BİL Kİ SEN, ÖLÜ (KALP)LERE İŞİTTİREMEZSİN
Hamd, sena ve övgülerin en güzeli, ezelde ve ebedde var olan, lutfuyla kainatı ve bizleri yaratıp var eden, sayısız nimetlerle yaşatan ve rahmetiyle doğru yolu gösteren Allah (cc.)’a mahsustur.
Salat ve selam da, alemlerin Rabbi tarafından sevilen, insanların ise tanıyıp, idrak edebilme nisbetînce sevebildikleri, efendimiz, önderimiz, rehberimiz Hz. Muhammed Mustafa(sav)ya, a’line, ashabına ve onun yolunu izlemeye çalışan ümmetin üzerine olsun.
Hidayet ve dalalet, -Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) de dahil olmak üzere- hiç bir kulun işi değildir. Çünkü bu, kalplerin yaratanı olan Allah (Subhabehu ve Tealâ)‘ya mahsus bir iştir. Ondan başkası kalblere hükmedemez ve tasarruf edemez… Kalb üzerindeki egemenlik, sadece Allah (Subhabehu ve Tealâ)‘ya aittir. Peygamberlerin görevi, sadece tebliğdir. Hidayet ise Allah (Subhabehu ve Tealâ)‘nın elindedir. Onu, dilediğine verir. Kimin hidayete müstahak olduğunu ve hidayet aradığını ezel ilmiyle en iyi bilen de O’dur.
Müslüman çok iyi biliyor ki, hidayet sadece Allah (cc)‘dan beklenir. Hidayetin delilleri, sadece Allah (cc)‘dan alınır. İşte bundan dolayı sapıtmışların aşılmaz inatlarıyla karşılaşan müminin göğsü daralmaz. O, Allah (cc)’nun yüklemiş olduğu sorumluluğu yerine getirmeye devam eder. Allah’ın; kalblerin hidayetine ilişkin iznini ve yardımını bekler:
“Onların hidayeti sana ait değildir. Ama Allah, dilediğini hidayete erdirir.” (Bakara/272)
Müslüman kendisini beyaz eşya tamirinde çalışan servis gibi düşünmelidir. Mesela alınan herhangi bir ürün çalışmadığın da servis çağrılır. Servis gelip baktığında arıza olmadığını söylese, küçük bir işlemle sorunu çözse de yine ücretini almaktadır. Veya arıza olsa da karşı taraf yaptırmak istemese yine servis ücretini almaktadır. Müslüman da üzerine düşeni yapınca Allah cc tarafından ücretini almaktadır. Karşı taraf davetini kabul etse de etmese de…
Öyleyse ey Müslüman! Gönlünü daraltma! İyilikle, lütufla muamele de bulun, vazgeçme! Sen onlara, muhtaç oldukları hayır ve yardım kapılarını açmaya çalış! Onların durumuysa Allah (cc)‘na aittir. Çünkü müslümana düşen görev sadece tebliğdir. Müslüman, insanların tabiatını değiştiremez ve basiretlerine hükmedemez:
79- Ve o halde sen Allah’a güven. Çünkü sen, apaçık hakikatin üzerindesin.
80- Bil ki sen, ölülere işittiremezsin, arkasını dönüp kaçmakta olan sağırlara da daveti duyuramazsın.
81- Sen körleri sapıklıklarından çevirip doğru yola getirecek değilsin. Ancak (gönülden) teslim olarak âyetlerimize iman edenlere duyurabilirsin. (Neml/79,80,81)
Allah (cc), ölmüş kimseleri işte böyle tanıtmaktadır. Onlar ölmüştür; hayatları yok. Sağırdırlar; kulakları yok. Kördürler; yol bulacakları yok. Bu, aslında hayvanca; hatta hayvanınkinden daha düşük ve daha beter bir hayattır. Çünkü hayvan, üzerinde yaratıldığı fıtratıyla yolunu bulur. Bu fıtratın kendisine ihanet etmesi, çok az rastlanan bir olaydır. Kalbleri egemenliğinde tutan Allah (Subhabehu ve Tealâ)‘nın ayetlerini duyduğu halde icabet etmeyen kimse, en derin iniltileri duyacak kulakları olsa bile sağırdır. Varlığın her tarafına yayılmış ilahî delilleri görmeyen kimse, iki gözü olsa bile hayvan gibidir. Canlı kalplere, açık basiret ve sağlıklı bir idrake sahip olanlardır daveti dinleyenler. Çünkü onlar, dinleyip teslim olanlardır. Davet, fıtratlarını uyarır uyarmaz. icabet eden kimselerdir onlar: “Bu (Kur’an, tüm) İnsanlar için bir beyan, müttakiler için de bir hidayet ve öğüttür.” (Al-i İmran/138)
Hidayete yönelten bir kelimeyi, hidayete açık olan inanmış bir kalbten başkası kabul etmez. Hikmetli bir öğütten, öğüde doğru deprenip hareket eden muttaki bir kalpten başkası yararlanmaz. İnsanlar, hak ve bâtılı, hidayet ve dalâleti birbirinden ayıracak yetenekte yaratılmışlardır. Bu (temyiz yeteneği) çok az şaşan bir kuraldır.
Hak, uzun uzadıya bir açıklama gerektirmeyecek kadar net ve açıktır. Arzu edilen şey, insanların bu hakka yönelmesi ve hak yolunu seçmeye güç yetirmesidir. Öğüt, şerli nefislere ağır gelen bir şeydir. Çünkü öğüt, bu insanların sınırsız özgürlüklerini kısıtlar. Gene öğüt, müstekbir; ama aslında küçük, nasihati kudretleri açısından bir eksiklik sayan kimselere de ağır gelir. Çünkü küçük ve düşük olan bu kimseler, yardım için uzattığın elinden uzak durmaya çalışırlar. Büyüklüklerini (!) izhar etmiş olmak için uzak dururlar.
Sonuç olarak müslümanın görevi, sadece tebliğ ve anlatmaktır. Her konuda tasarruf sahibi olan ise Allah (Subhabehu ve Tealâ)‘dır. Davetçinin kaçınılmaz görevi, ilâhî emrin doğrultusunda davranmaktır. Dalalete batmış kimselerin eksiği, delil ve ispatların bulunmayışı değildir. Çünkü onların asıl acıları, kalblerindeki afet, fıtratlarındaki boşluk ve ruhlarındaki sönüklüktür.
Rabbim Hakkı hak bilip Hakka sarılan, batılı batıl bilip batıldan uzaklaşan kullarından eylesin. (Amin)