Hamd, sena ve övgülerin en güzeli, ezelde ve ebedde var olan, lutfuyla kainatı ve bizleri yaratıp var eden, sayısız nimetlerle yaşatan ve rahmetiyle doğru yolu gösteren Allah (cc.)’a mahsustur.
Salat ve selam da, alemlerin Rabbi tarafından sevilen, insanların ise tanıyıp, idrak edebilme nisbetînce sevebildikleri, efendimiz, önderimiz, rehberimiz Hz. Muhammed Mustafa(sav)ya, a’line, ashabına ve onun yolunu izlemeye çalışan ümmetin üzerine olsun.
Allah’ kavuşmak;
Müslümanların arzuladığı en önemli ve en üst merhaledir. Bugün gelinen durum ise bunun aksini göstermektedir. Bugün Allah’a kavuşmayı arzulayan bir toplumu, hatta ferdi bile görmek çok zordur. Bunun sebebi Allah’tan, Kitabı’ndan ve Resulü’nun sünnetinden uzak kalmaktır veya gerektiği şekilde amel etmemektir. Oysa sorulduğunda Allah’ı seviyor musun? Kesinlikle cevap şu olacaktır. “Herhalde seviyorum bu nasıl soru” diye de bu soruyu sorana çıkışır. Oysa Allah için nelerden veya neyimizden vazgeçebildik. Bu mu Allah azze ve celle ye sevginin isbatı. Hanımını kıramazsın, çocuğu kıramazsın, arkadaşı kıramazsın, onu kıramazsın, bunu kıramazsın. Ama mesele Allah’ın emri olunca umursamazsın. Hep ertelersin ve bu durumdan da hiç rahatsızlık duymazsın. Nede olsa Allah affeder, nede olsa müslümanız, elbet bir gün yaparız gibi birçok kendimizin bile tam olarak inanamadığımız bahaneler. Sen helal ve haramlara riayet etmek için mücadele edipte yapamazsan Allah affedeceğini umabilirsin. Ama kalben samimi olmayıpta bahaneler üretenin bu konuda affolunmayacağı malumdur. Kalpte böyle bir şuur olan kişi, ölmek ve Allah’ın huzuruna çıkmak ister mi?
Mesela borçlu olan biri, borcu olduğu kişinin yanına uğramaktan çekinir. Oysa alacaklısının yanına gitmekten hiç çekinir mi? Bir Müslüman düşünün ki, tüm yatırımını ahirete yapmış olsun, bu adam için ahirete gitmek zor mudur? Böyle birisi için ölüm, yatırımlarına kavuşmak olmaz mı? Tabiî ki de yatırımını ahirete yapan kişi için, ölüm korkulacak bir şey değildir. Ne güzel söylüyor Hasani Basri rha. “servetini arkanda bıraktığın için ölümden korkuyorsun, servetini önden gönderseydin ölümden korkmazdın”.
Sultan Abdul Melik, Ebu Hazım’a sorar: biz neden ölümden korkarız. Ebu Hazım der ki : Çünkü sizler dünyanızı imar edip, ahretinizi harap ettiniz. Hiç kimse imar edilmiş bir yerden harap edilmiş bir yere göçmek istemez.
Ölüm bir ayrılık olduğu kadar kavuşmaktır aynı zamanda. Öyle diyordu ya Ebu Zer ra. Evinde neden bir şey olmadığını soran birisine “Bizim bir evimiz var tüm eşyalarımızı oraya gönderdik. Ölünce oraya gideceğiz. Ölüm sevdiklerine, yatırımlarına, emeğine, ameline, geçici olmayan, asıl ve gerçek olan servetine kavuşmaktır.
Yine kur’an-ı Kerim’de Allah azze ve celle şöye buyuruyor:
Kehf 110 : …Onun için her kim Rabbine kavuşmayı arzu ederse iyi amel işlesin ve Rabbine yaptığı ibadete hiç kimseyi ortak etmesin.”
Şirkten, riyadan uzak bir şekilde varlığını ve amellerini sırf Allahu Teala’ya adamış olmak. Tabiri caizse Allahu Teala için çalışıp ta O’nda alacağı olanlar alacağını almak için bir an önce O’na kavuşmayı isterler. Ama alacaklı olmak için de sırf O’na çalışmak gerek. Başkalarına çalışanlar bu yüzden O’nunla kavuşmayı asla istemezler.
Kısacası Allah’a kavuşamanın iki şartı vardır. Makbul bir iman ve ölüm. Allah katında kabul olunan bir iman ve o imanı muhafaza ederek ruhu Allah’a teslim etmek. Bir kişi sağlam bir inanca sahip olduktan sonra Allah ile arasındaki tek engeldir ölüm. Ölüm hem ayrılık hem de kavuşmaktır. Dünya ve dünyalıklardan ayrılmak. Allah azze ve celle’ye kavuşmaktır. Bu da hangisini daha çok sevdiğimizi ve hangisine daha çok çalıştığımızı gösterecektir. Allah’a olan sevginin isbatı ise onunla buluşmanın önündeki engel olan ölümü sabırsızlıkla beklemektir. Hatta öyle ki bu sevgi barajını aşan bir evliyanın idam cezasını iptal ettiren kişiye kızıpta benim rabbime kavuşmama neden engel oluyorsun demesidir. Yani şehid olmak. İnsanlara Allah nasıl sevilir bunun şahidi olmak. Allah öyle sevilir ki O’nun için canından da, malından da, dünyada ki bir çok şeyinden de vazgeçip iki zaferden birine talip olmak. Ya dünyada vaat edilen zafer yada şehid olarak ahretteki kazanılan zafer.
Yalnız şu bir gerçek ki ne Allah’tan ne de dünyadan ve dünyalıktan vazgeçiliyor. İmtihanı nerede arıyoruz biz? Ölüm gelmeden cevabı veremez isek sonuç pek de iç açıcı olmayacaktır. Bize düşen hatırlatmaktır. Önce nefsimize sonra muhataplarımıza…
Rabbim hakkı hak bilip, hakka sarılan, batılı da batıl bilip batıldan uzaklaşan kullarından eylesin.(AMİN)