tartılarda eksiklik yapmanın akıbeti gerçekten vahimdir. Acıklı bir azap ile korkutulmak söz konusudur. Nitekim Yüce Allah Şuayb (a.s.) kavmi ile ilgili olarak şunları nakletmektedir: “Ey kavmim! Ölçü ve tartıyı adil bir şekilde, tastamam yerine getiriniz. İnsanlara eşyalarını eksik vermeyiniz, yeryüzünde bozguncular olarak kötülük yapmayınız.” (Hûd, 11/85).
9- Söz söylerken yahut hüküm verirken adaletli davranmak:
“Söylediğiniz zaman da -akraba dahi olsa- adil olun.” Yani şahitlik halinde veya hüküm verirken söz söyleyecek olursanız adil olunuz. İsterse lehine ya da aleyhine söz söyleyeceğiniz kişi, sizin yakın akrabanız olsun. Çünkü toplum ve fertlerin işi ancak adalet ile düzene girer. Adalet mülkün esası, yönetimin, hüküm vermenin kaidesidir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Ey iman edenler, Allah için şahitler olarak adaleti dimdik ayakta tutan kimseler olunuz. İsterse kendi aleyhinize yahut anne-baba ve akrabalarınız aleyhine olsun.” (Nisa, 4/135). İşte söz ile böyle adaletli davranmak, daha önce ölçü ve tartılarda olduğu gibi, fiilen yerine getirilmesi istenen adil olmak gibidir.
10- Ahde vefa:
“Allah’ın ahdini de yerine getirin.” Yani onu yerine getirmek, gereğini yapmak, vermiş olduğu emir ve yasaklarda Allah’a itaat etmek, Allah’ın Kitab’ı ve Rasulünün sünneti gereğince amel etmek suretiyle Allah’ın ahdini yerine getiriniz. Bu ise Allah’ın peygamberler aracılığıyla onlara vermiş olduğu akıl ve selim fıtratı da kapsamaktadır. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Ey Adem oğulları, ben sizlere şeytana ibadet etmeyeceksiniz diye ahdetmedim mi? Çünkü o sizin apaçık bir düşmanınızdır.” (Yasin, 36/60). Bu, insanların Allah’a verdikleri ahdi de kapsamaktadır. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Ahitleştiğiniz zaman Allah’ın ahdini eksiksiz yerine getiriniz.” (Nahl, 16/91).Diğer taraftan insanların karşılıklı olarak birbirleriyle olan ahitleşmelerini de kapsar. Nitekim Yüce Allah müminlerin niteliklerini açıklarken şöyle buyurmaktadır: “Ve onlar ahitleştikleri zaman ahitlerini eksiksiz yerine getirenlerdir.” (Bakara, 2/177).
“İşte size bunları emretti, iyice düşünesiniz diye.” Yani Allah sizlere, öğüt alırsınız ve bundan önce içinde bulunduğunuz hallerden vaz geçersiniz umuduyla Allah’ın, “Ve onlar hakkı birbirlerine tavsiye ederler, sabrı birbirlerine tavsiye ederler.” (Asr, 103/3) buyruğunda emretmiş olduğu üzere öğrttmek ve tavsiye etmek hususunda birbirinize hatırlatasınız diye, bunları emretmektedir.
Daha sonra Yüce Allah bu tavsiyeleri (emirleri), bunun hak ve dosdoğru yolunun kendisi olduğunu açıklayarak sona erdirmekte ve şöyle buyurmaktadır: “Ve şüphesiz ki bu, benim dosdoğru yolumdur.” Yani dosdoğru yol bu olduğu için artık siz buna uyunuz. Türlü görüş, heva, bidat ve sapıklıklar ihtiva eden değişik yollara uymayınız. O zaman bu yollar sizleri tefrikaya ve ayrılığa götürür; Allah’ın hak dininden ve onun en mükemmel yolundan sapmanız sonucunu verir. İbni Abbas Yüce Allah’ın, “Başka yollara uymayın…” buyruğu hakkında şunları söylemektedir: Yüce Allah müminlere cemaatle birlikte olmayı emretmekte, ayrılık ve tefrikayı onlara yasaklamakta, sizden öncekilerin, ancak Allah’ın dininde tereddüt göstermeleri ve tartışmaları dolayısıyla helak olduğunu haber vermektedir.
Peygamber (s.a.) sırat-ı müstakim’i açıklamış bulunmaktadır. İmam Ah-med, Nesaî, Ebu’ş-Şeyh İbni Hayyân ve Hâkim, Abdullah b. Mes’ud’dan şöyle dediğini naklederler: Resulullah (s.a.) eliyle bir çizgi çizdikten sonra şöyle buyurdu: “İşte bu Allah’ın dosdoğru yoludur.” Daha sonra o çizginin sağına ve soluna da çizgiler çizdi ve şöyle buyurdu: “Bu yollardan her birisinin başında ise mutlaka o yola çağıran bir şeytan vardır.” Daha sonra “Ve şüphesiz ki bu, benim dosdoğru yolumdur, ona uyun, başka yollara uymayın ki sonra sizi onun yolundan ayırırlar…” ayetini okudu.
Ahmed, Tirmizî ve Nesaî de -Nevvâs b. Sem’â’dan Resulullah (s.a.)’ın şöyle buyurduğunu rivayet etmektedirler: “Allah şöyle bir misal verdi: “Dosdoğru bir yol ve bu yolun her iki tarafında açılmış kapıları bulunan iki yüksekçe duvar bulunmaktadır. Kapıların üzerinde sarkıtılmış perdeler ve bu yolun kapısında ise şöyle diyen davetçi bulunmaktadır: Ey insanlar, haydi geliniz, hep birlikte dosdoğru yola giriniz ve ayrılığa düşmeyiniz. Sıratın üst tarafından da herhangi bir kimse o diğer kapılardan birisini açmak isteyecek olursa, şöyle diyen bir davetçi vardır: Yazık sana, açma o kapıyı! Çünkü sen o kapıyı açtın mı içine dalar girersin. Buradaki dosdoğru yol İslâm’dır. Onun sağ ve solundaki yüksekçe duvarlar Allah’ın sınırlarıdır. Açık kapılar Allah’ın haram kıldığı şeylerdir. Dosdoğru yolun başındaki davetçi Allah’ın Kitabıdır. Onun üst tarafında bulunan davetçi ise her Müslümanın kalbinde Allah’ı hatırlatan öğütçüdür.” [3][40]