ALLAH (C.C)’NUN ÇAĞRISINA KULAK VERENLERDEN MİYİZ?
ALLAH (CC)’NUN ÇAĞRISINA KULAK VERENLERDEN MİYİZ?
Hamd Alemlerin Rabbi, hesap gününün sahibi, Rahman ve Rahim olan Allah (cc)’a mahsustur. Salat ve selam yaratılmışların en şereflisi, son peygamber Hz. Muhammed (sav)’e ve selam ona tabi olup izinden giden tüm müminlerin üzerine olsun.
Allah(cc) kullarını dünyaya gönderip, onları yaratıp da onlara ilgisiz kalmamıştır. Bizleri boşu boşuna(haşa!), anlamsız ve amaçsız olarak yaratmamıştır. Peki bizim bu varlık aleminde bulunma nedenimiz nedir? Bu konuda da bize ilgisiz kalmamış ve bizi doğruya yönlendiren bilgiyi yani vahyi de peygamberleri vasıtasıyla insanlığa sunmuştur. Dolayısıyla Kur’an ve Sünnet, ki bu ikisi vahiy kavramının temelini oluşturur, insanlığa doğru yolu gösteren tüm bilgileri içermektedir. Bu bilgileri görmezden gelerek, varlığını kabul ettiğin söyleyip hayatında yer vermeyerek, onlardaki bilgiler ve manalara başvurmadan, kendi çevresinden gördükleri veya akli çıkarımları ile kesin bilgiye dayanmayan bir inanç sistemi ve yaşantı ile insanın doğruyu bulması ve varlık aleminde kendisine biçilen görevi yerine getirmesi imkansızdır.
Allah(cc) şöyle buyurmaktadır:
Şüphesiz ki bu Kur’an en doğru yola iletir; iyi davranışlarda bulunan müminlere, kendileri için büyük bir mükâfat olduğunu müjdeler. (İsra,9)
Kur’an Allah (cc)’nun kitabıdır. Diğer bir adı da bu nedenle Kitabullah’dır. Her bir insanın ve insanlığın tamamının ihtiyacı olan doğru yol bilgisi ondadır. Madem bu net bilgi bu kitabın içerisindedir, o zaman şöyle bir soru gündeme geliyor? Bu kitap bizim hayatımızın neresindedir? Bu kitaba karşı bizim tavrımız ne olmalıdır? İçinde yaşadığımız toplumsal dinamikler ve toplum psikolojisi dikkate alındığında maalesef bu kitaba karşı genel olarak doğru bir tavır takınıldığını söylememiz mümkün değildir. Kendi hayatımdan bir kesit paylaşmak istiyorum. Buradaki tespitimiz içinde yaşadığımız toplumun tavırlarıyla paralel bir tavır takındığımız zaman Kur’an’ın bizim için yol gösterici olmayacağını anlamamıza vesile olacaktır umarım. Evimizde güzel bir kılıf içerisinde bir Kur’an mushafı vardı. Onu hep o kılıfın içinde ve evin bir odasında yukarıdan geçen kalorifer borusuna asılı görmüştüm. O kitabın içinde ne olduğunun konuşulduğuna, onun içindeki emir ve yasaklara riayet edilmesi gerektiğine, onun anlaşılıp inanç ve yaşantımızın ons göre olması gerektiğine dair hiçbir tavır ya da söyleme şahit olmamıştım. Ama evet çevremde namaz kılan bazı kimseler vardı. Bunun yanısıra bir gün, takriben dokuz ya da on yaşlarında idim. O güzel süslü kılıf içinde, yukarda asılı bu kitabın içinde ne var acaba diye merak ettiğim oldu. Tüm cesaretimi toplayıp da o kitabı indirip içine bakmak istedim bir an için. Bununla birlikte içimde de bir korku vardı. Eğer ben o kitabı alırken ya birisi beni görseydi. Onlara ne cevap verecektim? Bu durumu nasıl açıklayabilirdim? Bir mazeret bulmalıydım ya da bu isteğimden vazgeçmeliydim? Maalesef bu cesareti sadece o gün değil ondan sonraki uzun yıllar kendimde bulamadım. Allah’ın rahmeti olmasaydı o kitaptan uzak kalmaya devam edip büyük bir kayıpla yaşamaya devam edebilirdim. Peki neden o kitaba uzanmak istemedim acaba? Bana bunu yasaklayan biri de olmamıştı aslında? Bunun cevabı ise psikologların sosyal veya toplumsal öğrenme dedikleri öğrenmenin bir türü hakkında yaptıkları şu açıklamasında yatıyor olmalı: Toplumda bireyler diğer insanları seyrederek ve gözlem yaparak, onların yaptığı davranışın pekiştirildiğini veya cezalandırıldığını gözlemleyerek öğrenirler. Bu nedenle sosyal öğrenme “başkalarını seyrederek çevreden öğrenme” veya “toplum içinde ve toplum için öğrenme” olarak da tanımlanabilir. Bisiklet sürme, yüzme gibi pek çok becerileri deneme-yanılma ile öğrenirken, bazı becerileri ise başkalarını gözlemleyerek öğreniriz. Eğer biz de bu kitaba karşı tavrımızı sadece çevresel etkileşimle belirlemişsek, bizleri doğru yola iletecek bu bilgiden kendimizi mahrum edenlerden birisi olabiliriz. Bu konuda zincirimiz kırmalı ve yaratıcımızın mesajına saf bir şekilde kulak vermeliyiz. Allah(cc) her bireyin kendi kalbinde doğru inancın temeli olan bilginin körü körüne taklidi terk ederek elde edileceğini bizlere bildiriyor. Buyrun:
