EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN BAKIŞ AÇISIYLA NUR SURESİ 12. VE 18. AYETLER ARASI
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
12- Onu işittiğiniz zaman, erkek mü’minler ile kadın mü’minlerin kendi nefisleri adına(12) hayırlı bir zanda bulunup: “Bu, açıkça uydurulmuş iftira bir sözdür” demeleri gerekmez miydi?(13)
13- Ona karşı dört şahitle gelmeleri gerekmez miydi? Şahitleri getirmediklerine göre, artık onlar Allah katında yalancıların ta kendileridir.(14)
14- Eğer Allah’ın dünyada ve ahirette sizin üzerinizde fazlı ve rahmeti olmasaydı, içine daldığınız dedikodudan dolayı size büyük bir azab dokunurdu.
15- O durumda siz onu (iftirayı) dillerinizle aktardınız ve hakkında bilginiz olmayan şeyi ağızlarınızla söylediniz ve bunu da kolay sandınız; oysa o Allah katında çok büyük (bir suç) tür.
16- Onu işittiğiniz zaman: “Bu konuda söz söylemek bize yakışmaz. (Allah’ım) Sen yücesin; bu, büyük bir iftiradır” demeniz gerekmez miydi?
17- Eğer iman edenlerden iseniz, bunun gibisine bir daha dönmemeniz için Allah size öğüt vermektedir.
18- Allah size ayetleri açıklıyor; Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.(15)
AÇIKLAMA
12. Bu cümle şöyle de çevrilebilir: “… Kendi toplumlarının bireyleri hakkında iyi zanda bulunmaları gerekmez miydi?” Ayetin kelimeleri kapsamlıdır ve iyi anlaşılması gereken ince bir anlam içermektedir. Hz. Aişe ve Safvan İbn Muattal arasında olup bitenlerin özeti şuydu: (Hz. Peygamber’in hanımı olmasının dışında) kervandan bir kadın geride kalıyor ve aynı kervandan yine geride kalmış bir adam ona rastlıyor ve devesinin üzerinde onu kervana yetiştiriyor. Şimdi, eğer bir kimse, iki kişi yalnız kaldığında hemen günah işlerler iddiasında bulunacak olursa, suçlama iki varsayım daha doğurur:
1) Eğer suçlanan (erkek veya kadın) oradaysa, o bu nadir doğan fırsattan yararlanmış ve günahı işlemiştir. Çünkü, daha önce hiç karşıt cinsten biriyle böyle bir durumda bulunmamıştır.
2) Suçlayanın üyesi olduğu toplumun ahlâkî durumuyla ilgili değerlendirmesi, bu toplumda benzer durumlarla karşılaşıldığında günahtan kaçınabilecek hiçbir kadın ve erkeğin bulunmadığı şeklindedir. O toplumda, hangi kadın ve erkekle olursa olsun durum budur. Fakat, düşünün ki, erkek ve kadın aynı yerdendir, arkada kalan kadın eştir, kızkardeştir, bir dostun kızıdır, bir yakındır, bir komşudur, erkeğin bir tanıdığıdır; o zaman sorun çok daha ağır ve ciddi olmayacak mıdır? Sonra, böyle bir suçlamada bulunan kişinin, toplumu hakkında olduğu gibi, kendi hakkında da ahlâk ve sağduyuyla alâkasız oldukça zavallı, düşük görüşe sahip olduğu anlamı da çıkmaz mı buradan? Hiç bir soylu kişi, bir dostun ailesine ait kadını, bir komşusunu veya bir tanıdığını yolda kalmış bulduğunda hemen onu kirletmeye ve sonra da onu evine kadar getirmeye kalkışmaz, kalkışmak şöyle dursun, bunu aklından bile geçirmez. Üstelik, burada sorun bin kez daha ciddidir. Kadın, her müslümanın kendi annesinden daha çok değer verdiği ve bizzat Allah’ın kendi öz anneleri gibi müslümanlara haram kıldığı Allah’ın Peygamberi’nin hanımıdır. Erkek, yalnızca aynı kervanın üyesi, aynı ordunun askeri ve aynı şehrin sakini değil, aynı zamanda, kadının kocasının Allah’ın Rasûlü ve kendi dini lideri ve kılavuzu olduğuna inanan ve onunla Bedir gibi tehlikeli bir savaşta bulunmuş ve onu izlemiş birisidir. Şimdi, bütün bunları göz önüne aldığımızda, böyle bir suçlamada bulunan kişinin ve suçlamayı mümkün görenlerin yalnızca kendilerinin değil, ait oldukları toplumun tümünün ahlâkı hakkında nasıl perişan ve zavallı bir görüşe sahip oldukları ortaya çıkmaz mı?
