sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

DİKENLER GENÇLEŞİYOR, SENSE GİDEREK İHTİYARLIYORSUN…

09.05.2019
668
A+
A-

Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.

Sonuna kadar sabırla okumanızı şiddetle tavsiye ediyorum. Mesela bir soruyla başlayalım.

“Çok tehlikeli bir dönemde yaşıyoruz.” Cümlesinde  “Tehlike” kelimesinin zihinlerde ve kalplerde oluşturduğu ilk düşünce nedir?  Biraz düşünelim…

Eğer ahiretimizle alakalı bir mesele geldiyse bundan dolayı Elhamdulillah diyebiliriz.

Yok eğer dünyalık bir tehlike aklımıza geldiyse Sübhanallah veya Allahuekber deyip tevbe etmeliyiz.

Neden bu tesbihleri  zikrederiz?

 Bir müddet de bunun üzerinde düşünelim…

Eğer cevab yoksa ezbere bir şey yaptığımızı ve kalpten gelen bu sesin zamanla dil alışkanlığına dönüştüğünü  itiraf edelim.

Böyle imtihan dolu bir zaman diliminde, her tarafta harama teşvik edilen bir ortamda (Allah Azze ve Celle’nin yardımıyla ve lütfuyla)imtihanlardan başarılı bir şekilde çıkabiliyorsak Elhamdülillah diyerek O’nu övdükçe överiz, yücelttikçe yüceltiriz.

Subhanallah’a  gelince  onu da şöyle belirtelim. Günah işleyen bir topluluk veya şahısla karşılaşınca Subhanallah deriz. Allah’ım ben onlardan uzağım sende hiçbir noksanlık yok. Noksanlık onlarda. Seni yeterince tanımamalarında. Ben onlardan değilim. Sende  hiçbir noksanlık yok ki, başkasına neden yöneleyim. Ben seni bütün noksanlıklardan tenzih ederim. Bütün kemal sıfatları kendisinde bulunduran sensin. O yüzden “boyun eğilmeye, kulluk edilmeye ve ne kadar zor şartlarda olursa olsun, ne kadar zayıf olursak olalım itaat edilmeye layık olan ancak sensin sen”  deriz.

Zaten tehlikenin kelime manasına bakarsak helak tan türediğini görebiliriz.

Tehlike:  (Tehlüke) (Helâk. den) Helâkete sebep olacak hâl. Felâket.

Şimdi de tehlikeyi nerelerde aramamız gerektiğinden bahsedelim.

Zamanın en tehlikelisi; hakk ile batılın kesin hatlarla ayrışmadığı zamanlardır.

Muhtemelen bunu kabullenmeyen yoktur. Aslında bu mesele sadece islamdan uzak olanlar için değil de islama yakın olanları da ilgilendirmektedir. Böyle bir zaman diliminde yaşamak bizi daha çok ilme yöneltmesi gerekirken maalesef azaltılıyor. Oysa ki ilim amel edilmeyince etkisini yitirecektir. Tıpkı kullanılmayan ve zamanla etkisini yitiren bir ilaç veya zamanla yenilmediği için aldığı küçük darbelerle çürüyen bir meyve gibi. Tabi ki bu birden olmayacaktır. Bu çürüme bir yerden başlayacak ve zamanla kalbin tamamını (maazallah) kaplayacaktır.

Neyimize güveniyoruz? Okuduğumuz birkaç kitaptan aldığımız ilme mi? Yoksa yaptığımız fedakarlıklar ve verilen sadakalara mı? Yok yok biz ne de olsa iman ettik bir daha o şeytan bize musallat olamayacak, olsa da bir kaç harama ancak düşürebilecek. Ne de olsa Allah affedici onları da bir şekilde tevbeyle atlatırız!!!  Vay be ne hale geldik. Nerede o ecir avcıları, nerede o şeytana kafa atarım diyenler, davete koşmaktan önüne geçilemeyenler, hatasını duyunca başını önüne eğenler neredesiniz???  Ne oldu da günahın sana hatırlatılınca Rabbine yönelip af dilemen gerekirken, kendini savunmak için başını kaldırarak günahını savunan biri oldun. Rabbinin karşısına çıkınca ne yapacaksın orada da başını bu kadar cesur kaldırabilecek misin? Baksanıza hak olan inancımıza batıl nasıl da sinsice giriyor. Baksanıza iblisin hareketleri bizde nasıl da tezahür ediyor. Oysa Adem as değil miydi bizim örneğimiz? Bakın Adem as ve Havva validemiz:

ARAF 23- Dediler ki: “Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik, eğer bizi bağışlamaz ve bize rahmetinle muamele etmezsen muhakkak ziyana uğrayacaklardan oluruz!”

