EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN BAKIŞ AÇISIYLA TA-HA SURESİ 94. VE 96. AYETLER ARASI
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
94- Dedi ki: “Ey annemin oğlu, sakalımı ve başımı tutup-yolma.(71) Ben, senin: -İsrailoğulları arasında ayrılık çıkardın, sözümü önemsemedin” demenden endişe edip korktum.”(72)
95- (Musa) Dedi ki: “Ya senin amacın nedir ey Samiri?”
96- Dedi ki: “Ben onların görmediklerini gördüm, böylece elçinin izinden bir avuç alıp onu atıverdim; böylelikle bana bunu nefsim hoşa giden (bir şey) gösterdi.”(73)
AÇIKLAMA
71. Biz bu ayeti tercüme ederken Hz. Musa’nın, Hz. Harun’dan yaşça küçük, vazife itibariyle büyük olduğunu dikkate aldık.
72. Hz. Harun’un bu cevabından, tefrikayı önleme amacıyla şirke taviz verdiği kesinlikle anlaşılmaz. Kur’an’dan böyle bir anlam çıkarmaya çalışan bir kimse hidayeti değil dalaleti elde etmiş olur. Dolayısıyla Hz. Harun’un bu ifadesi “niçin benden emir almayı beklemedin” şeklinde de yorumlanabilir. Hz. Harun’un bu cümlesini tam anlamıyla kavrayabilmek için bu ayetin yanısıra A’raf Suresi 150. ayeti de okumalıyız. Orada Hz. Harun (a.s) şöyle demektedir: “Annemoğlu, bu topluluk beni zayıflattı ve nerdeyse beni öldürmeye giriştiler. Bari sen de düşmanları sevindirecek bir şey yapma ve beni de bu zalimler topluluğuyla bir sayma.” Eğer bu iki ayet birlikte okunursa olayın gerçek şekli kolayca anlaşılabilir: Harun (a.s) halkı buzağıya tapmaktan elinden geldiğince alıkoymaya çalıştı fakat onlar Harun’a (a.s) karşı geldiler ve nerdeyse onu öldüreceklerdi. Onların aralarında bir ayrılık olmasından korkarak Hz. Musa’nın döndüğünde kendisini durumu daha da kötüleştirmekle ve onun yokluğunda kontrolü sağlamamakla suçlamaması için o gelene kadar sessiz kaldı. A’raf: 150’deki cümle, topluluğun içinde iki kardeşin çok sayıda düşmanı olduğuna işaret etmektedir.
73. Bu ayetin tefsiri ile ilgili çok farklı görüşler öne sürülmüştür. Seleften, onların takipçilerinden çoğu müfessire göre bu ayet şu anlama gelir. “Sâmirî, Elçiyi (Cebrail) geçerken gördü ve onun ayak izinden bir avuç toprak alıp altın buzağının üzerine serpti. Bu, buzağıda hayat oluşmasına neden oldu ve buzağı inek gibi böğürmeye başladı.” Kur’an, aslında, bu olayın gerçekten meydana geldiğini söylemez, sadece Hz. Harun’un büyük günah nedeniyle Sâmirî’yi sorgulaması sırasında aldığı cevap içinde zikreder.
Sâmirî’nin sözlerini şu şekilde tefsir edenler de vardır: “Ben Elçide (Musa Peygamber) veya onun imanında, başkalarının görmedikleri bir zayıflık gördüm. Bu nedenle belli bir yere kadar onun ayak izlerini takip ettim. Fakat daha sonra onun yolunu terkettim.” Bu yorum büyük bir ihtimalle ilk olarak Ebu Müslim Isfehani tarafından öne sürülmüştür. Daha sonra İmam Razi buna tefsirinde sadece değinmekle kalmamış, aynı zamanda bu görüşü kabul etmiştir. Bu gün de Kur’an’ın apaçık anlamları yerine çok uzak yorumları kabul etme taraftarı olan bazı modernist tefsirciler de bu görüştedirler. Bu insanlar, Kur’an’ın bilinmez, muamma gibi karmakarışık bir dille değil, apaçık, sarih ve anlaşılır bir Arapça ile gönderildiğini unutmaktadırlar. O halde Kur’an metindeki sözleri onların verdiği anlamda kullanmış olamaz, çünkü bu kelimelerin kullanılışı bu ilgisiz ve çok uzak yorumu destekler nitelikte değildir. Bu müfessirlerin asıl söylemek istedikleri şey, Allah’ın kendi sözlerini gereği gibi açık bir şekilde ifade edemediğidir. Bu nedenle onlar “bilim” adamlarının alayından kurtarmak için Allah’ın imdadına yetişmek istiyorlar (Allah korusun.)
Eğer ayeti yer aldığı geniş çerçeve içinde inceleyecek olursak, Sâmirî’nin, bu saptırıcı planı uzun uzun düşündükten sonra uygulamaya koyan bir hilekâr olduğunu kolayca anlayabiliriz. O iyi bir sanatkâr olduğu için yaptığı altın buzağının inek gibi böğürmesini sağlamış ve cahil, basit insanları kandırmayı başarmıştır. Sâmirî sadece bununla da kalmamış, diğer insanların göremediklerini gördüğünü söylemiş ve Elçi’nin ayak izlerinden bir avuç toprak alıp buzağının üzerine atarak onun canlı bir buzağı gibi ses çıkarmasını sağladığı masalını uydurmuştur. Burada “Elçi” (Rasul) kelimesiyle Musa’yı (a.s) kastetmiş ve ayak izlerinin mucizevi olduğunu söyleyerek ona yaltaklanmak istemiş olması mümkündür. Sâmirî böyle söyleyerek çok gizli bir hileye baş vuruyordu. O, Hz. Musa’ya böyle bir yem sunarak, Hz. Musa’nın ayak izinin mucizevi durumundan gurur duymasını ve bunları kendi mucizesinin propagandası için kullanılmasını istiyordu. Fakat gerçek şu ki, Kur’an tüm bunları Sâmirî’nin bir tuzağı olarak sunmuştur ve bunun gerçekten meydana geldiğine dair hiçbir işarete yer vermemiştir. Sâmirî’nin bu sözüne karşı Hz. Musa’nın tepkisi, Hz. Musa’nın bunu hile için uydurulmuş bir hikaye olarak kabul ettiğini göstermektedir. Bu nedenle de Hz. Musa, Sâmirî’yi lanetlemiştir.