sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

CAHİLIYET VE ONDAKİ HANÎFLİK KALINTILARI | Siyer Programı – 5.Bölüm

CAHİLIYET VE ONDAKİ HANÎFLİK KALINTILARI | Siyer Programı – 5.Bölüm
Aralık 24, 2025 15:29
6
A+
A-

Cahilıyet Ve Ondaki Hanîflik Kalıntıları

               Bu mukaddime, siyret konularına ve onlardaki öğütlere girmeden önce, araştırılması gereken çok önemli bir mukaddimedir. Zira bu mukaddime, islâm düşmanlarının devamlı yok etmeye uğraştıkları ve çeşitli iftiralarla, yalanlarla geçersiz hale getirmeye çabaladıkları bir «Hakikat» ı içeriyor.

               Bu hakikatin özeti şudur: İslâm Dini, Cenâb-ı Hakk’ın peygamberler babası Hz. İbrahim (a.s.) ile gönderdiği «Haniflik» dininin sadece bir uzantısıdır. Kur’ân-ı Kerîm, bunu birçok âyetlerinde açıklamıştır. İşte onlardan biri: «Allah uğrunda hakkıyla cihad edin, Sizi O seçti. Din (işlerinde) de üzerinize hiçbir güçlük yüklemedi. Babanız ibrahim’in dininde olduğu gibi. Daha önce ve bu Kur’an’da da peygamberin size şahid olması sizin de insanlara şahid olmanız için size müslüman adını veren O’dur[1]. Yine, o âyetlerden bir diğeri: «De ki, Allah sözün doğrusunu söylemiştir. Onun için Allah’ı birleyici olarak ibrahim’in dinine uyun. O, müşrikler (puta tapanlar) den değildir[2]..

               Arapların, ismail Aleyhisselâm’ın çocuklarından olduklarını herkes bilir. Böyle olunca da Araplar, babaları Hz. ibrahim’in dinine mirasçı oldular. Yâni; Allah’ın birliğine iman, O’na ibâdet, O’nun koyduğu yasakları çiğnememe, kutsal olarak belirlediği şeyleri kutsal kabul etme gibi ilkelere mirasçı oldular. Bu kutsal olan şeylerin başında; Kâbe’yi takdis ve ta’zim, sa’y, tavaf v.s. ye hürmet, onu korumak, hizmetini ve bakımını yapmak gelmektedir.

               Aradan uzun zaman geçip, asırlar birbirini kovalayınca, diğer millet ve ümmetler gibi; Arapların da gözünü cehalet bürüdü. Aralarına da birtakım gözbağcılarla bozguncular sızmıştı. Bu kötü niyetli kişiler, onların arasına sinsice, bâtıl fikirlerini soktular. Araplar da babalarından miras kalan ilâhi prensiplerle, bu bâtıl fikirleri birbirine karıştırdılar. Böylece, onların arasına şirk inancı girmiş oldu. Yavaş yavaş puta tapıcılığa alıştılar, sonunda bâtıl âdetler ve ahlâksızlık aralarına sokulmuş oldu. Bundan dolayı Araplar, tevhid nurundan ve haniflik yolundan uzaklaştılar. Câhiliyye âdetleri aralarında yaygınlık kazandı ve Hz, Peygamber’in bi’setine kadar onları etkisi altına aldı. Nihayet Hz. Muhammed’in gönderilişi ile câhiliyet perdesi onların üstünden yırtılıp atıldı.