Onlara, “Allah’ın indirdiğine uyun” denildiğinde, “Hayır, atalarımızdan gördüğümüze uyarız” dediler. Ya atalarının aklı bir şeye ermemiş, doğru yolu bulamamışlarsa! (Bakara,170)
Dikkat edilirse, Allah(cc) büyükler ve çevreden gelen taklidi tavırları direk olarak kötülemiyor. İnsaflı ve şefkatli bir şekilde kendimize bir soru sormamızı istiyor: Ya bu tavır, bu taklit doğru bir şey değilse! Ya bizi yaratıcının rızasına götürmüyorsa! Ya bize doğruyu buldurmuyorsa! Nitekim biz biliyoruz ki insan bazen kötü ve zararlı olduğunu bildiği hususlarda çevresini ya da büyüklerini taklit etmeyip o şeyin zararından korunmak ister. Mutlak olarak her şeyi de taklit etmez. Kendisindeki akli yetenekleri kullanarak farklı hareket ettiği de olur. Peki bu yetenekleri asıl kullanması gereken nokta ebedi hayatını ilgilendiren inancı ile ilgili konular değil midir?
Allah (cc) körü körüne bir taklitten sıyrılmamızı ve insan olarak bize verilen akli, düşünsel ve ruhsal yetenekleri kullanmamızı istiyor. Bununla ilgili Kur’an’da birçok ayet-i kerime bulunmaktadır. Bu tarz ayetlerde karşımıza şu gibi beyanlar çokça çıkar: Hiç mi düşünmüyorsunuz? Hiç mi aklınızı kullanmazsınız?
O zaman bir soru daha soralım: Biz Kur’an ile yolumuzu bulmak istiyoruz. Ne yapmalıyız?
İnsan tüm etkileşimini bilgi ve mana üzerine inşa etmektedir. Bu kendisinden kaçamayacağımız bir gerçektir. Örnek verecek olursak: Diyelim ki evde otururken annemiz bizden su istedi. Muhtemeldir ki şöyle bir cümle kurmuştur: Evladım! Bana bir bardak su getirebilir misin? Bu bizim için birşeyler ifade eden bir cümledir artık. Bu cümlede bir bilgi olmakla birlikte bir de mana vardır.Annemizden çıkan seslerin bizim zihnimizde bir karşılığı vardır. Çünkü bu cümlede yer alan bilgiler, yani kulağımıza giren seslerin barındırdığı manaları biliriz. “Evladım” kelimesi ile bizi kastetmiştir. “Su” demekle nasıl bir şey istediğini, “bir bardak” demekle de istediğinin miktarını biliriz. “Getirebilir misin?” sesi de bizim için bizden istenen şeyin ne olduğunu tamamlayan bilgidir. Dikkat edersek bu cümlenin bizim kulağımıza gönderdiği sesler bir yana bizim için asıl konu o seslerdeki manalar ve sıfatların bizde bıraktığı etkidir. Yaşadığımız hayattaki tüm etkileşimlerimiz bu sistem üzerine kuruludur. İşitiriz, görürürüz, bir şeyler anlar ve böylece hareket ederiz. Hiçbir ilişkimiz bu sistemden bağımsız değildir.
Sizler hiçbir şey bilmez bir durumdayken Allah sizi analarınızın karnından dışarı çıkardı; şükredesiniz diye size kulaklar, gözler, kalpler verdi. (Nahl,78)
Bu temel yetenekleri, sadece yemek ve içmek konusundaki ve diğer temel ihtiyaçlarımızı elde etmek için değil, bizi varlık aleminde diğer yaratıklardan farklı kılması için işitsel, görsel ve akli yeteneklerimizi Kur’an ve sünnetteki manaları algılamak için kullanmalıyız. Kur’an’ın çağrısından beslenmeli, ruhumuz için gerekli tüm bilgiyi almak için gayret göstermeliyiz. Bu noktada ilk olarak yerine getirmemiz gereken iki adım olduğunu söyleyebiliriz.
- Kur’an ve sünnetteki temel bilgileri (inanç ve doğru yolu tanımlayan bilgiler) elde etmek için sahih ve faydalı ilim talep etmeli ve dinimizi öğrenmek için okuyup araştırma gayreti göstermeliyiz.
- Bu bilgilere yönelmekle kalmayıp, o bilgilerin içinde ciddi bir mana arayışı içinde olmalı ve bize gelen ses ve çağrının doğru anlaşılması konusunda Allah (cc)’dan yardım istemeliyiz.
Rabbim bizleri çağrısına kulak veren, bu çağrıyı doğru anlayan ve rızasını kazanabilen kullarından eylesin.