sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN BAKIŞ AÇISIYLA NİSA SURESİ 140. VE 149. AYETLER ARASI

EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN BAKIŞ AÇISIYLA NİSA SURESİ 140. VE 149. AYETLER ARASI
28.10.2019
806
A+
A-

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

 

Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.

140- O, size Kitapta: “Allah’ın ayetlerine küfredildiğini ve onlarla alay edildiğini işittiğinizde, onlar bir başka söze dalıp-geçinceye kadar, onlarla oturmayın, yoksa siz de onlar gibi olursunuz” diye indirdi.(170) Doğrusu Allah, münafıkların da, kâfirlerin de tümünü cehennemde toplayacak olandır.
141- Onlar sizi gözetleyip-durmaktalar. Size Allah’tan bir fetih (zafer ve ganimet) gelirse: “Sizinle birlikte değil miydik?” derler. Ama kâfirlere bir pay düşerse: “Size üstünlük sağlamadık mı, mü’minlerden size (gelecek tehlikeleri) önlemedik mi?” derler.(171) Allah, kıyamet günü aranızda hükmedecektir. Allah, kâfirlere mü’minlerin aleyhinde kesinlikle yol vermez..
142- Gerçek şu ki, münafıklar (sözde) , Allah’ı aldatmaktadırlar. Oysa O, onları aldatandır. Namaza kalktıkları zaman, isteksizce kalkarlar. İnsanlara gösteriş yaparlar ve Allah’ı ancak çok az anarlar.(172)

AÇIKLAMA

170. Müminlere İslam’ı alaya alan kâfirlerle birlikte oturmama konusunda verilen emir, Nisa Sures’inden daha önce nazil olan En’am Suresi’nin 68. ayetinde yer almıştır. Bu emir müminlere, eğer kâfirleri Allah’ın ayetlerini alaya aldıkları sırada soğukkanlılıkla dinlerlerse, bu küfürde onların da pay sahibi olacaklarını bildirmektedir. Bu durumda onlarla kâfirler arasında hiçbir fark kalmayacaktır.
171. Münafıklar her dönemde dilleriyle Müslüman olduklarını söyleyerek ve sözde İslam topluluğuna katılarak İslam’ın sağladığı kolaylıklardan yararlanmışlardır. Aynı zamanda kâfirlerin arasına karışıp; “Biz onlarla birlikte görünsek de gerçekte Müslüman olmadık. Kültürde, düşüncede, hayat tarzında, size daha yakınız. Menfaatlerimiz ve bağlılığımız sizinkilerin aynısı. Bu nedenle İslam ile küfür arasındaki çatışmada sizin yanınızda yer aldığımızdan emin olun” diyerek onlardan da menfaat bakımından faydalanırlar.
172. Namazı cemaatle kılmak samimi bir müminle münafığı ayıran kıstas olarak kabul edilmiştir. Çünkü Hz. Peygamber’in (s.a) zamanında, bir kişi düzenli ve vaktinde namaz kılmadıkça İslam topluluğunun bir üyesi sayılmazdı. Her cemiyet ve kuruluş nasıl çok önemli bir neden olmaksızın, bu üyenin toplantıya katılmamasını ilgisizlik kabul eder ve sürekli devamsızlık halinde üyeyi cemiyetten uzaklaştırırsa, bir müminin cemaatle namaz kılmaması da onun İslam’a olan ilgisinin azlığına işaret eder. Eğer sürekli olarak cemaatten uzak olursa, bu da onun İslam’dan döndüğüne bir delil teşkil eder. İşte bu nedenle o dönemde münafıklar da günde beş vakit namazı katılmak zorundaydılar. Aksi takdirde İslam toplumunun birer üyesi sayılmazlardı. Fakat gerçek müminlerle münafıkları ayıran nokta, müminlerin mescide büyük bir şevkle vaktinden önce gitmeleri ve namazdan sonra bile orada kalmalarıydı. Bu da onların ne kadar samimi olduklarını gösteriyordu. Diğer taraftan ezan sesi münafığa ölüm habercisi kadar korkunç geliyordu. Yine de isteksizce cemaate katılmak üzere kalkıyordu, fakat onun tüm davranışları namazı isteksizce kıldığını gösteriyordu. Daha sonra da sanki hapishaneden kaçar gibi mescidden aceleyle ayrılıyordu. Onun bütün davranışları, bir müminin aksine, onun Allah’ı anmaya hiçbir ilgi duymadığını gösteriyordu..

143- Arada bocalayıp dururlar. Ne onlarla, ne bunlarla. Allah kimi saptırırsa, artık sen ona yol bulamazsın.(173)
144- Ey iman edenler, mü’minleri bırakıp kâfirleri veliler (dostlar) edinmeyin. Kendi aleyhinizde Allah’a apaçık olan kesin bir delil vermek ister misiniz?
145- Gerçekten münafıklar, ateşin en alçak tabakasındadırlar. Onlara bir yardımcı da bulamazsın.
146- Ancak tevbe edenler, ıslah edenler, Allah’a sımsıkı sarılanlar ve dinlerini katıksız olarak Allah için (halis) kılanlar başka;(174) işte onlar mü’minlerle beraberdirler. Allah, mü’minlere büyük bir ecir verecektir.
147- Eğer şükreder(175) ve iman ederseniz, Allah azabınızla ne yapsın? Allah şükrün karşılığını verendir,(176) bilendir.
148- Allah, zulme uğrayanlar dışında, kötü sözün açıkça söylenmesini sevmez. Allah işitendir, bilendir.
149- Bir hayrı açıklar ya da gizli tutarsanız veya bir kötülüğü bağışlarsanız, şüphesiz Allah, affedicidir, güç yetiricidir.(177)