               Arapların arasına şirki sokan ve putlara tapmalarını teşvik eden ilk kişi, Amr bin Lühayy bin Kam’a’dır ki, bu adam aynı zamanda Huzâa kabilesinin dedesidir. İbn Ishâk, Ebû Hüreyre’nin şöyle dediğini rivayet eder: «Ben, Resûlullah (s.a.v.)’ın Eksem bin el-Cevn el-Huzâî’ye şöyle dediğini duydum: «Yâ Ekseml Ben, Amr bin Lühayy bin Kam’a bin Hındif’i cehennemde bağırsaklarını sürükler bir halde gördüm. Şimdiye kadar ne senin ona, ne de onun sana benzediği kadar bir adamı gördüm.» Bunun üzerine Eksem: «Ya Resulullah! Onun benzerliğinin bana bir zararı dokunabilir mi?» diye sordu. Hz. Peygamber de: «Hayır, sen mü’minsin, o ise kâfir. İsmail (a.s.’in dinini bozan, putları diken, Bahire, Şaibe, Vasile ve Hami adaklarını ilk icad eden adam odur[3]» buyurdu.

               ibn Hişâm, Amr bin Lühayy’ın, Arapların arasına puta tapmayı nasıl soktuğunu şöyle rivayet ediyor: Amr bin Lühayy, bir kısım işlerini görmek için Mekke’den ayrılıp, Şam’a gitmişti. Belkâ bölgesindeki Maab şehrine »o zamanlar burada Amalika adı verilen bir kabile yaşıyordu. Onlar (Imlâk) ‘in çocukları idi. Imlâk bin Lâ’ viz bin Sâm bin Nûh da denir- gelince, onların putlara taptıklarını gördü. Onlara: «Taptığınızı gördüm, şu putlar da neyin nesidir?» diye sordu. Onlar da ona: «Bunlar putlardır. Biz onlara taparız. Yağmur isteriz onlardan, bize yağmur yağdırırlar. Onlardan yardım isteriz, bize yardım ederler» diye cevab verdiler. Bunun üzerine Amr: «O putlardan bana bir tane verseniz olmaz mı? Ben onu Arap diyarına götüreyim de, onlar da ona tapsınlar» dedi. Amâlika’da Hübel denilen putu ona verdiler. O da bu putu yanında Mekke’ye getirip dikti ve halkın ona tapmasını, yüce kabul etmesini emretti.[4]

               İşte Arap Yarımadası’nda, puta tapma böyle ortaya çıktı. Arapların arasında şirk de böyle yayıldı. Araplar üzerinde bulundukları tevhid inancından bu sebeble ayrıldılar.   Onlar Hz. İbrahim’in ve Hz. isamil’in dinini, başka inançlarla değiştirdiler. Diğer ümmetlerin uğradıkları dalâlete, inanç ve ibâdetlerdeki çirkinliklere onlar da bulaştılar…

               Onları, bütün bunlara sevkeden şeylerin en önemlisi cehalet ümmîlik ve etraflarında bulunan çeşitli kabile ve ümmetlerden etkilenmeleridir.

               Şu kadar var ki, onların arasında -her ne kadar zamanla sayıları azalıyorduysa da- Hanîflik yolu üzerine yürüyerek Tevhid akidesine sımsıkı bağlı insanlar hayatlarını sürdürüyorlardı. O kişiler ölümden sonra dirilmeyi, Haşir ve Neşr’i tasdik ediyorlar, Allah’ın itaatkâr kullara sevab, âsilere de ceza vereceğine inanıyorlardı. Yine bu kişiler, Arapların, sapık düşünce ve görüşlerle, putlara tapma gibi ortaya çıkardıkları yeni âdetlerden nefret ediyorlardı. Kuss bin Saide el iyâdi, Riabu’ş-Şenni, Rahib Bahira gibi birçok ları Hanifliğe inanan insanlar olarak şöhret bulmuşlardı

               Nitekim Arapların âdetleri arasında – her ne kadar zamanla zayıflamış ve küçümsenir bir hale gelmiş olsa bile- Hz. İbrahim döneminin kalıntıları, Hanîflik dininin prensip ve hükümleri, hâlâ yaşıyordu. Onların câhiliyye hayatları, Hanifliğin prensip ve âdetlerinden belli bir miktar karışmış olarak devam ediyordu. Ama tabiî, bu prensip ve âdetler, onların hayatında bozuk ve çirkinleşmiş bir vaziyette nerdeyse tefrik edilemiyecek bir haldeydi. Bunlar, Kâbe’yi ta’zim, onu tavaf, Hac ve Umre, Arafat’ta vakfeye durma, kurban kesme gibi şeylerdi. Bütün bunların aslı meşrudur ve Hz. İbrahim döneminden kalma kurban kesme gibi şeylerdi. Fakat Araplar bunları uygunsuz bir şekilde yapıyorlar ve Haniflik dininde bulunmayan şeyleri onların arasına katıyorlardı. Hac ve Umre’de telbiye yaptıkları gibi… Kinâne ve Kureyş kabileleri, telbiye[5]yaptıkları zaman şöyle diyorlardı:

