بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah(cc)’a, selam, örneğimiz, önderimiz Hz. Muhammed(sav)’e, onun tertemiz ailesine, ashabına, tabii olan müminlerin üzerine olsun.
ÜÇ, SEKİZDEN BÜYÜKTÜR: 3>8
“.. De ki: “Eger babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, biriktirdiğiniz mallarınız, zarar etmesinden korktuğunuz ticaretiniz ve hoşunuza giden evleriniz; Allah’tan, resulünden ve onun yolunda cihat etmekten size daha sevimli geliyorsa Allah’ın azap emri gelinceye kadar bekleyin! Allah, fasıklar topluluğunu hidayet etmez.”.”Tevbe sûresi 24.
De ki, eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, zevceleriniz ve aşiretiniz, aile fertleriniz ve kazanıp biriktirdiğiniz mallar, yani mal varlığınız ve kesadından korkacağınız ticaret ve hoşunuza giden meskenler, içlerinde yaşamak arzusunda bulunduğunuz evler, konaklar, köşkler, bahçeler, iller,şehirler vd. yani bütünüyle bunlar, aile ve akrabalar, mal ve ticaret, meskeninde rahat ve huzur içinde oturmak, insan toplulukları arasında başlıca dostluk ve kaynaşma sebepleridir.
Ve savaşın bunlardan ayıran bir hicran tarafı vardır. Savaş insanları, sevgili babalardan, oğullardan, kardeşlerden, zevcelerden, hısım ve akrabadan, konu komşudan, eşten dosttan ve hemşehrilerden ayırır.
Uğraşıp kazandığı kıymetli mallardan eder, ticareti durdurur, rahat döşeklerde yatmaya engel olur. Bu yüzden de savaş sevilecek şeylerden değildir.
Fakat rahatı sevmenin de bir sınırı vardır. Bunlar insanoğlu açısından ne son gaye ve maksattır, ne de ebedi kurtuluş için yeterli olan şeylerdir. Bunlara sevgi göstermek, iAllah yoluna hizmete vesile olduğu müddetçe güzel şeydir, Allah yolundaki hizmete ters düştükleri ve engel oldukları zaman da birer bela ve musibettirler.
Bunları her sevgiye tercih edecek şekilde sevenler, insanlıkta ve ahlâkta yükselemezler; hakkı ve hukuku ihlal ederler, zulüm ve haksızlıklara sebebiyet verirler, gerektiği zaman Allah yolunda mücadele edemezler, cihada gidemezler.
Can ve mal, evlat ve iyal kaygısıyla her zillete, her alçaklığa boyun eğerler. Onun içindir ki, bunlara şöyle deniliyor:
Eğer bütün bu sayılanlar size Allah ve Resulü’nden ve O’nun yolunda cihad etmekten daha sevgili ise o halde bekleyiniz ta ki, Allah’ın emri gelsin. Bu durumda , başınıza ne felaket verecekse versin, işinizi bitirsin, musibetleri başınıza musallat etsin, O vakit kurtulmak ümidi var mıdır, yok mudur yakından görürsünüz. Var mı zannediyorsunuz? Hayır, asla yoktur.
Biliniz ki, Allah fasık bir kavmi hidayet etmez. Yoldan çıkmış fasıklar güruhuna doğru yolu bulmayı nasip etmez. “Kimi sevmek” sorusuna doğru cevap bulmak yetmiyor, “kim için sevmek” sorusunu da doğru cevaplamak gerekiyor. Eğer birincisini doğru cevaplamak yetseydi şeytan kovulmazdı. O Allah’ın rablığını hiçbir zaman inkâr etmedi, lâkin o Allah’ın sevdiğini sevmedi, hatta ona (Âdem) hasetledi,
O’nu sevmek yetmez, sevdiğini de O’nun için seveceksin. O’nun sev dediklerini seveceksin. O neyi, ne kadar seveceğimizi vahy ile belirlemiş, çizmiş sınırları. Bu sınırları iyi bilecek ve tecâvüz etmeyeceksin.
“Babalar” diye başlıyor âyet ve sıralıyor kişinin Allah’tan, Rasûlünden ve Allah (cc)yolunda cihaddan daha fazla sevebileceği şeyleri, kendisini bu üç sevgiliden alıkoyabilecek olan engelleri ya da sevgi kantarının topuzunu kaçırma ihtimali olan değerleri. Kur’an’da bu sayılanları Allah’tan, Rasûlünden ve O’nun yolunda cihaddan daha fazla sevmek fâsık olmanın yeterli delilidir. Bu âyet, sevgide dengenin nasıl sağlanacağını öğretiyor bize, bu dengeyi bozanları tehdit ediyor.
