EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN BAKIŞ AÇISIYLA EN’AM SURESİ 136. AYET
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
136- O’nun(104) üretip-türettiği ekin ve hayvanlardan Allah için de bir pay ayırdılar, sonra kendi zanlarınca: “Bu Allah’ındır, bu da ortaklarımızındır” dediler.(105) Kendi ortakları için olan (pay) , Allah tarafına geçmez, ama Allah’a aid olan kendi ortaklarının tarafına (payına) geçer.(106) Ne kötü hüküm veriyorlar?
AÇIKLAMA
104. Önceki bölüm anlam olarak şu sözlerle bitmişti (ayet-135) : “Eğer bu kişiler senin uyarılarını kabul etmek istemiyor ve bilgisizliklerinde ısrar ediyorlarsa, söyle onlara istedikleri gibi davransınlar ve sen de kendi yolunca git. Hüküm Günü mutlaka gelecek ve onlar yaptıklarının sonucunu göreceklerdir. Zulmedenler orada kurtulanlardan olmayacaktır.” Buradan itibaren (136-146) işlemekte ısrar edip durdukları helâke götürücü zulümler ve kötülükler açıklanıyor ve böylece bilgisizliklerinin örnekleri sergileniyor.
105. Tüm toprağın ürünlerini bitiren Allah olduğuna inandıklarından dolayı şükürlerinin bir işareti olarak tarım ürünlerinin bir kısmını Allah’a ayırıyorladı; aynı şekilde, kendilerine büyük yararı dokunan hayvanlardan belli miktarı da, yine onların yaratıcısı olan Allah için bir kenara koyuyorlardı. Fakat bunun yanısıra, bir bölümü de putlarınca temsil edilen aile veya kabile tanrılarına sunuyorlardı. Çünkü, tanrılarının, tanrıçalarının, melekler, cinler, yıldızlar ve ölmüş atalarının ruhlarının Allah yanında kendileri için şefaatte bulundukları inancıyla, Allah’ın onlara karşı çok yumuşak ve lûtufkâr olduğunu kabul ediyorlardı. Böylece, tüm bu şefaatçilerin de kendilerine karşı iyi davranacaklarını ummaktaydılar. İşte işledikleri bu türlü zulümler nedeniyle Allah kendilerini azarlamakta ve şöyle demektedir:
“Yaratıp, rahmet ve merhametimden size verdiğim şeyleri başkalarına sunmanız tam bir nankörlüktür. Nasıl olur da, Bana şükür olarak sunduklarınızda ortaklar tanırsınız? Benim bütün bunları başkalarının payı olsun diye mi size verdiğimi sanıyorsunuz?” Sonra, kendisiyle O’na koştukları ortaklar arasında yaptıkları paylaştırmadan dolayı yine Allah gizliden gizliye müşrikleri paylamaktadır. Gerçekte herşeyi veren Allah’ken, kendi kendilerine yasa koyup uygun gördükleri payı Allah’a ve daha başkalarına ayırdıklarındandır bu. Oysa, Allah tek yasa koyucu olarak alınmalı ve şükür olarak O’na ayrılan payı, yine daha başka hak sahiplerinin paylarını da tesbit etmesi gereken Allah’ın Kanunu belirlemelidir. Bu durumda, keyfî olarak Allah için ayırıp yoksulara ve mahrumlara dağıttıkları pay bile hiçbir kıymete lâyık görülmemekte ve Allah tarafından kabul edilmesi için ortada hiçbir neden bulunmamaktadır.
106. Burada acı bir alay ve azar vardır. Tanrılarına ayırdıkları payı çoğaltmak ve Allah için işaretlediklerini azaltmak amacıyla buşvurdukları hileli yollardan dolayı terslenmektedirler. Kendi yaptıkları tanrıların paylarına çok daha büyük ilgi gösteriyordu onlar. Sözgelimi, Allah’a ayrılan paydan bir tek meyve veya tane karşı tarafa geçecek olsa buna hiç aldırmıyorlar, ama tanrılarının payından en ufak bir şey Allah’ın payına karışsa bunu hemen geri alıyorlardı. Yine kıtlık zamanlarında kutsanmış ürünü kullanmak zorunda kalsalar Allah için işaretlenene el atıyor ve başlarına bir felâket gelir korkusuyla tanrılarının payına dokunmuyorlardı. Bunun da ötesinde, tanrılarının payında bir eksiklik meydana gelse, bunu Allah’a ayrılan paydan gideriyorlar, fakat tersi durumda Allah’ın payındaki eksikliği gidermek için tanrılarının payından en ufak bir şey bile almıyorlardı. Bütün yaptıkları için pek akla yatkın özürler de uyduruyorlardı tabii. Örneğin, “Allah zengindir ve payındaki her türlü eksikliği giderebilir. Fakat, tanrılar aynısını yapamaz. Çünkü onlar Allah gibi zengin değildir. Dolayısıyla paylarındaki en ufak bir eksiklik nedeniyle bizi cezalandırabilirler” diyorlardı.
Bu tür uygulamaların kökünde yatan neden, her iki kutsanmış ürünün farklı yollarıydı. Allah’ın payı dilencilere, yoksullara, yolculara, yetimlere vb. dağıtılırken, tanrılara ayrılan pay tapınaklarda sunulduğundan doğrudan ve dolaylı olarak din adamlarına gidiyordu. Bu nedenledir ki, bencil dinî liderler, Allah’ın sevgilileri olan tanrılarının payında eksilme olmaması gerektiği konusunda cahil izleyicilerine yüzyıllardır baskı yapıyorlardı. Hattâ, tanrılarının payı artarsa bu daha iyiydi.