VEHBE ZUHAYLİ (RH.A)’İN BAKIŞ AÇISIYLA ARAF SURESİ 152. VE 155. AYET-İ KERİMELER
Zalimlerin Cezası, Tevbe Edenlerin Bağışlanması
152- Şüphesiz buzağıyı tanrı edinenle- re, Rablerinden bir gazap, dünya haya- tında da bir horluk erişecektir. İşte biz iftira edenleri böyle cezalandırırız.
153-Kötülükler işleyip de sonra tevbe ve iman edenler ise, şüphesiz Rabbin, bunun ardından mağfiret ve rahmet edicidir.
Açıklaması
Şüphesiz Sâmirî ve adamları gibi, peygamberleri Hz. Musa (a.s.)’ın yokluğunda buzağıyı ilâh ve mabud edinenlere, ona tapmaya devam edenlere, Rablerinden şiddetli bir azab dokunacaktır. Bu, Bakara sûresinde zikredilir: Onlar nefislerini öldürmedikçe Allah, onların tevbelerini kabul etmeyecektir: ‘Yara-danınıza tevbe edip, nefislerinizi ıslah edin. Böyle yapmanız, yaratanınız katında sizin için çok hayırlıdır. Gerçekten O, tevbe eden kullarının tevbelerini en çok kabul eden ve en çok mağfiret edendir” (Bakara, 2/54).
Onlara dünya hayatında bir zillet ve aşağılık dokunacaktır. Yurtlarından çıkarılmaları, insanların onları hor görmeleri ve ihtirasla dünya sevgisine düşmeleri sebebiyle zelil olacaklardır. Çünkü onlar, her ümmet için sevilmeyen, reddedilen materyalist kimseler olarak bilinirler. İşte bu, manevî büyük bir zillettir. Bunun örneği yüce Rabbimizin şu ayetidir: “Onların üzerine horluk ve yoksulluk (damgası) vuruldu. Allah’tan bir azaba uğratıldılar” (Bakara, 2/61). Zillet, yakın ve uzak manası ile tahakkuk etmiştir. Onların Filistin’de devletlerini kurmalarına gelince, bu müslümanlar için bir musibet ve imtihandır. Bu yüzden kendilerinden daha kötü olan bir kısım insanlar, onların üzerlerine musallat edilmiştir. İlmî araştırmalara göre, Filistin’de siyonist devletinin devam etmesi mümkün değildir. Şartlar ve gözlemler, onun devamını desteklememektedir. Hadis-i şerifler de, onların öldürüleceklerini ve oradan kovulacaklarını müjdelemektedir. Her şeyin bir vakti vardır.
Dünyada İsrailoğulları içindeki zalimlerin başına gelen bu cezanın benzerini, her zaman Allah’a iftira edenlere indiririz. Yani, Allah’ın dinine iftira eden herkesin cezası, Cenab-ı Hakk’m gazabına uğramak ve dünyada zillete düşmektir.
Bu, doğruya karşı çıkıp, bid’at uyduran herkesi içerir. Hasan el-Basrî şöyle demiştir: “Şüphesiz ki bid’at zilleti, onların omuzlarındadır. Her ne kadar katırlar onları güzel bir şekilde götürse, kadanalar onlara ses çıkarsalar da..” [1][75]
Rivayete göre, Ebu Kulâbe el-Cürmi, “İftira edenleri böylece cezalandırırız” ayetini okudu, sonra şöyle dedi: “Vallahi o, kıyamete kadar her iftira eden için geçerlidir”.
Süfyan b. Uyeyne şöyle demiştir: “Her bidat sahibi, zelildir” [2][76]
Eşyayı zıtları ile karşılaştırmak, Kur’an-ı Kerim’in bir özelliğidir. Onun için, zalimlerin cezasını zikrettikten sonra tevbe edenlere ümit kapılarını açmıştır. İşte Allah kullarını uyarmış, küfür, şirk, nifak gibi hangi tür günahtan olursa olsun, tevbe edenin günahlarını bağışlayacağını bildirerek şöyle buyurmuştur: “Kötülükler işleyip de sonra tevbe ve iman edenler ise, şüphesiz Rabbin bunun ardından mağfiret ve rahmet edicidir”. (A’raf, 7/153). Yani kötü ameller ve şer’an münker sayılan şeyler -ki bunların başında küfür ve şirk gelir- yapıp sonra da onlardan Allah’a dönenler, (kâfirin iman etmesi, asinin isyanından geri dönmesi, müminin Rabbinin yolunda dosdoğru devam etmesi), şüpheden uzak halis imanla iman edenler, imanla beraber amel-i salih işleyenler yok mu? Ey Muhammed, şüphesiz ki Rabbin, o işlerinden sonra onlara mağfiret edecek, günahlarını örtecektir. Onlara merhamet edecektir, iyiliği on misliyle, azı çokla mükafatlandıracaktır.
