sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

CİHADIN MAHİYETİ

A+
A-

Hamd Alemleri yoktan var eden ve idare eden Yarattıkları üzerinde mutlak tasarruf yetkisine sahip Rahman ve rahim olan Allah(C.C)’a mahsustur. Salat ve selam Alemlere Rahmet olarak gönderilen yegane örnek ve önderimiz Hz. Muhammed (sav)’e aline ashabına ve onları takip edenlerin üzerine olsun.

Hz. Âdem (as)’dan itibaren bütün peygamberler, insanları, Allahu Teâlâ (cc)’ya teslim olmaya ve yüklendikleri emaneti eda etmeye dâvet etmişlerdir. Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de: “Biz emaneti göklere, yere ve dağlara arz (ve teklif) ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, bundan endişeye düştüler. İnsana (gelince, o tuttu) emaneti sırtına yüklendi.” (Ahzab: 33/72) hükmü beyan buyurulmuştur. Müfessirler bu ayette geçen emanetin, Allahu Teâlâ (cc)’nın tekliflerinin tamamına verilen bir isim olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. İbn-i Abbas (ra)’dan gelen rivayette de şu noktalar üzerinde durulmuştur: “Emanet Allahu Teâlâ (C.C)’ya taattır, kulluktur. Hz. Âdem (as), Allah (C.C)’a emanetin ne olduğunu sormuş, O da: “İyilik edersen mükâfat, kötülük edersen ceza görürsün” buyurmuştur. Hz. Âdem (as) kendi rızasıyla emaneti yüklenmiştir.” Fıkıh usulünde emanet Allahu Teâlâ (C.C)’nın gerek kendi hukuku gerek yarattıklarının hukuku ile ilgili insanlara yüklendiği vazifelerin tamamına verilen bir isimdir. Emanetin tabiî sonucu olan cihad, salih bir amel ve ibadettir. Allah(C.C) insanı yeryüzünde Halife olarak yaratmıştır. (Bakara 30) halifeliğin ise iki yönü vardır;

1) İslam hakimse tabi olmak ve yaşamak,

2) Değilse hâkim olması adına mücadele etmek. Yani Allah cc insanı dinini imar etmesi ve hâkim kılması için yaratmıştır. Bu noktada karşımıza cihat kavramı çıkmaktadır.

‘Cehd’ veya ‘cuhd’ kökünden türeyen cihad, Kur’an’ın anahtar kavramlarından biridir.

Çalışmak, uğraşmak, çabalamak, gayret sarfetmek. İslam’ın yükselmesi, korunması ve yayılması için her türlü çalışmada bulunmak, uğraşmak, gayret sarfetmek ve bu yolda sıcak ve soğuk savaşa girmektir. Daha açık bir ifade ile Allah (c.c.) tarafından kullarına verilmiş olan bedenî, malî ve zihnî kuvvetleri Allah yolunda kullanmak, o yolda feda etmektir. İnsanın maddî-manevî bütün varlığını Allah yolunda ortaya koyarak Hakk’ın düşmanlarını ortadan kaldırmak için savaşması “cihad”dır.

İslâm’da cihad farzdır. Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyuruyor:

“Hoşunuza gitmese de düşmanla savaşmak üzerinize farz kılındı” (el-Bakara, 2/216). “Herhangi bir fitne kalmayıncaya ve din yalnız Allah’ın oluncaya kadar onlarla çarpışın “ (el-Bakara, 2/193).

“Allah’a ve ahiret gününe inanmayan kişilerle savaşınız” (et-Tevbe, 9/29);

“Sizinle toptan savaştıkları gibi siz de müşriklerle savaşınız. “ (et-Tevbe, 9/36).

Hz. Peygamber (s.a.v.)’de “Cihad kıyamete kadar devam edecek bir farzdır” (Ebû Dâvûd, el-Cihad, 33) buyurmuştur.

Yalnız, bu farz bazı hallerde farz-ı ayın; bazı hallerde ise farz-ı kifayedir. Müslümanlar içinden sadece bir grup cihadın gayesini gerçekleştirebiliyor, Müslümanların yurt, mal, ırz, namus ve haysiyetlerini düşmanlara karşı koruyabiliyorsa o taktirde cihad farz-ı kifaye olmuş olur ve diğer Müslümanların üzerinden sorumluluk kalkar. Şayet fert fert gücü yeten her Müslümanın düşmana karşı koyma gereği varsa o zaman farz-ı ayın olur; herkesin bizzat cihad etmesi icab eder.

