sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN BAKIŞ AÇISIYLA MÜ’MİNUN SURESİ 54. VE 56. AYETLER ARASI

EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN BAKIŞ AÇISIYLA MÜ’MİNUN SURESİ 54. VE 56. AYETLER ARASI
24.04.2021
941
A+
A-

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.

54- Artık sen onları, belli bir süreye kadar kendi gafletleri içinde bırak.(49)
55- Onlar sanıyorlar mı ki, kendilerine vermekte olduğumuz mal ve çocuklarla,
56- Biz onların hayırlarına koşuyoruz (veya yardım ediyoruz) Hayır, onlar şuurunda değiller.(50)

AÇIKLAMA

49. Metnin tümünün oturduğu zeminin doldurulmasına yardımcı olacağından, ayet 53 ve 54 arasında, doldurulması dinleyiciye bırakılmış bir boşluk vardır. Hz. Peygamber’in (s.a) halkını asıl dine çağırmaya başlamasının üzerinden beş yıl geçmiştir. Mesajının gerçeğe oturduğuna aklî ve tarihî delillerle halkını ikna etmek için el atmadığı dal kalmamıştır. Halk mesajını kabullenmenin pratik sonuçlarını görmüş, doğruluğunun ve güvenirliliğinin bizzat garantisi olan yüce karakterine yeterince tanık olmuştur. Fakat, bütün bunlara rağmen, atalarından miras olarak devredegeldikleri yanlış inançları içinde el çırpıp durmaktaydılar. Dahası da var: Rasûlün acımasız düşmanları haline gelmişler ve dolayısıyla onu ve mesajını yenilgiye uğratmak için her türlü aşağılık çareye başvurmaktan geri durmuyorlardı.
Bu boşluğu böylece doldurduktan sonra, ayet 54’ün anlamı daha açık hale gelmektedir. Hz. Peygamber’in (s.a) tebliğini bırakıp, kâfirleri kendi hallerine terk etmesi gerektiği söylenmiyor burada. Bu tür hitaplar, kâfirleri sarsmak ve silkelemek içindir. Bu ayet, Rasûlün doğruda, kendilerininse yanlışta olduklarını görecekleri zamanın yaklaşmakta olduğunu kavrasınlar diye onları uyarmaktadır.
50. Bu soru, surenin ana temasının bir kanıtı olarak sorulmaktadır. Kâfirlerin kendilerini kandırmak için oluşturdukları ‘başarı’, “refah”, ‘zenginlik’ gibi kavramlardaki yanlış anlamaları gidermeye yöneliktir bu soru. Kâfirlere göre, hayatın lezzetlerinden yararlanan ve toplumda güç, iktidar ve etki sahibi kişiler ‘başarılı’ kişilerdir. Buna karşılık, bu tür şeylerden yoksun olanlar ise ‘başarısız’ sayılırlar. Bu yanlış anlayış, Kâfirleri bir diğer ciddi yanılgıya sürüklemiştir. Şöyle ki, kendilerince ‘başarılı’ olanın doğruda olduğu ve Allah tarafından sevildiği düşüncesindeydiler.
Aksi halde, nasıl bunca ‘başarıya’ ulaşılabilirdi ki? Öte yandan, ‘başarısız’ olmuş, hayatın lezzetlerinden yoksun kalmış kişiler ise inanç ve davranışta yanlış yolda giden ve Allah’ın (veya ilâhların) gazabını çekmiş kişilerdi (!) Bu tür anlayış materyalistlerin en büyük yanlışlarından biri olduğu içindir ki, Kur’an yer yer çeşitli biçimlerde bunu reddeder, gerçeği ortaya kor. Örnek olarak bkz. Bakara: 126, 212, A’raf: 32, Tevbe: 55-69-85, Yunus: 17, Hud: 3, 27-31, 38-39, Ra’d: 26, Kehf: 28, 32-43-105, Meryem: 77-80, Ta Ha: 131-132, Enbiya: 44 ve ilgili açıklama notları.
Yukarıda sözü edilen yanlış anlayışı gidermek için aşağıdaki notlar gözönünde tutulmalıdır:
1) “Felah-kurtuluş, gerçek başarı, bir birey, toplum veya ulusun maddî refahı ve geçici ‘başarı’sından çok daha öte bir kavramdır.
2) “Refah” ve ‘zenginliği’ hakla bâtılın ölçüsü kabul etmek mutlak anlamda yanlıştır. Bu düşünce terkedilmedikçe salih akide, salih amel ve güzel ahlâk sahibi olmak mümkün değildir.
3) Bu dünya hayatının, ceza ve mükâfat verme değil, imtihan ve denemeden ibaret olduğu iyi bilinmelidir. Evet, zaman zaman dünyada da ceza veya mükafat verildiği olur; fakat bu sınırlı ölçülerde olmasının yanısıra, imtihanın bir yönüdür de. Bu nedenle maddi ‘başarı’ veya ‘refah’ı doğruda ve Allah’ın sevgili kulu olmanın kanıtı saymak bütünüyle aptallıktır. Kaldı ki, bireylerin ve toplumların tutulduğu imtihan ve denemeler çeşit çeşit olup, gerçeğin peşinde giden daha ilk adımında dünyevî, ‘başarı’ veya ‘başarısızlığın’ nihaî ceza veya mükâfatla ilgisinin bulunmadığını ve inancın, eylemin, ahlâkın doğru ve yanlışlığının bir ölçüsü, Allah tarafından sevilip sevilmemenin bir işareti olarak görülemeyeceğini peşinen anlamalı ve kabul etmelidir.
4) Hakkın ve doğruluğun, nihaî düzlemde bâtıl, yalan ve fesat karşısında galip geleceğine gönülden inanmak gerekir. Hakla bâtılın, doğruyla yanlışın değerlendirilmesi ve ölçülmesi vahyin ve rasûllerin öğretilerinin ışığında yapılmalıdır. Çünkü sağduyu bunu onaylar ve insanlığın iyiyle kötü hakkında her zaman sahip olduğu genel kanı da bunu destekler mahiyettedir.
5) Yukarıda anlatılanlara paralel olarak, Kur’an’a göre (ve sağduyunun onayladığı biçimde) “ceza” ve “mükâfat” anlayışı da genel kabul edilenden açıkça farklı olacaktır. Sözgelimi, eğer kötü bir kişi veya toplum ‘refah’ içinde yüzüyorsa, bu hiçbir zaman onun kötü amellerinin bir mükafatı ve Allah’ın nimeti değil, tersine Allah’ın gazabı ve sıkı bir imtihan demektir. Bundan, Allah’ın ‘refah içinde yüzenler’i şiddetli bir azapla cezalandırmaya karar verdiği anlamı çıkar. Buna karşılık, eğer doğru ve takva sahibi kişiler güçlükler, sıkıntılar ve belâlarla karşılaşıyorlarsa, bu hiçbir zaman Allah’ın cezası değil, aksine onları temizlemek ve ‘som’ altın yapmak için ‘ateşten’ geçirme işinde gizlenmiş bir nimeti olarak görülmelidir. Bu zorlu deneme takva sahibi insanlar için bir nimet, kötüler için ise öncekilere yaptıklarından dolayı hak ettikleri şiddetli cezayı görmeleri için bir imtihandır.

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.