İblis ise günah işledikten sonra başını önüne eğip rabbimizden mağfiret dilemek yerine bakın ne yaptı:  

 ARAF 12- (Allah) buyurdu: “Sana emrettiğim zaman, seni secde etmekten alıkoyan nedir?” (İblis): “Ben, dedi, ondan hayırlıyım; beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın.”   

Uyanmalıyız artık silkelenmeliyiz. Rabbimize verdiğimiz sözü hatırlamalıyız. Yoksa zamanla elimizde olanı da kaybetme tehlikesiyle karşı karşıyayız.

 Namazdan duyduğumuz huşuyu artık tadamıyorsak, öğrendiklerimizle harekete geçemiyorsak, günlerce üzerinde düşündüğümüz, dert edindiğimiz günahları, ilmimiz artınca artık dert edinmiyorsak eyvah eyvah…  İslam adına yapılan amelleri  eza olarak görüyor ve bunlara ihtiyacımız yokmuş gibi köşe bucak saklanıyorsak eyvah eyvah… Önceden nafile bir ameli kaçırınca morali bozulan Müslüman neredesin!!!  O zaman ile bu zamanı kıyaslayarak o günden bu güne batılın hak olan inancımıza nasıl karışmaya çalıştığını fark etmelisin artık.

Toplumların en tehlikelisi; saflarını belirlemeyen toplumlardır.

Hak ile batılı ayıramamak zamanla batıl toplumun arasına (maazallah) düşmek  demektir.  Ki bundan sonra karşılaşacağı tehlikeler aşağıdaki şekillerde zamanla tecelli edecektir .

Ortamların en tehlikelisi; mümin, kafir ve münafığın bir bakışla ayırt edilemediği toplumlardır.

İnançların en tehlikelisi;  zulümle, şirkle bulanmış ve bulanıklaşmış inançtır.

İbadet ve İtaatlerin en tehlikelisi; kime ve hangi makama yapıldığı netleşmeyen ibadet ve itaatlerdir.

Batılın en tehlikeli olanı; asıl yüzünü göstermeyen, batıl fikirlerine haktan bir şeyler  karıştırarak, batılı hak gibi sana aşılayan zihniyettir.

İbliste öyle yapmaktadır. Doğruların arasına yerleştirdiği yalanlar, yanlışlar, şirkler, nifaklarla  insanlarda bulanık bir inanç oluşturmakta  başarılı olmuştur.

 Bize gelişi de böyledir. Sağdan gelerek bir çok  noktada başarılı olmuştur (maalesef).

Adem (as)’ı aldanmasının en önemli sebebi neydi?  “onların iyiliğini istediğini, cennette ebedi kalabileceklerini söylemesi ve bu fikrini de Allah adına yeminle süslemesi değil  miydi?

Rabbim Kur’an’a ilk günkü gibi samimi bir şekilde sarılıp, güzel bir tevbe ile tekrar o Subhan olan Allah cc na yönelebilmeyi bizlere nasip etsin.

Sonra daha iyisini yaparsın, tevbe edip hepsine birden başlarsın diyenlere bir kıssa sunarak yazımı sonlandırıyorum.

“Adamın biri yol kenarına diken ekmiş. ÖNCELERİ ZARARSIZ GİBİ GÖRÜNEN BU DİKENLER, zamanla gelip geçenleri rahatsız etmeye başlayınca, şikâyetler çoğalmış. Fakat adam bu şikâyetleri duymazlıktan gelmiş. Derken, Allah-u Teâlâ’nın bir veli kulu gelip adama dikenleri sökmesini söylemiş. Adam da: 

“Bir hayli gün var babacığım. Bugün olmazsa yarın; bir gün mutlaka o dikenleri sökeceğim” demiş. Bunun üzerine Allah dostu, adama şöyle demiş: “Hep yarın diyerek bu işi erteliyorsun. Fakat, bil ki GÜNLER GEÇTİKÇE O DİKENLER BÜYÜYÜP GÜÇLENİYOR, SENSE GÜÇ KAYBEDİYORSUN. Dikenler gençleşiyor, sense giderek ihtiyarlıyorsun…”

İşte, tevbeyi erteleyenin durumu da bunun gibidir. “Şimdi tevbe etsem de tutamam, yarın yine işlerim. Bu sebeple bekleyeyim de sonra tevbe edeyim,” dediğimiz zaman o günah kök salıp dal budak vererek yeni günahları beraberinde sürüklemektedir. Öyle ki kalbimiz artık günah ve kabahatlerin acısını hissedemeyecek kadar ağır bir hasta haline gelmektedir. Biz istediğimiz zaman tevbe edebiliriz zannederken tevbe edebilecek gücümüz yavaş yavaş elimizden kayıp gitmektedir. 
Zaman bize ne getirir bilemiyoruz. Kalbimiz kendi elimizde değildir, ona biz hâkim değiliz. Aksine ona tesir eden pek çok etki ile kuşatılmışız. 

Hamd Alemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.

Yazarın Diğer Yazıları
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.