VEHBE ZUHAYLİ (RH.A)’İN BAKIŞ AÇISIYLA ARAF SURESİ 156. VE 158. AYET-İ KERİMELER
Musa (A.S.)’In Yaptığı Duanın Kalan Kısmı Ve Onun Peygamberliği İle Rasûlullah’ın Peygamberliği Arasındaki İman Bağı
156- “Dünyada da, ahirette de bize iyilik yaz. Biz hiç şüphesiz sana döndük”. Buyurdu ki: “Ben azabıma kimi dilersem onu duçar ederim. Rahmetim ise her şeyi kuşatmıştır. Onu sakınanlara, zekâtını verenlere, bir de ayetlerimize iman edenlere yazacağım”.
157- Yanlarındaki Tevrat’ta ve İncil’de yazılı bulacakları ümmî peygamber olan o Rasûle tabi olanlardır. O, onlara iyiliği emreder. Onları kötülüklerden alıkoyar. Onlara temiz şeyleri helâl, pis şeyleri de haram kılıyor ve onlardan sırtlarındaki ağır yükü, üzerlerindeki zincirleri indiriyor. İşte ona iman edenler, onu yüceltenler, ona yardım edenler ve onunla indirilen nura (Kur’an’a) tabi olanlar! İşte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.
Açıklaması
Bu, şiddetli zelzeleyi görünce Musa (a.s.)’ın yaptığı duanın geri kalan kısmıdır. O ilk önce, Allah’tan başka veli olmadığını: “Bizim dostumuz sensin” sözüyle ilân etmiştir. Veli ve yardımcı iki iş yapar: Zararı uzaklaştırır, faydayı celbeder. Zararı uzaklaştırmak, faydayı celbetmekten önce geldiği için, Musa (a.s.) da duasına bu istekle başlamış ve şöyle demiştir: “Bizi bağışla, bize merhamet et”. Bundan sonra, menfaatin celbini istemiş ve şöyle demiştir: ‘Yaz”. Yani, bize fazlını, rahmetini, iyiliğini gerekli ve sabit kıl. Bize dünya hayatında sağlık, afiyet, rızık genişliği, işlerde muvaffakiyet ver.. Ahiret hayatında da bizi cennetine koy, rızana ve coşkun ihsanına kavuştur. Bu, Cenab-ı Hakk’ın bize öğrettiği şu dua gibidir: “Bazıları da: “Ey Rabbimiz bize dünyada da iyi hal ver, ahirette de” (Bakara, 2/201).
“Sana döndük.” Biz, tevbe ettik, sana döndük. Kavmimizin ilâhlar edinme, buzağıya tapma, Allah’ı açıkça görme ve buna benzer isteklerinden dolayı pişman olduk. İman ile beraber amel-i salih’e döndük. Allah şöyle buyurur: Şüphesiz azabımı, kâfirlerden ve asilerden dilediğime isabet ettiririm. Rahmetim ise, kâinatta her şeyi kuşatmıştır. Azap dalâlet sıfatı üzerine terettüp eder. Rahmet, daha kapsamlıdır. Eğer rahmet daha genel olmasaydı, kâfirler ve asiler, küfür ve isyanlarının peşinden hemen helak olurlardı. Nitekim Allah şöyle buyurur: “Eğer Allah kazandıkları sebebiyle insanları muaheze etseydi, onun sırtında dolaşanların hiçbirini bırakmazdı.” (Fâtır, 35/45). Başka bir ayette de şöyle buyurur: “Rabbin rahmet sahibi, çok bağışlayıcıdır. Eğer onları kazandıkları yüzünden muaheze etseydi, elbette onlara azabı süratlendirirdi. Aksine onlar için vadedilen bir zaman vardır ki, onun karşısında hiçbir sığınak bulamayacaklardır” (Kehf, 18/58).
Burada, azab ayetinden murad şudur: Ben dilediğimi yaparım, dilediğim hükmü veririm. Benim her işimde ve her hükmümde hikmet ve adalet vardır. Rahmetim gazabımı geçmiştir. O daha genel ve daha kapsamlıdır. Nitekim Cenab-ı Hak, Arş’ı taşıyan melekler ve onların çevresinde bulunanların şöyle dediklerini buyurmaktadır: “Ey Rabbimiz! Senin rahmetin ve ilmin her şeyi kuşatmıştır” (Mümin, 40/7).
Sonra Allah (c.c), rahmete lâyık olanların -bunlar Muhammed ümmetidir-niteliklerini açıklıyor:
1- Onlar, şirkten, isyanlardan, günahlardan kaçınırlar.
2- Onlar, nefislerini temizleyen zekâtı verirler. Gerek nefislerinin zekâtını, gerekse mallarının zekâtını. Maddeci, faydacı kimselerin ki -bunlar yahudiler ve benzerleridir- hastalığını tedavi etmek için -nefisler çoğunlukla mala düşkün olduğu için- özellikle zekât zikredilmiştir.
