BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd Âlemlerin Rabbi Allah Azze ve Celle’ ye mahsustur. Salat ve selam şanlı önderimiz Hz Muhammed (sav) e, Aline, ashabına ve O’na tâbi olan Müslümanların üzerine olsun. Âmin
Cenâb-ı Hak, Hazret-i Âdem(as)’i yarattığında ona şu üç nimeti takdim etmiştir;
“Akıl, Îman, Hayâ.”
Cebrail (a.s) Adem(as)a bunlardan birini seç buyurduğunda Hz. Adem (as);
– Getirdiğin bu üç nimetten aklı kabul ediyorum, deyip aklı aldı. Bunun üzerine Cebrail Aleyhisselam îmân ile hayâya siz gidebilirsiniz, dedi.
Îman:
– Allahu Teâlâ bana emretti ki, akıl nerede ise, sen orada ol! Bunun için ben akıldan ayrılıp gidemem!
Hayâ :
– Allahu Teâlâ bana da aynı şekilde emretti. Ben de akıldan ayrılıp gidemem dedi.
Allahu Teâlâ kime akıl verirse, hayâ ile iman da onunla beraber bulunur. Aklı olmayanın ne hayâsı ne de imanı bulunur. Akıl mükellef olmanın tek sebebidir. İnsan bir akla sahip olduğunda imanı anlama ve iman etme yeteneğine de sahiptir. Hayânın îmân ile de sıkı bir alâkası mevcuttur. Bu ikisi dâimâ bir arada bulunurlar. Nitekim Peygamber Efendimiz(sav);
“Hayâ îmândandır.” buyurmuştur. (Buhârî, Îmân, 3) Onlardan biri zâil olunca diğeri de gider. (Hâkim, I, 73)
Hayâ ve edep noksanlığı, îmân ve din noksanlığından kaynaklanır.İnsanı insan yapan onu mahlukattan üstün tutan akıldır . Ancak akıl sahibi olması mükellef olması için yeterlidir. Üstün olması için aklını vahye tabi kılmalıdır . Bu yüzden akıl ve iman ayrılmaz bir bütündür. İmanı elde etmiş ilahi emirleri anlamış bir insan ahlakını da vahiy üzerinde kuracak, ahlakı yürüyen Kur’an olan Resule(sav) uyacaktır.
“Ben, ancak güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.” (Müsned)
Güzel ahlakı Kuran’la elde eden üsve-i hasene (en güzel örnek ) olan peygamber (sav) ancak bizim önderimiz, rehberimiz olabilir. Ashâbının da aynı hâl üzere olmasını isteyen Efendimiz(sav) onları hayâya ve bunun bir mütemmimi olan tesettüre dâvet etmiştir.
“Allah, kendisinden hayâ edilmeye insanlardan daha lâyıktır.” (Ebû Dâvûd) buyurarak açıkta ve gizlilikte devâmlı edep üzere bulunmayı tavsiye etmiştir. O’na(sav) uymak ve onun hayâsıyla, ahlakıyla ahlaklanmak imanın alametidir.
“De ki: “Allah’a itaat edin! Resûl’e itaat edin! Şayet yüz çevirirseniz onun sorumluluğu (olan tebliğ) ona, sizin sorumluluğunuz olan (itaat) size yüklenendir. (Herkes kendinden sorumludur.) Şayet ona itaat ederseniz, hidayete ermiş olursunuz. Resûl’ün vazifesi yalnızca apaçık bir tebliğdir.” (24/Nûr 54)
Hayâ; insanı daima en güzel ve helal olana yönlendiren ahlaki bir terimdir. İnsanı haramlardan sakındıran, Allah(C.C)’a karşı gelmekten, günah işlemekten, O’nu kızdırmaktan uzak tutan bir duygudur. Utanmak çekinmek hayâ duygusundan gelir. Hayâ iki kısımdır. Birisi, Yüce Allah’ın herkese doğuştan bahşettiği fıtrî hayâdır. İnsanlar arasında edep mahallini açmaktan utanmak bu kısma girer. Diğeri de terbiyeye bağlı îmânî hayâdır ki mâsiyet ve günah olan kötü işlerden mü’mini alıkoyar Buna göre hayâ, kötü ve çirkin sayılan şeylerden uzak durmak, tavır ve davranışlarda ölçülü olmak, herhangi bir işte haddi aşmamaktır.
