sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

AKAİD İLMİNİ ELDE ETMENİN VASITALARI; (SELİM HİSLER – AKIL – HABER-İ SÂDIK) | Akaid Programı – 5.Bölüm

AKAİD İLMİNİ ELDE ETMENİN VASITALARI; (SELİM HİSLER – AKIL – HABER-İ SÂDIK) | Akaid Programı – 5.Bölüm
Aralık 24, 2025 15:29
9
A+
A-

AKAİD İLMİNİ ELDE ETMENİN VASITALARI;

(SELİM HİSLER – AKIL – HABER-İ SÂDIK)

 

 

İnsanların akılları ve deneylerle her şeyi bilemeyecekleri bir vakıadır. Özellikle yaratılış, kader ve öldükten sonraki hayat ile ilgili aklın bir hükmü geçmez. Bu sebeple sahabe-i kiram da sık sık bu konularda sorular sormuşlardır.[1]

İmrân ibn Husayn (R) şöyle demiştir: Peygamber’e Temîm oğulları’ndan bir grup insan geldi. Peygamber (S) onlara (baş­langıç ve maada ile ilgili akîde asıllarını öğretti ve):

— “Ey Temîm oğulları! Bu müjdeyi kabul ediniz!” buyurdu.

Onlar da:

— Yâ Rasûlallah! Bizlere âhiretlik müjdeler verdin. Sen şimdi bize dünyalık atıyye ver! dediler.

Bu sözlerinin verdiği üzüntü Peygamber’in yüzünde görüldü. Bu sırada daha önce Yemen’den gelmiş olan Eş’arîler’den de bir grup insan gelmişti. Rasûlullah bunlara hitaben:

—  “Sizler bu âhiret müjdesini kabul ediniz. Çünkü bu müjde­yi Temim oğulları kabul etmediler” buyurdu.

Eş’arîler:

—  Kabul ettik yâ Rasûlallah! dediler

Ve arkadan ilave ettiler:

Biz dinimizi öğrenemye ve bu (yaratılış) işinin başı ne idi, onu senden sormaya geldik!” dediler. Bunun üzerine Resulallah (s.a.s) mahlukatın ve arşın başlangıcını anlatmaya başladı: “bidayette Allah(c.c.) vardı, O’ndan önce başka bir şey yoktu. O’nun arşı suyun üzerinde bulunuyordu. Sonra gökleri ve yeri yarattı. Sonra zikir (denen) kader defterinde ebede kadar cereyan edecek) herşeyi yazdı.[2]

              Hz. Ömer de (r.a.) şunları anlatmaktadır:

“Birgün (Resulallah (s.a.s) aramızdan doğrularak mahlukatın ilk yaratılışından başlayarak (geçmiş olan ve gelecek olan bütün sahaları) cennet ehlinin cennet, cehennem ehlinin cehenneme girmesine kadar anlattı. Bunu bir kısmı öğrendi bir kısmı unuttu.” [3]

Dolayısıyla Hz. Muhammed (s.a.s) kendisine bildirilen vahiy ile insanların akıl ve deney ile bilemeyecekleri hakikatleri beyan etmişlerdir. İlim vasıtasız olmaz.

İnsanın ilim sahibi olmasını, kendisini ve eşyayı ve onun hakikatini anlamasını sağlayan vasıtalardır. Hemen hemen bütün ulemaya göre ilmin vasıtaları üçtür.

  • Duyu (Selim hisler)
  • Akıl
  • Haber

 

Bazı alimler bunlara ilmin kaynakları demişlerdir. Esasen Allah-u Teala’nın (c.c.) bildirmesi olmadan bunların kendi başına (yani aklın ne de duyuların) ilim olması mümkün değildir. [4]

 

DUYU (SELİM HİSLER): Allah (c.c.) insanlar için bir takım ilim vasıtaları tayin etmiştir. Nitekim bir ayet-i kerimede bu vasıtaları icmalen beyan buyurmuştur.