3- Onlar iman ederler. Birliğimizi, şeriatımızın yeterliliğini, amel ve uygulamaya elverişliliğini ve peygamberlerimizin doğruluğunu işaret eden ayetlerimizi tasdik ederler.
İşte bu üç sıfata sahip olanlar, Muhammed (a.s.)’m dinine tabi olanlardır. Bunlar, önceki peygamberlerin kitaplarında zikrolunan sıfatlardı. O peygamberler, ümmetlerine Resulullah (s.a.)’in peygamberliğini müjdelemişler, ona tabi olmalarını emretmişlerdi. Onlar yanında Peygamber Efendimizin bilinen sıfatları yedi taneydi:
1- O, ümmî (okuma-yazması olmayan) bir peygamberdir. Onun ümmîliği, peygamberliğinin alâmetlerindendir. Kendisine Allah tarafından, herkesi âciz bırakan Kur’an-ı Kerim indirilmiştir. O, ümmî olmakla beraber akide, ibadet, siyaset, sosyoloji, iktisat, ahlâk ve amelle ilgili en mükemmel ilimleri getirmiştir. Bu sıfat üç bölüme ayrılabilir: a) O, Rasuldür. Allah tarafından, insanlara, mükellef oldukları şeyleri tebliğ için gönderilmiştir, b) O, Nebidir. Bu da, onun Allah yanında derecesinin yüksek olduğuna işaret eder. c) O, ümmîdir.
2- Ehl-i Kitap, Resulullah Efendimizin ismini ve sıfatlarını, Tevrat ve İncil’de okuyorlardı. Onun için, Abdullah b. Selâm gibi bazı yahudi alimleri ve Temimü’d-Darî gibi bazı hıristiyan alimleri, ona iman ettiler. Kibirlenip hakkı kabul etmeyenler ise, kitaplarında peygamberimizi müjdeleyen şeyleri gizlediler ve te’vil ettiler. İmam Ahmed, Ebû Sahr el-Ukeylî’den şöyle rivayet eder: Bana bedevilerden biri şöyle anlattı: Resulullah (s.a.)’in sağlığında Medine’ye yük devesi götürdüm. Satışımı bitirince, kendi kendime, şu adama gidip onu dinleyeyim, dedim. Onu, Hz. Ebû Bekir ve Ömer’in arasında yürürken gördüm. Onlara katıldım. Nihayet yahudilerden, ölüm halindeki çok güzel oğlu için Tevrat okuyan bir adama geldiler. Resulullah ona şöyİe dedi: “Tevrat’ı yaratan hakkı için sana soruyorum: Bu kitapta, benim sıfatım ve çıkacağımla ilgili bir şeyler var mı? Yahudi başıyla hayır dedi. Oğlu ise, evet var, Tevrat’ı indiren zata yemin ederim ki, kitabımızda senin sıfatın ve çıkacağınla ilgili şeyler var. Ben şehadet ediyorum ki, Allah’tan başka ilâh yoktur ve yine şehadet ediyorum ki, sen Allah’ın peygamberisin, dedi. Bunun üzerine Resulullah Efendimiz: “Kardeşinizin bu sözlerini yahudilere yayın” buyurdu, sonra onun kefenini aldı ve cenaze namazını kıldırdı [1][81]
Tevrat’ın otuz üçüncü babının Tesniyetü’l-İştira’ bölümünde şöyle denilmektedir: “Rab Sina’dan geldi, Sâîr’den doğdu, beraberinde binlerce temiz melek ve sağ tarafında da ateşten bir şule ile Fârân dağlarından yükseldi”. Onun Sina’dan gelmesi Musa (a.s.)’a Tevrat’ı vermesi, Sâîr’den doğması İsa (a.s.)’a İncil’i vermesi, Fârân dağlarından yükselmesi, Kur’an’ı indirmesidir. Çünkü Fârân, Mekke dağlanndandır.
Yuhanna İncili’nin onbeşinci babında da şöyle denilmektedir. “Gerçek Ruh babadan size gönderdiğim Faraklit geldiği vakit, o bana şehadet edecektir, siz de şehadet edeceksiniz. Çünkü siz, başlangıçta benimle berabersiniz.” Faraklit, İbranice’de Ahmed demektir. Allahu Teâlâ, Hz. İsa (a.s.)’ın dilinden şöyle buyurmaktadır: “Hani Meryem oğlu İsa da (şöyle) demişti: “Ey İsrailoğulları! Muhakkak ben size Allah’ın peygamberiyim. Benden önce Tevrat’ı tasdik edici ve benden sonra gelecek ve adı Ahmed olan bir peygamberi müjdeleyici olarak (geldim)” (Saff, 61/6).