Günümüzde biz müslümanların Kur’an’ın bu irşadına çok ama çok dikkat etmemiz gerekmektedir. Bizim ayağımızın kaydığı en hassas alanlar işte bunlardır. Anne-baba, eş, çocuk sevgisi, para, mal-mülk, ev ve araba tutkusu, ticaret, ‘iyi bir gelecek’ gibi ikonlar ne yazık ki biz müslümanları da kuşatabilmekte, ama çok masum taleplermiş gibi kendi kendimizi aldatabilmekteyiz. Müslümanların yaşadığı fikrî, akidevî hezimet tam bir fısk halidir. Günlük hayatlarındaki değerleri Allah’ın değil de, İslam dışı ideolojilerin belirlediği ‘Müslümanlar’, neredeyse eşleri izin vermiyorsa namaz bile kılmayacak duruma geldiler.
Yani siz, Allah’ı ve Resulü’nü ve Allah yolunda cihad etmeyi, mal, mülk ve evlad sevgisine üstün tutup, onlardan daha çok sevmedikçe yapacağınız en iyi şey, başınıza gelecek felaketi durup beklemektir.
Böylece Allah Teâlâ tarafından sizin iradi sevginize ve tercihinize bağlı olarak farz kılınan cihadı terketmekle siz taatten çıkmış, vazifenizi yapmamış, kendi mukadderetanızı kendiniz ihlal etmiş fasıklar olacağınızdan artık her türlü helaki ve cezayı bekleyip durmanız gerekir.
“Ey müminler, eğer babalarınız ve kardeşleriniz kâfirliği, müminliğe tercih ediyorlarsa sakın onları dost, yandaş edinmeyiniz.”
Böylece kalp ve inanç bağı kopuk olunca kan ve soy bağları da kopuyor. Yüce Allah’da birleşen yakınlığın dostluğu geçerli olmayınca aile birliğinden kaynaklanan yakınlığın dostluğu da geçerliliğini yitiriyor.
Görülüyor ki, önceki âyet imana karşı küfrün velayetinden uzak durmayı, ondan teberriyi emretmektedir. Bu âyet de Allah ve Peygamber sevgisine aykırı düşen ve dinî görevlerin yerine getirilmesini engelleyen her türlü sevgi ve ilişkiden uzak durmayı emrediyor.
Bundan dolayı önceki âyette yalnızca baba ve kardeşler zikredilmiş olduğu halde bu âyette eşler, çocuklar ve hatta hısım akraba ve aşiret dahi zikredilmiştir. Çünkü sevgi ve muhabbet bunların hepsinde geçerli olduğu halde, velayet işi yalnızca baba ve kardeşlere mahsustur, hatta zevce ve oğullar için bile velayet mutad değildir.
Bütün bunlara iyilikle emrolunduğu halde, bilinmelidir ki, bunların hiçbiri “Allah’a hiçbir şeyle ve hiçbir şekilde şirk koşmayınız!” emrine göre; bunlara gösterilecek sevgi hiçbir zaman Allah’a şirk derecesine varmamalıdır. Allah’a ve Resulü’ne aykırı düşecek bir noktaya vardığı zaman hepsi hiçe sayılmalıdır.( M.Hamdi YAZIR, Hak Dini Kur’an Dili)
Peygamber efendimiz (sav)cihatla alakalı olarak da şöyle buyurur:
“Şüphesiz ki şeytan Âdemoğluna karşı üç yerde pusu kurmuştur. O, İslâm’a giden yolda oturur ve ona: «Niçin kendi dinini ve atalarının dinini bırakıyorsun?» der. Kişi onun sözünü dinlemeyerek İslâm’a girer. Yine şeytan hicrete giden yolda oturur ve ona: «Malını ve aileni mi bırakacaksın» der. Kişi onun aldatmasına kanmayarak hicret eder. Hicret ettikten sonra ise bu sefer cihada giden yolda oturur ve ona: «Sen cihad edeceksin ve öldürüleceksin. Hanımını başkası nikahlayacak, malın ise paylaştırılacak» der. Eğer kişi bu hususta da ona aldırmayıp cihad ederse, Allah onu mutlaka cennete konduracaktır.” (Nesâî, Cihad 19)
Âyette bahsedilen kişiler ve varlıklar her insanın fıtrî olarak sevdiği ve gönül bağladığı şeylerdir. insanın yakınlarını, kazanmayı ve kazancın sağladığı nimetlerden yararlanmayı sevmesi zaten onun doğasında bulunan bir gerçektir.Sevginin ölçütü, hiçbir sevginin Allah sevgisinden ve O’nun değerli saydıklarından daha üstün görülmemesidir. Bu hususla alakalı olarak bir âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:
“Kadınlara, oğullara, yüklerle altın ve gümüş yığınlarına, iyi cins salma atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere olan düşkünlük isteği insanlara câzip gösterildi. Bunlar, dünya hayatının geçici birer metâından ibarettir. Asıl varılacak güzel yer, Allah yanındadır.” (Âl-i İmran 3/14)
Bu bakımdan bizden istenen, sayılan bu unsurları hiç sevmemek değil, onlara duyulan sevginin Allah ve Resûlullah sevgisinin üzerine çıkmamasıdır. Dolayısıyla buradaki “sevgi”den maksat iradeye bağlı olan sevgidir, insanda bulunan fıtrî sevgi değildir. Yani Allah ve Rasûlü’nün emirlerini devamlı olarak yerine getirme ve onları hiç terk etmeme neticesini hâsıl edecek bir sevgidir. O halde âyet, Allah ve Peygamber sevgisine aykırı düşen ve dinî vecibelerin yerine getirilmesini engelleyen her türlü muhabbet ve münâsebetten uzak durmayı emretmektedir.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurur:
“Hiçbiriniz, ben kendisine malından, çocuğundan ve bütün insanlardan daha sevimli olmadıkça iman etmiş olamaz.” (Buhârî, İman 8; Müslim, İman 70)
Hadiste geçen imandan maksat “kâmil iman”, sevgiden maksat da ihtiyârî sevgidir.