 

 “Bir de hiç bilmediğin birşeyin ardına düşme!. Çünkü kulak, göz, gönül bunların herbiri yaptıklarından sorumludurlar.” buyurmaktadır. [5]

 

İnsanlar duyu organlarını doğru bir şekilde kullanmazlarsa hidayete eremezler. Nitekim bir ayet-i kerime’de Allah-u Teala (c.c.) şöyle buyurmuştur:

 

“Şüphesiz, inkâr edenleri uyarsan da, uyarmasan da, onlar için farketmez; inanmazlar. Allah, onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir; gözlerinin üzerinde perdeler vardır. Ve büyük azab onlaradır.” [6]

 

İnsanın kendisi ile dış alem arasındaki irtibatı sağlayan bir takım özellikler vardır ki bunlara duyu organları denir. Alimlerin çoğuna göre bunlar beştir.

  • Gören göz
  • İşiten kulak
  • Koklayan burun
  • Tat alan ağız veya dil
  • Dokunulan deridir

 

Duyu organları doğru bir şekilde kullanılırsa hidayet-in vesilesi olurlar. Aksi takdirde de insanoğlu kendi kendini cehennem ateşine yuvarlar.[7]

AKIL: Akıl insanı öteki varlıklardan ayıran en önemli özelliklerden biridir. Aklın ma­hiyetini bilemeyiz. Ancak, onun yaşayışımızdaki tesirlerini bilebiliriz.

Akıl, dinin emir ve yasak­larına muhatap olma ehliyetini isbat için, mute­berdir. Zira, akıl olmadan dinin hükümleri an­laşılamaz. Dinin emir ve yasakları akla hitap eder.

Akıl, insana verilmiş olan nimetlerin en bü­yüğüdür. İnsan, bu özelliği sebebiyle hayvanlar­dan ayrılır. Akıl, bütün kainatın yaratıcısı Allah-u Teâlâ’yı, din ve dünya meselelerini bilmek için bir vasıtadır. Allah’ı bilmek ise, bir mü’min için nimetlerin en büyüğüdür.[8]

Allah (c.c.) aklı insanlara vermiştir. Fakat her insan aklını aynı ölçüde kullanamamaktadır. Allah (c.c.) bu hususta şöyle buyurmuştur:

“Onların ardından yerlerine kitaba mirasçı olan bir takım ‘kötü kimseler’ geçti. (Bunlar) Şu değersiz olan (dünya)ın geçici yararını alıyor ve: “Yakında bağışlanacağız” diyorlar. Bunun benzeri bir yarar gelince onu da alıyorlar. Kendilerinden Allah’a karşı hakkı söylemekten başka bir şeyi söylemeyeceklerine ilişkin Kitap sözü alınmamış mıydı? Oysa içinde olanı okudular. (Allah’tan) Korkanlar için ahiret yurdu daha hayırlıdır. Hâlâ akıl erdirmeyecek misiniz?” [9]

Allah-u Teala bu Ayet-i Kerime’de aklını doğru bir şekilde kullanamayanları kınamaktadır. Esasen akıl duyu organları vasıtasıyla işlevini görür. Nitekim Allah-u Teala şöyle buyurmaktadır:

“Şu halde yüzükoyun sürünerek yürüyen mi daha çok hidayete erer, yoksa dosdoğru yol üzerinde dümdüz yürümekte olan mı? De ki: “Sizi inşa eden (yaratan), size kulak, gözler ve gönüller veren O’dur. Ne az şükrediyorsunuz?” [10]

 

Bil ki Allah-u Teala burada akli delili getirmiştir. İşte bu da, bu ayette anlatılmaktadır. Allah-u Teala burada, duyma, görme ve kalbin hallerinde bulunan enteresanlıklara dikkat çekmiştir. Bil ki bunların bu ayette ele alınışında, şöyle bir inceliğe dikkat çekme vardır:

Hak Teâla sanki “size kendilerinde çok kıymetli özellikler bulunan şu üç bağışta bulundum. Fakat sizler, onları zayi ettiniz, dolayısıyla duyduğunuzu kabul etmediniz, gördüğünüze itibar etmediniz, anlayıp-aklettiğiniz şeylerin neticesini de düşünmediniz. Böylece sizler adeta bu nimetleri ve bağışları, zayi etmiş oldunuz.” Demek istemiştir.