İbn-i Mesud’un (r.a.) naklettiği şu hadis-i şerif bu tür hayâyı îzâh etmektedir:
“Bir gün Peygamber Efendimiz(sav):
«– Allah’tan hakkıyla hayâ edin!» buyurdu. Biz:
– Ey Allah’ın Resûlü! Elhamdülillâh Allah’tan hayâ ediyoruz, dedik. Bunun üzerine Efendimiz şu açıklamayı yaptı:
– Söylemek istediğim, sizin anladığınız hayâ değildir. Allah’tan hakkıyla hayâ etmek; başı ve üzerindeki azaları, bedeni ve ondaki âzaları muhâfaza etmeniz, ölümü ve toprakta çürümeyi hatırlamanızdır. Âhireti dileyen, dünyanın zînetini terkedip âhireti bu hayata tercih etmelidir. İşte kim bu söylenenleri yerine getirirse, Allah’tan hakkıyla hayâ etmiş olur.»” (Tirmizî, Kıyâmet, 24)
Beyzâvî der ki:
“Allah’tan hakkıyla hayâ, sizin zannettiğiniz şey değildir. Bilakis o, kişinin nefsini bütün organlarıyla Allah’ın razı olmayacağı fiil ve sözlerden korumasıdır”.
“Haya, imanın nizamıdır. Bir şeyin nizamı bozulunca parçaları darma dağın olur. Her dinin bir ahlâkı vardır, İslâm’ın ahlâkı da haya’dır” (İbn Mâce, Zühd, 17)
O halde insan; aklın peşini imanın ve hayanın takip ettiği gibi bunları elde etme yollarını takip etmelidir.
Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- Cenâb-ı Hakk’ın hayâ ehlini sevdiğini Eşec el-Asarî’ye söylediği şu sözle beyân buyurmuştur;
“Muhakkak ki sende Allah’ın sevdiği iki haslet var: Hilim ve hayâ!” (İbn-i Mâce, Zühd, 18)
Hayâ sâhibi olmayan ve hayâsızlığın yaygınlaşmasını isteyenleri ise Cenâb-ı Hak şu şekilde îkâz etmektedir;
“Şüphesiz çirkin söz ve fiillerin inananlar arasında yaygınlaşmasını isteyenler için dünyada da ahirette de pek elem verici ve can yakıcı bir azab vardır.” (en-Nûr 24/19)
Allah(Celle Celaluhu)’tan ve insanlardan utanan bir kimsenin, nefsinin istediği her hareketi yapması mümkün değildir. Utanma duygusuna sâhip olmayan bir kimsenin ise önünde hiçbir engel yoktur. Dolayısıyla öyle bir kimse, her türlü çirkinliği kolayca yapabilir.
“İlk Peygamberlerden îtibâren halkın hatırında kalan bir söz vardır; «Hayâ etmedikten sonra istediğini yap!»” (Buhârî, Enbiyâ, 54; Edeb, 78)
Ancak insan ne yaparsa yapsın, bir gün bunların hesabını muhakkak verecektir. Bu sebeple yapacağı işi iyi düşünmelidir. İslâm’ın insanları ulaştırmak istediği ruhi kıvâm, onların her an ihsân duygusu ile dolu olmalarıdır. Gizlide ve açıkta Allah’tan hayâ duymak da bu duygunun bir neticesidir. Allah Teâlâ’nın her an kendisini görmekte olduğunu bilen bir kimse, büyük bir edep ve hayâ üzere yaşar. Allah Resulü(sav), bu sözleriyle bizlere bir davranış ölçüsü vermektedir. Kısaca ifâde etmek gerekirse, Rasulullah(s.a.v)’ın sünnetini aynen tâkip etmek en emin ve en kısa yoldur.
Aklımız var evet ama bunları takip eden iman ve hayâmız hayatımızın neresinde?
Allah(C.C)tan ne kadar korkuyor, ne kadar utanıyor ve ne kadar sakınıyoruz? Diyerek samimi bir kalp ile nefsimize sorup cevaplarını bulmalıyız!
Selam ve dua ile.