3,4- O, marufu emreder. Maruf, akl-ı selimin bildiği ve fıtratın ünsiyet ettiği şeydir. Meşrudur. O, insanları münkerden alıkoyar. Münker, saf kalblerin çirkin gördüğü şeydir. Resulullah Efendimiz de, ancak hayrı emreder ve serden alıkoyardı. Nitekim Abdullah b. Mesud (r.a.) şöyle demektedir: Allah’ın: “Ey iman edenler!” hitabını duyduğun zaman, hemen ona kulak ver. Çünkü onda ya emrolunduğun bir hayır, ya da nehyolunduğun bir şer vardır.
Allah’ın emrettiği şeylerin en önemlisi, sadece bir tek ve ortağı olmayan Allah’a ibadettir. Yasak ettiği şeylerin en önemlisi de, O’ndan başkasına ibadettir. Resulullah Efendimizden önceki bütün peygamberler de bunu tebliğ etmişlerdir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurur: “Andolsun ki biz, her ümmete: “Allah’a ibadet edin, tağuttan sakının” diye bir peygamber gönderdik” (Nahl, 16/36).
5,6- O, kendilerine güzel olan şeyleri helâl ve pis olan şeyleri haram kılar. Nefsin güzel bulduğu yiyecekleri onlara helâl eder. “Size verdiğimiz helâl rızı-kırdan yiyin” (Bakara, 2/57). Onların kendilerine haram kıldığı Behâiri (beş nesil doğuran develer), Sevaibi (adak için bırakılmış develer), Vesâili (on batın doğuran develer) et ve benzeri şeyleri onlara helâl kılar.
Nefislerin çirkin görüp tiksindiği şeyleri onlara haram kılar. Ölü ve domuz eti, akıtılmış kan, faiz, rüşvet, gasb ve hıyanet yoluyla haksız yere alınmış mal gibi şeyleri yasaklar. İbni Abbas şöyle demiştir: Pis şey; domuz eti, faiz, Allah’ın haram ettiği yiyeceklerden kendilerine helâl saydıkları her şeydir. Bir kısım alimler de şöyle demişlerdir: Allah’ın helâl kıldığı her yiyecek iyidir, bedene ve dine yararlıdır. Haram ettiği her şey de kötüdür, bedene ve dine zararlıdır.
7- O, onlardan külfet ve zorluğu kaldırır. Bilerek veya hata sonucu öldürme olayındaki kısas, tevbe anında nefsin öldürülmesi ve kan akıtılması, günah işleyen organın kesilmesi, vücutta ve elbisede necaset bulaşan yerin kazınıp kesilmesi, cumartesi günü çalışmanın haram kılınması gibi. Resulullah efendimiz şöyle buyurmuştur: “Ben müsamahakâr, hanif dini ile gönderildim.” Yine Rasûlulah efendimiz, kendilerini Yemen’e gönderirken, Muaz ve Ebû Musa el-Eş’arî hazretlerine şöyle buyurmuştu: “Müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz. Ko-laylaştınnız, zorlaştırmayınız. Birlik olunuz, ihtilafa düşmeyiniz.”
Yine kolaylıklarla ilgili olarak Kütüb-ü Sitte’de Ebû Hureyre’den rivayet edilen şu hadis-i şerif vardır: “Şüphesiz Allah, gönüllerden geçen şeyi -onu konuşmadıkça yahut onunla amel etmedikçe- ümmetime affetmiştir.” Tabera-nî’nin Sevban’dan rivayet ettiği hadiste de Resulullah Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Hatâ, unutma ve zorlama sonucu yaptıklarından dolayı, ümmetim sorumlu tutulmayacaktır”.
İşte bundan dolayı Allahu Teâlâ, bu ümmete şöyle dua etmesi yolunu göstermiştir: “Rabbimiz! Eğer unutacak veya yanılacak olursak, bizi sorumlu tutma. Rabbimiz! Bizden öncekilere yüklediğin gibi, bize de ağır yük yükleme. Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmeyeceği şeyi taşıtma. Bizi affet. Bizi bağışla, bize acı. Sen mevlamızsın. Kâfirlere karşı bize yardım et” (Bakara, 2/286). Sahih-i Müslim’de sabit olduğuna göre, bu isteklerin her birinden sonra Allah şöyle buyurur: “Yaptım! Yaptım!”
Allah, şer1! hükümlerde, ibadet, muamele ve cezaî konularda yahudilere şiddet göstermiş, Mesih (a.s.)’e ise bazı maddî emirlerde hafifletme yoluna gitmiş, ruhî hükümlerde ise şiddet göstermiştir.