Cenab-ı Hak işte bundan ötürü, “siz ne kadar da az şükrediyorsunuz?” buyurmuştur. Bu böyledir. Çünkü Allah’ın nimetlerine şükretmek demek, bu nimetleri onun rızasına uygun yerlere yöneltmek demektir. Ama sizler, bu görme, duyma ve akletme nimetlerini, onun rızasının olduğu yerlere sarfetmediniz ve böylece onun nimetlerine şükretmemiş oldunuz.” [11]

Haber: Bir şey hakkında bilgi sahibi olmak, tecrübe, deneme, tashihsiz bilgidir. İlim elde etmenin zaruri şartlarından biri de haberdir. Haber kendisine doğruluk veya yalan girebilen sözdür. Allah (c.c.) bir ayet-i Kerimede şöyle buyuruyor:

“Rabbimiz, biz: “Rabbinize iman edin” diye imana çağrıda bulunan bir çağırıcıyı işittik, hemen iman ettik. Rabbimiz, bizim günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört ve bizi de iyilik yapanlarla birlikte öldür.” [12]

 

Allah (c.c.)’ın kelamı için yalan sözkonusu olmadığı gibi imkânsızlardan verilen haber için de doğrulama kesinlikle söz konusu değildir. İlme vasıta olan haber doğru ve sadık olan haberdir. Doğru haber; olanı olduğu gibi tam ve eksiksiz anlatmaktır. İlmin vasıtası olan haber-i sadık hakikatın ifadesidir. Haber-i sadık olmayan haber ilmin vasıtası olarak kabul edilemez.

İslam dininin ilimleri Hz Peygamber (s.a.s)’in vahiyle Allah-u Teala (c.c.)’dan aldığı ve insanlara tebliğ ettiği haberlere dayanır. Bu ise şüphesiz haber-i sadıktır. Haber-i sadık 2 kısımdır:

  1. Haberi Mütevatir
  2. Haberi Resul

Haber-i Mütevatir: Elde edilmesi zaruri ve kesin olan bir bilginin, yalan üzere birleşip anlaşmaları aklen mümkün olmayan bir topluluğun diliyle haber olarak sabit olmasıdır. Haberin mütevatir olması için topluluğun az veya çok olması şart değil, verilen haberin asla şüpheye mahal vermeden baki olmasının sağlanmasıdır. Zamanımızda ve geçmişte yaşamış olan padişahlar, ülkeler ve şehirler gibi… Tevatür yoluyla elde edilen bilgi zaruridir. Haberi olanın alim olması şart değildir. İstanbul diye bir şehir vardır. Bu haberi alan çocuk, yaşlı, alim cahil herkes kesin bir bilgiye sahip olur. Haber-i mütevatirin 3 şartı vardır:

  1. Haberi verenlerin aklen ve adaleten, yalan üzere birleşmelerinin mümkün olmaması.
  2. Haberin kendis imkânsız olmayıp, aklen olması mümkün olan hususlardan olması
  3. Verilen haberin müşahade ile bilinen cinsten olup hayali, nazari veya teoride olmamasıdır.

Bu şartları ihtiva etmeyen haberler mütevatir olamazlar. Hristiyanların Hz İsa (a.s.)’ın katline, Yahudilerin Hz Musa (as)’ın şeriatının ebediliğine dair olan haberler kabul edilemez.

Haber-i mütevatir, akaid meselelerinde delil olarak kullanılır. Mütevatir haberler kesinlik ifade ederler ve bu hususlarda ihtilaf söz konusu olamaz.