Abdullah b. Mesud’a, bir kadınla zina eden, sonra da onunla evlenen bir adam hakkında sorulunca, bu ayeti okudu: Abdullah b. Mesud, bu ayeti, on defa okudu. Bunu ne emretti, ne de nehyetti.
Bu, kötülük işleyen kimsenin, ilk önce mutlaka tevbe etmesi gerektiğini gösteriyor. Bu da, onu terketmesi, ondan vazgeçmesi, sonra da iman etmesidir. Allah’a inanması, O’ndan başka hiçbir ilâh olmadığını tasdik etmesi gerekir. Bu ayet, bütün kötülüklerin tevbe ile mağfiret olunacağına işaret eder. Bu, günahkârlar için büyük bir müjdedir. [3][77]
Buzağıyı İlah Edinme Olayının Sonu
- Musa’nın öfkesi geçince levhaları aldı. Onun bir nüshasında şöyle yazılıydı: Rablerinden korkanlar için hidayet ve rahmet vardır.
Açıklaması
Musa (a.s)’m, kavmine olan öfkesinin dinmesi ve çoğunun tevbe etmesi dolayısıyla rahatlayınca, içinde Tevrat bulunan, buzağıya tapmaları sebebiyle sırf dinî duygudan ileri gelen şiddetli gazapla, attığı levhaları aldı. Onlarda şaşkınlara bir hidayet, işledikleri günahlardan dolayı şiddetli bir korkuyla Rablerinden korkan asi tevbekârlara bir rahmet olduğunu gördü.
İbni Abbas şöyle demiştir: Levhalar kırılınca Musa (a.s.), 40 gün oruç tuttu. O levhalar, ona iki levha halinde geri verildi. O, onlardan hiçbir şey kaybetmedi. Kuşeyrî şöyle der: “Buna göre mana şöyle olur: “Kırılan levhalarda ve yeni levhalara naklolunan şeylerde, bir hidayet ve rahmet vardır”. Ata ise şöyle der: Onlardan geriye kalanlarda… Onlardan sadece yedide biri kaldı, yedide altısı kayboldu. Fakat, had ve hükümlerden hiçbirisi kaybolmadı. [4][78]
Hz. Musa (A.S.)’In Rabbi İle Konuşması, Onu Görme Ve Münacatta Bulunmak İçin Yetmiş Kişi Seçmesi
155- Musa tayin ettiğimiz vakitte kavminden yetmiş adam seçti. Onları müt- tuttuğu zaman dedi ki: “Ey Rabbim! Eğer dileseydin onları da, beni de daha önce helak ederdin. İçimızden birtakım beyinsizlerin işlediği yüzünden bizi helak mı edeceksin? Zaten o da senin imtihanından başka bir şey değildi. Sen onunla kimi dilersen sapıklığa götürür ve kimi dilersen hi- dayete erdirirsin. Sen bizim velimiz- sin. O halde bizi bağışla, bize merhamet et. Çünkü sen, mağfiret edicilerin en hayırlısısın.
Açıklaması
Allahu Teâlâ Musa (a.s.)’a, konuşma ve görme yerine götürmek üzere, İs-railoğullarmdan yetmiş kişi seçmesini vahyetti. O da bunu yaptı. Tur dağındaki bu görüşme yerine onları götürdü. Tur-i Sina, daha önce Musa (a.s.)’ın Rab-bine münacatta bulunduğu yerdi. Hz. Musa, onlara oruç tutmalarını, temizlenmelerini ve elbiselerini temizlemelerini emretti.
Ayetlerin sıralanmasından anlaşılıyor ki, bu sayının seçilişi, buzağıya tapma olayından önce, Musa (a.s.)’ın Allah’ı görme arzusu sırasında oldu. Bu da Musa (a.s.)’m Rabbine olan münacatını duymaları ve onun doğruluğuna delil olması içindi. Onlar o yere gelince şöyle dediler: Ey Musa, biz Allah’ı açıkça görmedikçe, sana inanmayacağız. Sen onunla konuştun. O’nu bize göster. Allah’ı görme isteklerinde ısrar edince, kendilerini dağın şiddetli sarsıntısı yakaladı, düşüp bayıldılar.
