EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN BAKIŞ AÇISIYLA MAİDE SURESİ 51. VE 60. AYETLER ARASI
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
51- Ey iman edenler, Yahudi ve Hıristiyanları dostlar (veliler) edinmeyin; onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden onları kim dost edinirse, kuşkusuz onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna hidayet vermez.
52- İşte kalplerinde hastalık olanların: “Zamanın, felâketleriyle aleyhimize dönüp bize çarpmasından korkuyoruz” diyerek aralarında çabalar yürüttüklerini görürsün.(84) Umulur ki Allah, bir fetih ya da katından bir emir getirecek de,(85) onlar, nefislerinde gizli tuttuklarından dolayı pişman olacaklardır.
AÇIKLAMA
84. Burada İslâm’la küfür arasındaki çatışma kesin bir sonuca ulaşmadan önce münafıkların içinde bulundukları duruma değinilmektedir. İslâm, bağlılarının fedâkarlıklarıyla her ne kadar bir güç haline gelmiş ise de karşıt güçler de hâlâ oldukça kuvvetliydi ve her iki tarafın zafer şansı eşitti. Münafıklar müslümanların içinde bulunmakla birlikte, mücadele müslümanların yenilgisiyle sonuçlanacak olursa, düşmanlarına rahatça sığınabilsinler diye Yahudi ve Hıristiyanlarla da ilişkilerini sürdürmek istiyorlardı. Sonra ekonomik faktör de vardı ortada; o zaman Arabistan’da ekonomik yönden en iyi durumda olanlar Yahudilerle Hıristiyanlardı. Borç para verme işi bütünüyle onların elinde idi; bu yüzden halkın üzerinde güçlü bir ekonomik baskı kurmuş bulunuyorlardı. Bunun da ötesinde, Arabistan’ın en verimli topraklarına sahip durumdaydılar. Münafıkların kendileriyle olan ilişkilerini korumak istemelerinin nedenlerinden biri de buydu. Kısaca, ekonomik ve siyasal açıdan yıkılabilirler korkusuyla; İslâm’la küfür arasındaki mücadeleden dolayı bunlarla olan ilişkilerini koparmayı son derece tehlikeli görüyorlardı.
85. Yani, “Bu kişileri, mücadelede nihaî zaferin İslâm’ın olacağına inandıracak kesin bir zaferden yoksun bir şey.”
53- İman edenler de: “Olanca yeminleriyle elbette sizlerle birlik olduklarına ilişkin Allah’a yemin edenler bunlar mıdır? Onların bütün yapıp-ettikleri boşa çıkmıştır, böylece hüsrana uğrayanlar olmuşlardır.”(86) derler.
54- Ey iman edenler, içinizden kim dininden geri döner(irtidat eder) se, Allah (yerine) , kendisinin onları sevdiği, onların da kendisini sevdiği, mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı ise ‘güçlü ve onurlu,'(87) Allah yolunda cihad eden ve kınayıcının kınamasından korkmayan(88) bir topluluk getirir. Bu, Allah’ın bir fazlıdır, onu dilediğine verir. Allah (rahmetiyle) geniş olandır, bilendir.
55- Sizin dostunuz (veliniz) , ancak Allah, O’nun Resulü, rükû’ ediciler olarak namaz kılan ve zekâtı veren mü’minlerdir.
56- Kim Allah’ı, O’nun Resulünü ve iman edenleri dost (veli) edinirse, hiç şüphe yok, galib gelecek olanlar Allah’ın taraftarlarıdır.
57- Ey iman edenler, sizden önce kendilerine kitap verilenlerden dininizi, alay ve oyun (konusu) edinenleri ve kâfirleri dostlar (veliler) edinmeyiniz. Ve eğer inanıyorsanız, Allah’tan korkup-sakının.
58- Onlar, siz birbirinizi namaza çağırdığınızda onu alay ve oyun (konusu) edinirler.(89) Bu, gerçekten onların akıl erdirmeyen bir topluluk olmalarındandır.(90)
59- De ki: “Ey Kitap Ehli, yalnızca Allah’a, bize indirilene ve önceden indirilene inanmamız ve sizin çoğunuzun fasıklar olmanız nedeniyle mi bizden hoşlanmıyorsunuz?”