Haber-i Resul: Peygamberliği mucize ile teyid olunan Allah-u Teala (c.c.) tarafından vahiy ile kendisine nazil olan şeriatı olduğu gibi insanlara tebliğ etmek üzere verdiği haberdir. Allah-u Teala (c.c.) şöyle buyuruyor:

“Elif, Lam, Mim. Rum (orduları) yenilgiye uğradı. Yakın bir yerde. Ama onlar, yenilgilerinden sonra yeneceklerdir. Birkaç yıl içinde. Bundan önce de, sonra da emir Allah’ındır. Ve o gün mü’minler sevineceklerdir. Allah’ın yardımıyla. O, dilediğine yardım eder. O, güçlü ve üstün olandır, esirgeyendir. (Bu,) Allah’ın va’didir; Allah, vadinden geri dönmez. Ancak insanların çoğu bilmezler. Onlar, dünya hayatından (yalnızca) dışta olanı bilirler. Ahiretten ise gafil olanlardır.”  [13]

 

Resulallah (s.a.s)’i ya da herhangi bir peygamberi reddetmek veya kendisinden sabit olan bir sözü dahi hafife almak küfürdür, Allah-u Teala’yı yalanlamak demektir. Nitekim Allah-u Teala (c.c.) Kuran-ı Kerimde şöyle buyurmuştur:

“Kesin olarak biliyoruz ki, onların söyledikleri seni gerçekten üzüyor. Doğrusu onlar, seni yalanlamıyorlar, ancak zalimler, Allah’ın ayetlerini inkar ediyorlar.” [14]

 

Dikkat edilirse Hz. Muhammed (s.a.s)’i yalanlamak direkt olarak Allah-u Teala (c.c.)’yı yalanlamakla eşdeğer tutulmaktadır. Hz Muhammed (s.a.v)’in doğruluğuna bizzat müşrikler bile şahitlerdi. Onun sözlerini reddetmeleri kesinlikle aklî gerekçelere sığdırılabilecek bir şey değildir. Hz Muhammed (s.a.v)’i reddetmeleri, hevalarına muhalefet edememeleri ve Allah-u Teala’dan başka ilahları kabul etmelerinden kaynaklanıyordu. Allah-u Teâla (c.c.) göndermiş olduğu peygamberin mutlak olarak doğru söylediğini ve sözlerinin içerisinde asla bir batılın olamayacağını şu ifadelerle açıklamaktadır:

Eğer o, bize karşı bazı sözleri uydurup-söylemiş olsaydı. Muhakkak onun sağ-elini (bütün güç ve kudretini) çekip-alıverirdik. Sonra onun can damarını elbette keserdik. O zaman, sizden hiç kimse araya girerek bunu kendisinden engelleyip-uzaklaştıramazdı. Çünkü o (Kur’an, Allah’tan sakınan) muttakiler için bir öğüttür.” [15]

Bütün peygamberler ilahi murakabe altındadırlar ve asla yalan söylemeleri veya haberlerinin yalan çıkma ihtimali bulunmamaktadır.[16]

[1] İslam Akaidi – Şahımerdan SARI 1,cilt s.235

[2] Buhari (Bed’ul Halk-1 )

[3] Buhari

[4] İslam Akaidi – Şahımerdan SARI 1,cilt s.237-238

[5] İsra-36

[6] Bakara  6-7

[7] İslam Akaidi – Şahımerdan SARI 1,cilt s.244-245

[8] İslam Akaidi – Ömer Nesefi

[9] Araf – 169

[10] Mülk  22-23

[11] Fahreddin Razi – Tefsiri Kebir (Mülk Suresi 22. Ve 23. Ayetin tefsiri)

[12] Ali imran -193

[13] Rum 1-7

[14] En’am – 33

[15] Hakka – 44-48

[16] İslam Akaidi – Şahımerdan SARI 1,cilt – 291 ve 313. Sayfalar arası

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.