Cihadın gayesi, yeryüzünden fitneyi kaldırmak ve hakkı yüceltmektir. İslâm’da savaş, intikam, öldürme yağma, baskı ve zulüm yapmak için değil: bunları ortadan kaldırmak için yapılır. Müslüman olmayanları zorla İslâm’a sokmak yoktur. Cihat’tan maksat, insanları baskılardan kurtarmak, İslâm’ın yüce gerçeklerini onlara duyurmak ve kendi rızalarıyla Müslüman olabilecekleri ortamları hazırlamaktır.

İslâm’ın gayesi toprak ele geçirmek değildir. O yalnız bir bölge ve kıta ile yetinmez. İslâm bütün dünyanın saadet ve refahını düşünür. Bütün insanlığa, kendisinin beşerî sistemlerden ve diğer dinlerden daha üstün âlemşümul bir din olduğunu göstermek ister. Bu yüce maksadı gerçekleştirmek için müslümanların bütün güçlerini seferber eder. İşte bu bitmeyen cehd ve uğraşmaya, büyük bir enerji ile çalışma işine ve meşru bütün yollara başvurma gayretine cihad denir. Yeryüzünde zorbalar, batılın ve fitnenin devamını isteyenler, şirk ve müşrikler ile küfür sistemleri var oldukça, onların yeryüzünde yayacakları kötülüklerine karşı bir emniyet olan cihad da devam edecektir. Bu bakımdan cihadın İslâm’da önemli bir yeri vardır. Hz. Peygamber’e, hangi amelin daha faziletli olduğu sorulduğunda, “İman ve Allah yolunda cihad’dır. (Tecrîd-î Sarîh Tercümesi, VII, 445), buyurarak cihadın imandan hemen sonra geldiğine, imanın cihatla varlığını sürdüreceğine işaret etmişlerdir. Ayrıca Allah(C.C) yolunda savaşanları, gazilik ve şehitlik rütbesine erenleri öven ve onlar için büyük nimetler ve dereceler bulunduğunu haber veren birçok ayet ve hadis vardır.

Cihadın gayesi, toplumdaki fitneyi kaldırmak, zulümleri önlemek, insanlara Allah’ın adını ulaştırabilmektir.

“Fitne ortadan kalkıp Allah’ın dini tam anlamı ile egemen oluncaya kadar onlarla savaşın.” (Bakara 193)

Seyyid kutub: “Bu ayetin nüzul sebebine bakılarak her ne kadar o dönemin Arap yarımadasında egemen olan, sultası altına aldığı insanları Müslüman olmaktan alıkoyarak Allah’ın dininin yayılmasını engelleyen müşrik düzenin hedef alındığı sonucuna varılırsa da ayetin kapsamı evrenseldir, direktifi süreklidir. Başka bir deyimle cihad, Kıyamet gününe kadar devam edecektir. Herhangi bir vakit zalim bir güç insanları Allah’ın dininden alıkoyarsa, insanların yüce Allah’ın çağrısını dinlemelerini ve haklılığına kanaat getirince bu çağrıyı kabul etmelerini engellerse, Müslüman cemaat her an için bu zalim gücü ortadan kaldırarak insanları bunun baskısından kurtarmakla ve böylece özgür bir ortamda çağrıyı dinleyip gönüllü tercihleri ile yüce Allah’ın yolunu benimseyebilmelerini sağlamakla yükümlüdür.

Bu bölümün bir önceki ayetinde fitne (maddî ve manevî dinî baskı) kınandıktan ve adam öldürmekten daha ağır bir suç sayıldığı belirtildikten sonra, bunun önlenmesi gerektiği bu ayette tekrar vurgulanıyor. Bu tekrar, bu meselenin İslami açıdan taşıdığı önemi ortaya koyduğu gibi aslında insanın İslâm’ın elinde ikinci kez doğuşu anlamına gelen büyük bir prensibe parmak basıyor. Bu öyle bir yeniden doğuş ki, insanın değerini inancının değerine bağlıyor, insanın tüm hayatını terazinin bir kefesine ve inancını da öbür kefesine koyduktan sonra inanç kefesinin daha ağır bastığını belirliyor. Ayrıca bu prensip “insan”ın düşmanlarının kimler olduğunu da açıkça ortaya koyuyor. Bunlar maddî ya da manevî baskı uygulayarak bir mümini dininden ayırmaya kalkışanlar, Müslümana Müslüman olduğu için eziyet edenlerdir. Bunlar insanlığı, iyiliğin en büyük unsurundan yoksun bırakanlar, insanlıkla yüce Allah’ın sistemi arasına girenlerdir. İşte Müslüman cemaat, bunlara karşı kesintisiz biçimde savaşmakla; “Fitne ortadan kalkıp Allah’ın dini tam anlamı ile egemen oluncaya kadar” bunları öldürmekle yükümlüdür.