Ümmî peygamberin risaletine îman edenlere, onu düşmanlarından koruyanlara, ona yardım edenlere, dilleriyle ve silahlarıyla onu himaye edenlere, onun getirdiği nura, yani Kur”an’a ve insanları tebliğ ettiği vahye tabi olanlara gelince; onlar, dünya ve ahirette kurtuluşa erenlerdir. Allah’ın rahmetine ve cennete nail olanlardır. Onların dışında kalanlar ise; Cenab-ı Hakk’ın dünyada ve ahirette mahrum bıraktığı şeytanın taraftarlarıdır.
Hz. Musa (a.s.)’nm kavmi, genelde bu niteliklerdedir. [2][82]
İslâm Davetinin Genelliği
158- De ki: “Ey insanlar! Şüphesiz ben, göklerin ve yerin mülküne malik olan, kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan, hem dirilten, hem öldüren Allah’ın size, hepinize gönderdiği peygamberiyim. O halde Allah’a ve onun, Allah’a ve O’nun kelimelerine (Kur’an’a) iman eden ümmî peygamber olan Rasûlüne tabi olun ki, doğru yolu bulmuş olasınız.
Açıklaması
Ey Muhammedi Arap olan-olmayan, siyah beyaz bütün insanlara de ki: Ben sadece kendi kavmim olan Araplara değil, Allah’ın kıyamete kadar bütün zamanlara şamil olmak üzere size gönderdiği elçisiyim. Bu, onun bütün insanlara gönderilmiş olmasını gerektirmektedir. Nitekim Allah şöyle buyurmaktadır: “Biz seni ancak âlemlere rahmet gönderdik” (Enbiya, 21/107).
“Biz seni ancak bütün insanlar için müjdeci ve korkutucu olarak gönderdik.” (Sebe’, 34/28). “Şu Kur’an bana, sizi ve sizden sonra erişenleri inzar etmem için vahyolundu.” (En’am, 6/19).
Peygamberliğinin genel olduğunu pekiştiren hadis-i şerifler de vardır. Bu-hari, Müslim ve Nesai, Hz. Cabir b. Abdillah’dan şu hadisi rivayet etmişlerdir: “Bana beş şey verilmiştir ki, benden önce onlar hiçbir peygambere verilmemiştir: Bir aylık yola kadar (düşmanlarımın kalbine) korku (salmak) ile yardım olundum. Yeryüzü benim için mescid ve temiz kılındı. Onun için ümmetimden, namaz vakti gelip çatınca herkes namazın: kılıversin. Ganimetler bana helâl kılındı. Halbuki benden önce hiç kimseye helâl edilmemiştir. Bana şefaat verildi. Bir de benden önce her nebi, özellikle kendi kavmine gönderilmişken, ben bütün insanlara gönderildim”.
Ben, mülkün sahibi, yerde ve göklerde tam bir tasarruf sahibi olan, diriltmeye ve öldürmeye muktedir Allah’ın elçisiyim.
Bu ayet-i kerime, inançla ilgili üç esası içine almaktadır:
1- Bir Allah’a ibadet etmek.
2- Muhammed (a.s.)’in peygamberliğine iman etmek.
3- Ölümden sonra dirilmeye iman etmek.
Allah, önce Allah’a imam zikrederek: “O halde Allah’a iman edin” buyurdu. Yani, ey insanlar! Mutlak surette bir tek olan, Rablığında ve ilâhlığında hiç kimseye muhtaç omayan Allah’ı tasdik edin ve bütün insanlara gönderdiğim ümmî peygamberin risaletine de iman edin, demektir.
O peygamber, Allah’ın birliğine, insanları hidayete eriştirecek şeriatın mükemmelliğine, Cenab-ı Hakk’ın kudretine, irade ve hikmetine işaret eden tekvini kelimelere iman eder, sözü amelini tasdik eder, Rabbından kendisine indirilene inanır. “Kelimeler”den amaç, Tevrat, İncil ve Kur’an’ın içine aldığı hükümlerden, irşatlardan, Allah’ın varlığına, birliğine ve kudretine işaret eden şeylerdir.
İşte bu, imanla emrolunan şeydir. Yani, bu peygamberin metoduna tabi olun. Hiçbir eğrilik olmayan doğru yola kavuşmak, yahut imanla ve şeriata tabi omakla dünya ve ahiret saadetinize erişmek için, getirdiği her şeyde onun yoluna girin.
Şüphesiz gerçek hidayet ancak Kur’an’dadır. Hayır ancak dindedir, saadet ancak peygamberlerin sonuncusunun şeriatına tabi olmaktadır. Şeriata sarılma ölçüsünde dünya ve ahirette kurtuluşa erişilir.
Müslim’in Ebû Musa el-Eş’arî’den rivayet ettiği bir hadis-i şerifte, Resu-lullah efendimiz şöyle buyurmuştur: “Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, bu ümmetten olsun, Yahudi ve Hıristiyan olsun, beni dinlemeyen, bana inanmayan kimse, mutlaka cehenneme girer.” [3][83]