13. Yani, “Suçlamanın hesaba gelir hiçbir yanı yoktu, müslümanlar, bunu oracıkta reddetmeli, sonra da yalan ve sahte olduğunu anlamalıydılar.” Burada şöyle bir soru sorulabilir? Niçin Hz. Peygamber (s.a) ve Hz. Ebu Bekir es-Sıddık (r.a) bunu daha ilk günde reddetmediler ve niçin ona bu kadar önem verdiler? Cevap olarak şunu deriz: Koca ve babanın durumu diğer insanlarınkinden çok farklıdır. Her ne kadar hiç kimse bir kadını kocasından daha iyi tanıyamazsa da ve takva sahibi bir koca öteki berikinin suçlamasıyla faziletli ve takva sahibi karısından şüphelenmezse de, karısı suçlandığı zaman ne olursa olsun koca zor duruma düşer. Bunu iftira olarak hemen reddetse bile, suçlayanlar dinlemez. Üstelik, kadının zeki olduğunu ve öyle olmadığı halde faziletli ve takvalı görünerek kocasını kandırdığını söylerler. Anne-babanın karşı karşıya olduğu durum da aşağı-yukarı budur. Suçlamanın açıkça yalan olduğunu bilseler bile, “kızımız temizdir” diyerek iftirayı silip atamazlar. Hz. Peygamber (s.a) , Hz. Ebu Bekir ve Ümmü Ruman’ın başına gelen buydu, yoksa onlar Hz. Aişe’nin karakterinden şüphe ediyor değillerdi. Bu yüzden, Rasul-i Ekrem (s.a) hutbesinde ne karısında, ne de iftiraya bulaştırılan adamda bir kötülük görmediğini açıklamıştır.
14. “… Allah yanında” Allah’ın Kanunu’nda veya Allah’ın kanununa göre, açıktır ki, Allah’ın ilminde suçlamanın yalanlığı ortadaydı ve bu yalanlık bir şekilde suçlayanların şahit getirip getirmemelerine de bağlı değildi.
Burada kimse, şahit getirememenin suçlamanın yalan olduğunu kanıtlamada temel bir delil sayıldığı ve müslümanlara, suçlayanlar dört şahit getirmediği için bunu açık bir iftira saymalarının söylendiği gibi yanlış bir anlayışa kapılmamalıdır. Olayın temelinde yatan etken gözönüne alınmazsa böyle bir yanlış anlama ortaya çıkabilir. Gerçekte suçlayanların hiçbiri, dilleriyle söylediklerine bizzat şahit olmuş değildi. Suçlamaları yalnızca Hz. Aişe’nin kervandan geri kalmış ve Safvan’ın devesiyle onu kervana yetiştirmiş olmasına dayanıyordu. Bundan pek az bir sağduyusu olan kimse Hz. Aişe’nin geride kalışının kasdi olduğu sonucuna varamaz. Bu tür işleri yapanların yolu değildir bu. Ordu komutanının karısı bir adamla çaktırmadan geride kalacak, sonra da aynı adam kadını devesiyle acele acele ertesi günü öğle vakti mola yerinde ordugâha yetiştirecek, bu düşünülemez bir şeydir. Bizzat bu durum onların masumiyetini ortaya koymaktadır. Eğer suçlayanlar gözleriyle bir şeyler görmüş olsalar neyse, ama, suçlamanın ileri sürüldüğü şartlar şüpheye yol açacak hiç bir şey taşımamaktadır.
15. Bu ayetler, özellikle Allah’ın “… Mümin erkeklerle kadın müminlerin kendi içlerinde, kendileri ve kendi toplulukları hakkında iyi zanda bulunmaları… gerekmez miydi?” buyurduğu 12’nci ayet, İslâm toplumundaki tüm ilişkilerin “güzel zan / hüsn-ü zan esasına dayalı olması gerektiği ilkesini getirmektedir. Ortada açık ve somut bir delil olduğu zaman ancak su-i zanda bulunabilir. İlke olarak, ortada güçlü suç veya suç sanısı delilleri olmadıkça herkes suçsuz kabul edilir. Yalancılığı ve güvenilmezliği hakkında güçlü deliller olmadığı sürece herkes doğru ve güvenilir kabul edilir.