60- De ki: “Allah katında, ‘kesinleşmiş bir ceza olarak’ bundan daha kötüsünü haber vereyim mi? Allah’ın kendisine lanet ettiği, ona karşı gazablandığı ve onlardan maymunlar ve domuzlar kıldığı ile tağuta tapanlar; işte bunlar, yerleri daha kötü ve dümdüz yoldan da daha çok sapmışlardır.”(91)
AÇIKLAMA
86. Samimiyetten yoksun olduklarından, müslüman olarak yaptıkları her iyi amel boşa gitti. Kıldıkları namazlar, tuttukları oruçlar, verdikleri zekatlar ve İslâm hukukuna itaatla yaptıkları diğer şeyler içlerinde samimiyet olmadığından yok olup gitti ve sonuçsuz kaldı.Kendilerini bütünüyle Allah’a vereceklerine, dünyevî çıkarlarından dolayı bağlılıklarını, Allah’la O’na isyan edenler arasında böldüler.
87. “Müminlere karşı alçak (gönüllü) ” demek, “müminlere karşı hiçbir zaman kuvvet kullanamazlar; zekâ, yetenek, etki, servet, güç veya bir başka şeylerini onlara baskın vermek veya zarar vermek yolunda harcamazlar; müslümanlar böyle kişileri her zaman yumuşak, nazik, içten ve sevgi dolu bulurlar” demektir.
“… Kâfirlere karşı onurlu” ise; bir müminin sağlam imanı, samimi dindarlığı, kesin prensipleri, güçlü karakteri ve Allah vergisi zekâsıyla İslâm’ın düşmanlarına karşı sert, keskin, tavizsiz ve dirençli olması demektir. Kâfirler kendisiyle ne zaman çatışmaya girseler, teslim olmaktansa ölmeyi tercih edecek kadar İslâmî prensiplerindeki tavizsizliğinden dolayı, onun ne satın alınabileceğini, ne de zorlanabileceğini farkederler.
88. Bu, korkusuzca Allah’ın Yolu’nda gidecekleri ve O’nun hükümleri doğrultusunda davranıp, bunlara göre neyin doğru, neyin yanlış olduğunu ilân ederek, karşıtlarının muhalefet, sansür, eleştiri, itiraz ve alaylarına hiç mi hiç aldırmayacakları demektir. Onlar halkın görüşü İslâm’a aykırı da olsa, dünyanın kınama ve alaylarına maruz kalsalar da samimi olarak doğruluğuna inandıkları İslâm’ın Yolu’nda korkusuzca giderler.
89. Sözlerini çarpıtarak, eğlenceye alarak, ezanı alay konusu yaparlar.
90. Ezanı bu şekilde alay konusu yapmaları, onların anlayışsızlıklarının açık bir delilidir. Cehalet ve akılsızlığa bulanmamış olsalardı., müslümanlarla olan dini ayrılıklarına rağmen böylesi basit şeylere dalmazlardı. Çünkü, akıllı bir insan, şekli ne olursa olsun herhangi bir kişinin Allah’a yaptığı ibadetle eğlenmeyi aklından bile geçirmez.
91. 60. ayet, kendileri kötü amellerinden dolayı Allah’ın gazabına, lânetine uğramalarına rağmen, müslümanlara karşı çıkışta Yahudilerin sergiledikleri yüz kızartıcı akılsızlığa ince bir telmihte bulunmaktadır. Kendi tarihlerinden anlaşıldığına göre, Sebt (Cumartesi) Günü’nün haramlığını yerine getirmemişler ve bu yüzden pek çokları maymunlara ve domuzlara çevrilmişti. Öylesine alçalmışlardı ki, Tağut’a tapınmaya başlamışlardı. Bu yüzden kendileri itaatsizliğe, yüz kızartıcı işlere ve en kötü türde daha başka ahlaksızlıklara dalmışlarken, içtenlikle Allah’a inanan ve Doğru Yol’da giden müslümanlara karşı çıkmaktan vazgeçmeleri için uyarılmaktadırlar.