Dajjın şiddetli sarsıntısı ölüm değildi. Fakat kavmi bu korkunç hali görünce, bir titremeye tutuldular. Çok korktular. Hz. Musa (a.s.) da, ölümden korktu, ağlayıp dua etti. Bunun üzerine Allah, onlardan o korku halini giderdi.
Vehb b. Münebbih şöyle demiştir: Onlar ölmediler, fakat durumun dehşetinden dolayı bir korkuya kapıldılar. Nerdeyse mafsalları birbirinden ayrılacaktı. Hz. Musa (a.s.) da onların ölmelerinden korktu.
Onları sarsıntı tutunca, Musa (a.s.) şöyle dedi: “Ya Rabbi! Onların helâkıyla ilgili isteğinin, şu anda onların benimle beraber şu yere çıkmalarından önce olmasını, onların şu korkusunu görmeden önce beni de onlarla beraber helak etmeni isterdim. Böylece kavmim, seçkinlerimizi helake götürdün demeyeceklerdir.
Sonra Musa (a.s.) şöyle devam etti: “İçimizden birtakım beyinsizlerin işlediği yüzünden bizi helak mı edeceksin?” Yani inatları ve edepsizlikleri sebebiyle içimizden beyinsizlerin yaptıkları işler nedeniyle bizi helak etme.
O, senin bir bela ve imtihanındır. Sen benimle konuştuğun zaman, onlar senin sözünü duydular, seni görmek istediler. Emir ancak senin emrin ve hüküm ancak senin hükmündür. Sen ne dilersen, o olur. Kullarından dilediğini saptırırsın. Onlar gerçek manasıyla seni tanımayan cahil kimselerdir. Sen takdirinde, hiçbir zaman onlar için zalim olmadın. Aksine bu, onların karakterlerine, kazandıklarına ve isteklerine uygundur. Yine sen, kullarından dilediğini hidayete erdirirsin. Onlar, seni bilen mümin kullardır. Senin onları hidayete ulaştırman, yine onların kendi kazandıklarına ve iradelerine uygundur. Eğer onların her biri kendi hallerine terk edilseydi, yine onlar kendi bulundukları hali ve kendileri için takdir edileni seçerlerdi. Musa (a.s.) bu manayı, Cenab-ı Hakk’m kendine olan şu sözünden çıkardı: “Gerçekten biz kavmini, senden sonra imtihan ettik” (Tâ-Hâ, 20/85).
Sen bizim velimizsin, işlerimizi üzerine alan, bizi gözetip kontrol edensin. Bu sebeple bizi bağışla, günahlarımızı ört. O günahkârlar sebebiyle bizi sorguya çekme, bize acı. Eğer ifrat ve tefrit yaparak aşırı gidersek bize merhamet eyle. Sen bağışlayanların en hayırlısısın. Kulların günahlarını örtersin, kötülüklerini affedersin. Senin rahmetin her şeyi kuşatmıştır. Senin rahmetin ve mağfiretin bir sebebe, bir maslahata bağlı değildir. Senden başkası çeşitli sebeplerle -övülme, bir menfaat elde etme, bir zararı önleme gibi- bağışlar. Oysa sen bunu sırf bir lütuf ve cömertlik olmak üzere yaparsın.
İbni Kesir şöyle der: “Rahmet mağfiretle beraber zikrolunursa, bununla ilerde kulun o tür günah içine düşürülmeyeceği murad olunur” [5][79]
“Sen bizim velimizsin” sözü, hasr ifade eder. Manası, senden başka Mev-lamız, yardımcımız ve hidayete ulaştırıcımız yoktur, demektir.
Ayetin tefsirinde, Musa (a.s.)’nm onların helakini istemesinde ve: “Bu, senin imtihanından başka bir şey değildir” sözünde, imtihandan maksadın buzağıya tapmak olduğu söylenmiştir. Helaklarını talep, buzağıya taptıkları zaman oldu. Ona tapanlar sefihlerdi ve çoğunluğu teşkil ediyorlardı. İsrailoğullarmın akıllıları ona tapmadı. [6][80]