EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN BAKIŞ AÇISIYLA NAHL SURESİ 102. VE 105. AYETLER ARASI
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
102- De ki: “İnananları sağlamlaştırmak (103) ve müslümanlara yol gösterici (104) ve müjde olmak üzere (105) onu (Kur’an’ı) Ruh’ül Kudüs, Rabbinden hak gereğince indirdi.” (106)
103- Andolsun ki biz, onların: “Bunu ancak kendisine bir beşer öğretmektedir” dediklerini biliyoruz.(107) Saparak kendisine yöneldikleri (kimse) nin dili a’cemidir, bu ise açıkça Arapça olan bir dildir.
104- Allah’ın ayetlerine inanmayanları Allah hidayete ulaştırmaz ve onlar için acıklı bir azab vardır.
105- Yalanı, yalnızca Allah’ın ayetlerine inanmayanlar uydurur.(108) İşte yalancıların asıl kendileri de onlardır.
AÇIKLAMA
103. Yani “Allah’ın vahyini parça parça göndermesi, sizin sandığınız gibi O’nun ilim ve hikmetinin eksik olduğunu göstermez. Allah vahyini parça parça gönderir, çünkü insan aklı ve kavrama kapasitesi sınırlı ve eksiktir ve onun meseleyi bir anda bir kerede anlayıp kavramasını engeller. Bu nedenle Allah Hikmeti ile Vahyini Ruhü’l Kudüs (Cebrail) aracılığıyla parça parça göndermiştir. O, insanların bir konuyu kabiliyet ve istidatlarına göre kavrayıp bilgi ve imanlarında sağlam olabilmeleri için onu safha safha indirir, yavaş yavaş ayrıntılarına iner ve onu insanlara açıklamak için bir çok değişik yol ve metodlar izler.”
104. Kur’an’ın parça parça gönderilmesinin ikinci hikmeti de, ona tabi olan müslümanların İslam’ın tebliği için gerekli talimatı alabilmeleri ve ihtiyaç duyduklarında O’nun tam zamanında çözümler sunmasıdır. Eğer bu emirler ve talimatlar zamanından önce veya sonra gönderilseydi yararlı olmazdı.
105. Kur’an’ın bir seferde bir bütün olarak gönderilmemesinin üçüncü hikmeti de, işkence çeken ve büyük engellerle karşılaşan müminlere, tekrar tekrar ihtiyaç duydukları cesaret ve müjdenin verilmesidir. Bu nedenle Kur’an’da kendilerine görevlerini yürütecek güç ve ümit vermek üzere tekrar tekrar ahiret mutluluğu müjdelenmektedir.
106. Ruhü’l Kudüs: “Cibril burada vahyi getiren meleğin yerine, vahyi getiren meleğin insanlarda bulunan zaaflardan uzak olduğunu kafirlere anlatmak üzere bu ünvanı almıştır. O, ne getirdiği mesaja birşeyler ekleyecek veya ondan bir şeyler çıkaracak kadar şereften yoksun, ne de Allah adına bir şey uyduracak kadar yalancıdır. O, günah işlemesine neden olacak insani eksikliğe de sahip değildir. O, tamamen temiz ve kutsaldır ve Allah kelamını eksiksiz bir şekilde iletir.”
107. Bu bağlamda, hadisler, Mekkelilerin Hz. Peygamber (s.a) ile ilgisi olduğunu düşündükleri bir çok şahsın adını verir, bunlardan biri Ceber’dir (Amr bin el Hadrami’nin Rum kölesi) . Fakat bu şahısların tek ortak özelliği hepsinin de Arap olmayan köleler olmalarıdır. Kim olursa olsun, Tevrat ve İncil’i okuyan ve Peygamber’le de (s.a) bir yakınlığı olan herkes, Mekkelilere Kur’an’ın gerçek yazarının bu şahıs olduğu, fakat Hz. Muhammed’in (s.a) onun Allah kelamı olduğunu iddia ederek yalan söylediğini düşünme ve buna inanma fırsatı sağlıyordu. Bu, sadece Hz. Peygamber’in (s.a) düşmanlarının onun aleyhinde iftiralar uyduracak denli küstah olduğunu değil, aynı zamanda genelde halkın çağdaşlarını değerlendirmede adil olmadığını göstermektedir. Onlar tarihte eşsiz olan o büyük şahsiyete işte böyle kötü davranıyorlardı. Düşmanlıklarının kendi gözlerini körelttiği bu insanlar, saf Arapça olan Kur’an’ı, Tevrat ve İncil’le ilgili yüzeysel bir bilgiye sahip olan bir yabancıya isnat ediyorlardı. Bir doğruluk timsali olan Hz. Peygamber’in (s.a) söylediğini kabul etmek yerine, Kur’an’ı hiç bir önemi olmayan yabancı bir köleye isnat ediyorlardı.
108. Bu ayet şöyle de yorumlanabilir: “Bir peygamber yalan uydurmaz, fakat Allah’ın ayetlerine inanmayanlar yalan uydururlar.”