AKILLI OLMAK VE AKLI KULLANMAK ARASINDAKİ FARK -1-
Hamd Âlemleri yoktan var eden rüzgarı estiren bulutları sevk eden mutlak Hakim Allah azze ve celle’ye mahsustur. Salat ve Selâm Yaşayan Kur’an Hz. Muhammed Sallallahu aleyhi ve Sellem’e aline, ashabına ve tüm Mü’minlerin üzerine olsun.
Geçmişten bugüne tüm Peygamberler ve onların varisleri olan âlimler insanoğlunun varlık sebebini onlara hatırlatmış ve uyanmaları, kendine gelmeleri gayesiyle mücadele vermişlerdir. Bu mücadele de kimi Allah Azze ve Celle’nin izni ve yardımıyla zafer elde etmiş, kimi şehid olmuş, kimine ise hiç kimse tabii olmamıştır. Fakat mutlaka ama mutlaka yapılan fedakârlıklar, gösterilen gayretler karşılıksız kalmamış ve kalmayacaktır. Allah Azze ve Celle’nin vaadi Hak’tır. Ve mutlaka vaat ettiğini verecektir.
Benim gayem hem kendi adıma hem de diğer insanlar adına ki ailem, akrabalarım, arkadaşlarım da dâhil olmak üzere Peygamberlerin insanlığın uyanışında odaklandıkları noktayı tespit etmek aynı noktaya odaklanarak bir uyanışın ve aydınlanmanın, Kur’an’ın nurundan istifade etmenin yolunu bulmaktır.
Bu itibarla Kur’an’ın Arapça nazil olmasına rağmen bütün insanları kuşatması ve kurtuluşa çağırması, anlamaya ve yaşamaya teşvik eden ayetlerin odaklandığı noktayı tespit etmenin gerekliliği karşımıza çıkmaktır. Kur’an’ın lafız olarak Arapça nazil olmasına rağmen bütün insanları içerisine alan ortak bir dilinin olması gerektiğinden yola çıkarsak bunun tartışmasız akıl dili olduğunu görmekteyiz. Bu itibarla ben şu cümleyi eksik ve yetersiz bulmaktayım. “İnsanı diğer canlılardan ayıran en önemli vasıf akıldır.” Evet, aklın diğer mahlûkatta bulunmayan bir vasıf olması sebebiyle insan onlardan ayrılmaktadır. Peki ya insanın kurtulması, ebedi Saadete ulaşması için bu yeterli mi? İşte asıl tefekkür edilmesi gereken mesele burasıdır. Ve tabi ki bu yeterli değildir.
Çünkü Firavunda, Ebu Cehil’de, Ebu Leheb’de akıl sahibi idiler. Fakat kazananlardan değil kaybedenlerden olmuşlardır. Bu gerçek bizlere şunu göstermektedir ki insanı diğer canlılardan ayıran, farklı kılan akıllı olması değil, aklını doğru kullanmasıdır.
Ruhi Özcan bir kitabında Kur’an’ın okunması ile anlaşılması arasındaki farkı karpuz ve kabuğu arasındaki farkla izah etmeye çalışmıştır. Yani şöyle diyor Ruhi Özcan: “Bir karpuz kesilmeden önce içi bizim için meçhul bir durumdadır. Biz karpuzu kesince içini görmekteyiz. Peki, karpuzun kabuklarını yesek karpuzu yemiş olur muyuz?” diye sormaktadır. Tabi ki hayır. Evet, Kur’an’ın lafzının arkasında bir mana boyutu vardır. Lafız boyutu göze ve kulağa hitab eder.
Bizler Kur’an’ı sadece dinler ya da sadece okursak biraz evvel verilen örnekte olduğu gibi zahiriyle yetinmiş olacağız ki İnsanoğlunun karanlıklardan aydınlığa çıkması için yeterli bir eylem olmadığından yine karanlıklar içerisinde kalınacaktır.
Rabb’im bizleri Vahyin aydınlığından istifade edenlerden eylesin. Âmin.
İnşaAllah bir sonraki yazımda bu meseleyi biraz daha anlaşılabilir örneklerle açıklamaya gayret edeceğim.
Selamun Aleykum.