EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN BAKIŞ AÇISIYLA TEVBE SURESİ 6. VE 10. AYETLER ARASI
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
6- Eğer müşriklerden biri, senden ‘aman isterse’, ona aman ver; öyle ki Allah’ın sözünü dinlemiş olsun, sonra onu ‘güvenlik içinde olacağı yere ulaştır’. Bu, onların elbette bilmeyen(8) bir topluluk olmaları nedeniyledir.
7- Mescid-i Haram yanında kendileriyle anlaştıklarınız dışında, müşriklerin Allah katında ve Resulünün katında nasıl bir ahdi olabilir?(9) Şu halde o (anlaşmalı olanlar) , size karşı (doğru) bir tutum takındıkça, siz de onlara karşı doğru bir tutum takının. Şüphesiz Allah, muttaki olanları sever.
8- Nasıl olabilir ki!… Eğer size karşı galip gelirlerse, size karşı ne ‘akrabalık bağlarını’, ne de ‘sözleşme hükümlerini’ gözetip-tanırlar. Sizi ağızlarıyla hoşnut kılarlar, kalbleri ise karşı koyar.(10) Onların çoğu fıska sapanlardır.(11)
9- Allah’ın ayetlerine karşılık az bir değeri(12) satın aldılar, böylece O’nun yolunu engellediler.(13) Onların yapmakta oldukları gerçekten ne kötüdür.
10- Onlar (hiç) bir mü’mine karşı ne ‘akrabalık bağlarını’, ne de ‘sözleşme hükümlerini’ gözetip tanırlar. İşte bunlar, haddi aşmakta olanlardır.
AÇIKLAMA
8. Yani, “Savaş sırasında, eğer bir düşman İslam’ı tanımak için kendisine bir fırsatın verilmesini talep ederse, müslümanlar himaye edeceklerine dair ona teminat vermeli ve gelip ziyaret ederek kendilerini gözlemesine müsaade etmelidirler. Daha sonra, tanıması için ona İslam’ı tebliğ etmelidirler. Bundan sonra da İslam’ı kabul etmezse kendisini ikametgahına emniyetle ulaştırmalıdırlar. Sözkonusu himaye altında Daru’l-İslam’a gelen bu tür şahıslar İslam fıkhında “müste’min” olarak isimlendirilirler.
9. Bunlar, Beni Kinane, Beni Huzaa ve Beni Demre kabileleridir.
10. Yani, “Her ne kadar görünüşte onlar barış andlaşmaları için görüşmelerde bulunduysalar da, aslında, kalplerinde kötü niyetler beslediler ve onları ihlal etmek için fırsat kolladılar. Ve bunun böyle olduğu daha sonraki tecrübelerle ortaya çıktı.”
11. Hiçbir ahlaki sorumluluk duygu ve düşüncesi taşımayıp, ihlal etmekten çekinecekleri ahlaki kayıtlar tanımadıklarından dolayı onlar, fasıkların ta kendileridir.
12. Yani, “Onlar, İlahi Hidayet ile dünyevi emel ve ihtiraslardan birini tercih etme durumunda kaldıkları; ikincisi, yani dünya ihtiraslarını seçtikleri zaman. Çünkü onlar, ikisini mukayese edip hangisinin değerli olduğunu kavramadılar. Halbuki, Allah’tan gelen vahiyler, ayetler onları kendilerini ebedi mutluluğu götüren hayır, iyilik, doğruluk ve ilahi kanuna uymaya davet etmekteydi. Onlar ise, kendilerine bazı dünyevi menfaatler sağlayan, fakat neticede onları ebedi hüsrana sevkeden nefsin başıboş, doymak bilmeyen zevklerinin peşine düşmeyi tercih ettiler.”
13. Bu fasık kimseler sadece kendileri için dalaleti seçmekle kalmayıp aynı zamanda, başkalarını doğru yolu takipten alıkoymakla başkalarına karşı Hakk’ın yolunu kapadılar. Doğruluğa davet yolunda her türlü engellemeyi yaptılar. Hatta onlar, bu daveti yaymakta olanların ağzını tıkamak ve susturmak için ellerinden geleni yapıyorlar ve hayatlarını yaşanmaz hale getiriyorlardı. Sözün kısası bu fasık kimseler, Allah’ın, insanlardan yerleştirmelerini istediği adalet temelli hayat tarzının yerleştirilmesine engel olmak üzere yapabildikleri herşeyi yapmaya çabaladılar.