AÇIKLAMA

173. Hiç kimse, Kitap ve Sünnet’ten yüzçevirip, kendi yöneldiği yanlış yolda Allah’ın kendisini terkettiği, illa da sapmak istediği için Allah’ın bütün hidayet kapılarını kendisine kapattığı bir kimseyi hidayete ulaştıramaz. Allah’ın sünnetinde herkes arayıp kazanmak istediği şeye kavuşur. Örneğin, bir kimse rızkını helâl yoldan kazanmak istiyor ve buna çabalıyorsa, Allah ona helâl yolları açar ve onun niyetinin samimiliği nisbetince haram yolları kapatır. Bunun aksine eğer bir kimse rızkını haram yoldan kazanmak istiyor ve buna çabalıyorsa Allah ona haram yolları açar ve hiç kimse onu doğru yola ulaştıramaz. İstediği kişiyi istediği şekilde hidayete ulaştırmak Allah’a mahsustur, hiç kimse O’nun yardımı ve izni olmaksızın hiç bir yola koyulamaz. Bilâkis o herkese kendisi için seçtiği yolda yardım eder. Eğer bir kimse Allah’ı seviyor, Hakk’ı arıyor ve O’nun yolundan gitmek için samimi bir çaba harcıyorsa, Allah ona, doğru yola ulaştıran düşünce ve hareketlerde yardım eder, izin verir ve ona bu yolda ilerlemesi için destek sağlar. Fakat eğer bir kimse yanlış yolu seçer ve o sapık yolda ilerlemek isterse, Allah ona hidayet kapısını kapar ve ona kendisinin seçmiş olduğu sapık yolları açar. Hiç kimse böyle bir kişiyi yanlış düşüncelerden, kötü amellerden ve enerjisini sapık yolda harcamaktan alıkoyma gücüne sahip değildir. O halde kendi isteyerek doğru yolu kaybeden ve isteyerek saptığı için Allah’ın da kendisini saptırdığı zavallı kişiyi, hiç kimseler doğru yola ulaştıramaz.
174. İmanını Allah’a has kılan kişi bütün hayatını O’nun yoluna feda eder, ihlasla sadece O’na bağlanır ve tüm bağlılıklarını, ilgilerini ve sevgisini sadece O’na hasreder. Kısacası, onun Allah’a olan bağlılığı o kadar kuvvetlidir ki, herhangi bir şeyi veya kimseyi O’nun yoluna feda etmeye hazırdır.
175. Yani, “Eğer Allah’a ihlasla şükreder de O’nun verdiği nimet ve rızıklara karşılık O’na nankörlük edip karşı yolu seçmezseniz, Allah’ın sizi cezalandırması için hiçbir sebep olmaz.”.
Şükrün belirtisi ihlasla Allah’ın lütfettiği nimetlerin kadrini bilmek ve bunu dil ile ikrar edep davranışlarla sergilemektir. Bu da üç şeyi ifade eder: Birincisi, şükreden kimse kendisine nimet verenin lütfunu iyice değerlendirmeli ve şükürde başkasını O’na ortak kabul etmemelidir. İkincisi, kendisine nimet veren varlığa sevgi ve bağlılık duymalı ve bu tür duyguları O’nun düşmanlarına karşı beslememelidir. Üçüncüsü, kendisine nimet verene itaat etmeli ve O’nun isteğine aykırı hareketlerde bulunmamalıdır.
176. Arapça şâkir kelimesi, Allah kastedildiğinde, Allah’ın kulunun hizmetlerini kabul ettiği anlamına gelir. Kullar kastedildiğinde ise kulun, verdiği nimetler karşılığında Allah’a şükrettiği anlamına gelir. Allah kullarının kendi yolunda yaptığı hizmetlerin nitelik ve niceliğini çok iyi bilir ve hepsine hakkı olan karşılığı verir, hatta onların hak ettiğinin kat kat fazlasını verir. Elbette O’nun kullarına karşı tutumu, insanların diğer insanlara karşı olan tutumlarından farklıdır. İnsanlar başka bir insanın yaptığı hizmetin kadrini pek bilmezler ve yaptığı bir hatayı büyütürler. Allah ise rahmeti ile kendi yolunda hizmet eden kullarının amellerini cömertce takdir eder; ayrıca kullarının hizmette yaptıkları kusurları görmezden gelme konusunda çok halim ve affedicidir.
177. Bu ayete bahsedilen ahlâkî değerler, en yüce değerlerdir. Müslümanlara faziletli olmaları, en azından sinirli anlarında sabretmeleri gerektiği öğretiliyor. Bu ayet nazil olduğu dönemde münafıklar, Yahudiler ve müşrikler mümkün olan her yönden İslam’a karşı çıkıyorlar ve Müslümanlara her fırsatta kötü davranıyorlardı. Bu nedenle Müslümanların nefret ve kızgınlık hisleriyle dolu olmaları tabiiydi. Allah kalplerindeki duygu fırtınasına karşı onları uyarıyor ve zulmedilmiş, yani haklı olsalar bile nefret duygularını açığa vurup küfreden ve duygularının esiri olan kimseleri sevmediğini belirtiyor. İnkârcılara karşı Müslümanlar olarak gizli veya aşikâr iyilik yapmaları veya en azından kötülüğe karşı kötülük yapmamaları gerektiği öğretiliyor: “Siz de Allah’ın Rahman ismini kendi karakterinizle yoğurmalısınız. Çünkü Allah o kadar bağışlayıcıdır ki, en asi kullarını bile affeder ve onlara rızk verir. Bu nedenle çok halim davranıp, en sinirli ve kritik anlarınızda bile bağışlayabilmelisiniz.”

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.