Kur’an-ı Kerim’in savaş ile ilgili inen bu ilk ayetlerinde ortaya konan bu büyük İslâm ilkesi o gün olduğu gibi bugün de aynen geçerlidir. Bu inanç sistemi bugün de kendine ve bağlılarına dönük türlü türlü saldırılar ile karşı karşıyadır. Günümüzde de müminler bazan fertler halinde, kimi zaman cemaatler halinde ve zaman zaman da tümü ile milletler düzeyinde eziyetlere ve maddi-manevi baskılara maruz kalmaktadır. Kim dini yüzünden maddî-manevi baskıya, inancı sebebiyle eziyete uğrarsa, uğradığı baskının ve eziyetin biçimi ve türü ne olursa olsun, dinin ve inancının düşmanları ile savaşıp onları öldürmesi ve bunun sonucu olarak insanın yeniden doğuşu sayılan bu büyük İslami prensibi gerçekleştirmesi üzerine farzdır.”

 

Hak bayrağını yüceltmektir. İnsanları baskılardan ve zulümlerden kurtarmaktır. İslâm ile insanların arasındaki engelleri ortadan kaldırmaktır. Onların rahat bir şekilde İslâm’ı tanımalarına fırsat vermektir.

 

İslâm savaş realitesini göz ardı etmez. Çünkü savaşın tarihi insanlık tarihi kadar eskidir. Savaş bazen arzu edilmese de kaçınılmaz olur. Müslümanlar asla mal toplamak, toprak ele geçirmek, insanlara hükmetmek, onlara karşı büyüklük taslamak, onları öldürmek, zenginliklerini yağmalamak, insanlardan intikam almak için cihad etmezler. Bunların hiçbiri İslâm’da yoktur. İslâm, savaşı, ekonomik, sosyal ve siyasal hegemonya aracı olmaktan kurtararak insanî hedeflerin gerçekleşmesinde, gerektiği zaman başvurulacak bir metot olarak kabul eder. Burada dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta da şudur: Başkalarının savaşları özünde profandır. O harpler dünyalık amaçlar uğrunda yapılırken, İslâm’ın cihadı Allah rızası için yapılır ve özünde ahirete ait boyut vardır.

Bu anlamda cihad, bir ibadettir. Çünkü cihad İslâm’ı, yani Allah’ın insanlar için seçtiği iki dünya saadetini insanlara taşıma çalışmasıdır. İnsanları zulmün ve tuğyanın karanlıklarından, İslâm’ın aydınlığına bir dâvettir. İnsanlara o nuru ulaştırma faaliyetidir. Bu nedenle cihada bir ‘yürek fethi’ gayreti de denilir. Yani karanlıkta kalan insanların gönüllerini İslâm’a ve onun güzelliklerine açma çabası.

 

İslâm dâvetinin amacı insanlardan bazılarının diğerleri üzerinde rableşmesini önlemek, hakların sahiplerine ulaşmasını sağlamak ve onları huzura, mutluluğa ulaştırmaktır. Ancak bazen insanla bu mutluluk arasına maddî veya manevi engeller girebilir. Bu engeller kimi zaman fiziksel, kimi zaman düşünsel; bazen bireysel, bazen toplumsal, bazen de kurumsal olabilir. Bu engeller kimi zaman resmî odaklar tarafından tezgâhlanabilir.

Günümüzde insanlık, mesafelerin ve yerleşim alanlarının yakınlığına, iletişimin son derece artmasına rağmen, bir iletişimsizliği, bir yalnızlığı yaşıyor. Aynı mahalleyi, aynı apartmanı, hatta aynı mekânı paylaşan kişiler arasında bile bir yabancılık söz konusu. Yürekler arasındaki bağlar ve ünsiyet azaldı. Onun yerine kalın duvarlar örüldü.