               «Buyur, Allah’ım buyur! (Senin emrine her zaman hazırım.) Buyur, senin ortağın yoktur. Ancak senin bir ortağın vardır ki, o da senin hükmün altındadır. Sen ona ve onun sahip olduklarına hükmedersin.» îbn Hişâm’ın da dediği gibi Araplar, telbiye ederek Allah’ı birliyorlar, putlarını onun yanına katıyorlardı. Fakat sahipliğini de yine O’nun eline veriyorlardı.

               Özet olarak, Arap Tarihinin gelişmesi, ancak peygamberler babası Hz. İbrahim Aleyhisselâm ile gönderilen kolay Hanîflik dininin gölgesinde tamamlandı. Arapların yaşayışını Tevhid akidesi, hidâyet nuru ve iman kaplamıştı. Sonradan Araplar zamanın geçmesi ve asırların birbirini takibi, peygamber asrının uzaklaşmasıyla bu hak yoldan yavaş yavaş uzaklaşmaya başladılar. Tarihle birlikte yavaş bir seyir takib eden, zamanla zayıflayan ve yıldan yıla taraftarları azalan Haniflik dininin kalıntıları devam etmekle birlikte; Arapların yaşayışı, şirkin karanlığı ve fikri sapıklıklarla bulanmaya başladı.

               Hanif dininin meş’alesi, Hâtemü’l-Enbiyâ Hz. Muhammed (s.a. v.)’in peygamberliği ile yeniden alevlenince, şu uzun zaman aralığında, sapıklık ve cehaletten dolayı pörsüyen herşeye, ilâhî vahiy can getirdi. Bütün bu karanlıkları yok etti. Hak ve adalet prensipleriyle, iman ve Tevhid nuruyla bulunduğu yeri aydınlattı, ilâhi şeriatların, sabitleştirmiş ve Hz. İbrahim’in getirdiği ve ilâhî şeriatların kabul ettiği Haniflik dininin kalıntılarına – ki hayat onların sayesinde yeni nurun kaynağına kavuşmuştur- yöneldi; onları kabullenip, pekiştirdi ve davetini de yeniledi.

[1] Hac Suresi 78

[2] Ali İmran Suresi 95

[3] İbn Hişâm – Siyret: 1/76. Buhârî ve Müslim, Ehû Hüreyre’den Peygamberimizin: «Ben cehennemde, Amr bin Lühayy bin Kâm’a bin Hındif’i kendi barsaklarını sürükler bir halde gördüm» buyurduğunu rivayet ederler. Hadis birbirine yakın sözlerle rivayet edilmiştir. Bahire: Sütünden İnsanların yararlanmaları yasaklanmış, şeytanlara adanmış devedir. Şaibe: Câhiliyye araplarının putlar için adadıkları devedir. Vasile: Deve üstüste İkiz doğurduğu vakit tâgutlar İçin salıverilirdi. Ve buna vasile denirdi. Hami: Bir erkek devenin dölünden on batın doğarsa onun sırtına yük vurmazlar ve binmezlerdi. Buna da Hami denirdi.

[4] İbn-i Hişâm: 1/77, İbn-İ el-Kelbi: 8, 9.

[5] Telbiyenin bugünkü sözleri şunlardır :«Buyur, Allah’ım buyur! (Ben senin enirine her zaman itaat ederim.) Senin ortağın yoktur. Buyur Allah’ım! Şüphesiz ki, hamd de, nimet de sana mahsustur, mülk de senin, ortağın yoktur.»

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.