Hâsılı bir mü’min için hiçbir dünyevi menfaat ve maksat Allah ve Rasûlü’nden ve Allah yolunda cihattan daha ehemmiyetli, kıymetli ve cazip olmamalıdır. Ayrıca âyetlerin mesajı, İslâm toplumunu kuvvetlendirme ve mü’minler arasındaki birlik ve beraberliği artırma hedefinin diğer bütün beşeri ilişkilerden önde gelmesi gerektiğini gösterir. Bu hususta mü’minler Allah Teâlâ’nın yardımına güvenerek çalışmalı, fakat nefsin aldatmalarına karşı da uyanık olmalıdırlar:
Mümin, iman ederek Allah’ın velayeti ve emri altına girmeyi kabul ve taahhüt eden kişidir . Allah’ın emri ve velayeti altına giren kişi , Allah’ın razı olmadığı kişilerden uzak durmalıdır.
Bu ayette sekiz madde zikredilmiştir. Bu sekiz maddenin karşılığında ise üç madde zikredilmiştir. Sekiz maddeyi üç maddeye tercih eden kişi Allah’ın azabını hak etmiş olur.
Hiçbir şey Allah’ın, resulünün ve Allah yolunda cihat etmenin önüne geçmemelidir. Yüce Rabbimiz, gönlümüzde sevgisi bulunan her şeyi, zamanı geldiğinde kendi rızası için terketmemiz gerektiğini bir çok ayette beyan etmektedir. Sevip bağlandığımız kimi şeyleri terketme zamanı, onların Allah ile kendimiz arasında bir engel teşkil ettikleri vakittir.
İnsanların Rableri ile olan ilişkilerinde O’nu her şeyden daha çok sevdiklerini ispatlamaya ihtiyaçları vardır. Fakat her şeyin en iyisine layık olan Allah’ın kaldı ki insanların sundukları armağanlara da ihtiyacı da yoktur. Ama cennete giden yol dünyadan geçmekte, Allah’ın rızasına ulaşmak da, O’nun yarattıkları ile olan ilişkilerimizi “Tevhid” temelinde düzenlemekle mümkün olabilmektedir. İslamda sevgi iki türlüdür: Kulun Allah’ı sevmesi, Allah’ın kulu sevmesi. Allah Teâlâ; zâlimleri, fesatçıları, kâfirleri, israfçıları, haddi aşanları, kibirlenip böbürlenenleri sevmez. Buna karşılık, takvâ sahiplerini, tevbe edenleri, sabredenleri, ihsan sahiplerini, adâletle iş görenleri, ibâdetlerini yapanları, tevekkül edenleri sever. Allah sevgisine ancak O’nun emirlerine uymak, Peygamberinin yolundan gitmekle ulaşılabileceğini haber vermiştir.
Müslümanın görevi, sevgisini iyiye, güzele ve meşrû olana yöneltmektir. Sevdiğini Allah için sevmeli, sevmediğini de yine Allah için sevmemelidir. Allah’ın sevdiklerini sırf Allah rızâsı için sevmek, sevmediklerinden yine O’nun rızâsını umarak kaçınmak gerekir.
Allah’ı sevmek, zamanla O’nun tarafından sevilme nimetini kazandırır. Allah’ın sevdiği kullar ise âhiretin korku ve üzüntüsünden kurtulmuş olur.
Ayette zikredilen sekiz maddenin tamamı dünyanın geçici nimetleridir. Geçici olan nimetler Allah’ın ve resulünün rızasına ve sevgisine tercih edilemez.
Bazı üçler sekizden daha önemli ve daha büyüktür.