Cihad faaliyeti, saadetin ta kendisi olan İslâm’la insanlar arasına, giderek yürekler arasına konulan engelleri, örülen duvarları ortadan kaldırma çalışmasıdır. İnsanları kendi gerçekleriyle, Rablerinden gelen hakla ve bunun sonucu iki dünya mutluluğu ile buluşturma, insanların yüreklerini İlâhî güzelliklere açma gayretidir. Müslümanlar cihad faaliyeti ile insanlığın eskimez değerleri olan İslâm’ın güzelliklerini insanlara, yine onun dilini kullanarak taşırlar. Onlar İslâm’ın getirdiği mutluluğu fiilen tadarak, başka yüreklere de bu davayı götürmek isterler. Bu çalışmayı yapanlar insanı ‘Allah’ın indirdiği bir âyet-kitap’ olarak değerlendirirler. Onların da ‘vahy-i metluv -okunan vahiy-’ olan Kur’an’la buluşmaları için çalışırlar.

Görüldüğü gibi cihadın kapsamı ve hedefi bazılarının sandığı gibi ne saldırı ne de savaştır. Ancak yeri gelince dış düşmana karşı fiilî cihad dediğimiz ‘kıtâl/savaş’ gündeme gelir. Müslümanlara yapılan saldırılara cevap vermek, zalimlerin zararlarına engel olmak; İslâm’a inananların hem hakkı hem de görevidir. Cihad faaliyeti aynı zamanda insanların kendi istekleriyle müslüman olmalarını sağlayacak bir ortamı da hazırlar.

Kur’an-ı Kerim, cihad ve savaş kavramlarını tamamen “Allah yolunda cihad” (fî sebîlillâh) şeklinde kullanmaktadır. Öyleyse Allah rızasının dışına çıkan bir savaş İslâm’ın emrettiği cihad değildir.

Hz. Muhammed (s.a.v.)’in bütün peygamberlik hayatı, bir cihad faaliyetidir. Çünkü onun görevi bir peygamber olarak insanlara Allah’ın dinini tebliğ etmek, insanların İslâm ile iki dünya saadetine kavuşmalarını sağlamaktı. Onun bu uğurdaki çabası, gayreti, çektiği sıkıntılar, hedefi ve beklentileri; cihad ibadetinin boyutlarını gösterir.

Ancak “canla cihad/kıtâl”, İslâm tarihinde ilk defa Peygamberimizin ve müslümanların Medine’ye hicret edip bir toplum ve devlet kurmalarından sonra farz oldu. Bilindiği gibi Mekkeliler, Müslümanları İslâm’dan döndürmek için her yolu denediler, başaramayınca onları Mekke’den sürüp çıkardılar. Bununla da kalmayıp onları Medine’de de öldürmek, yok etmek için ordular hazırladılar. Böyle bir ortamda Müslümanlara kendilerini savunmak için ‘kıtâl-savaş’ izni verildi. Nefisle/canla cihadın Müslümanlara farz kılınış şekli, cihad anlayışını ortaya koymaktadır. Bu konuyu yanlış anlamak isteyenlere de net bir cevap vermektedir.

 

Müslümanlar savaş istemezler. Ama kendilerine saldırı olursa sabırla direnirler, mallarıyla ve canlarıyla Allah yolunda çaba gösterirler. Müslümanlar savaşı istemezler. Ama savaş vuku bulunca sabır ve metanetle savaşırlar. Zira Hz. Peygamber (s.a.v.): “Düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyiniz. Fakat düşmanla karşı karşıya gelirseniz sabrediniz, direniniz. ” (Buharî, Cihad)

 

İnsan daha yeryüzüne gönderilmeden Allah cc ‘a “Onu Rab tanıyacağına; yaratıcı, rızık verici ve üzerinde helal ve haram koymaya yetki sahibi kanun koyucu kabul edeceğine ve buna göre yaşayacağına dair söz verdi. Ve bunun akabinde yeryüzüne gönderildi burada bu vaadine ne kadar sadık olup olmadığı hususunda imtihana tabi tutulmakta. Bu vaadine kimlerin sadık olduğunu ise Allah cc Hucurat suresi 15. Ayeti kerimede haber vermekte: “Gerçek mü’minler ancak Allah’a ve Resulüne iman eden, ondan sonra asla şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla canlarıyla savaşanlardır. İşte iman sözlerinde doğru olanlar onlardır.”

Yazarın Diğer Yazıları
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.