EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA AHKAF SURESİ 1. VE 5. AYETLER
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
Rahman Rahim olan Allah’ın adıyla
1- Hâ, Mîm.
2- Kitabın indirilmesi, üstün ve güçlü olan, hüküm ve hikmet sahibi Allah’tandır.(1)
3- Biz gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları ancak hak ve adı konulmuş bir ecel (belli bir süre) olarak yarattık.(2) Küfredenler ise, uyarılıp-korkutuldukları şeyden yüz çevirmekte olanlardır.(3)
4- De ki: “Gördünüz mü-haber verin; Allah’tan başka tapmakta olduklarınız, yerden neyi yaratmışlar, bana gösterin? Yoksa onların göklerde bir ortaklığı mı var? Eğer doğru sözlüler iseniz,(4) bundan önce bir kitap ya da ilim kalıntısı (veya bir eser) varsa, bana getirin.”
5- Allah’ı bırakıp kıyamet gününe kadar kendisine icabet etmeyecek olan şeylere tapmakta olandan daha sapık kimdir? Oysa onlar, bunların tapmalarından(6) habersizdirler.
AÇIKLAMA
1. İzah için bkz. Zümer an: 1, el-Casiye an: 1, ayrıca Secde suresi an: 1, göz önünde tutulursa bu surenin başındaki espriyi kavramak daha kolay olur.
2. İzah için bkz. En’am an: 46, Yunus an: 11, İbrahim an: 23, el-Hicr an: 47, en-Nahl an: 6, el-Enbiya an: 15-17, el Mü’minun an: 102, Ankebut an: 75-76, Lokman an: 51, el-Casiye an: 28, el-Duhan Suresi an: 34.
3. Yani, gerçek şu ki, bu kainat gayesiz bir eğlence değildir. Tersine bu hikmetli nizam belirli bir maksada binaen kurulmuştur. Muhakkak iyi ve kötünün, zalim ve mazlumun bütün amelleri en sonunda görülecektir. Bu kainat daimi ve ebedi değildir. Belirli bir müddeti vardır. En sonunda muhakkak bu nizam altüst olacaktır. Allah’ın adaleti için de belirli bir zaman kararlaştırılmıştır. O zaman geldiğinde muhakkak vukubulacaktır. Allah’a, Rasulü’ne ve Kitab’a inanmayı inkar edenler bu hakikatlerden yüz çevirmektedirler. Bu yaptıklarının hesabını bir gün vereceklerini hiç düşünmüyorlar. Zannediyorlar ki, Allah Rasulü bu gerçeklerden haber vererek onlara kötülük yapmaktadır. Halbuki Peygamber’in onlara geleceklerini bildirmesi ve dahası, hesap sorulacağını ve buna karşı hazırlıklı gerektiğini bildirmesi, onlar için bir iyiliktir.
İleriki hitapları daha iyi anlayabilmek için şunu dikkatimizde tutalım ki, insanın en büyük hatası Allah hakkında bazı yanlış inanışlar tayin etmesidir. Tembellik ederek hiç derince düşünmeden yüzeysel ve ondan bundan duyduklarıyla yanlış bir akide oluşturuyor. Bu en büyük bir ahmaklıktır. Çünkü onun böyle inancı bütün hayatını doğru yoldan saptırarak ebedi hayatını mahvetmektedir. Asıl sebep kendini sorumsuz zannederek tembellik etmesi ve kendini tehlikeye atmasıdır. Allah Teala hakkında nasıl bir inanca sahip olursa olsun, bir şeyin değişmeyeceği yanılgısına düşüyor. Çünkü ölümden sonraki hayata ve orada her şeyden sorulacağına inanmamaktadır. İnanıyorsa da, orada eğer bir sorgu sual olduğunda bu dünyada onu himaye eden bazı zevatın kendisini kurtaracağını zannetmektedir. Bu gibi sorumsuz düşünceler dolayısıyla insan, bir inanç seçme konusunda ciddiyetsizlik göstermektedir. Onun için rahatça ateizmden şirke kadar bir dizi mantıksız düşünceleri bir inanç haline getirerek, kendini de başkalarını da saptırarak batağa sürüklemektedir.
4. Çünkü muhatap olan kavim müşrikti. Bu yüzden onlara, sorumsuzca, ciddi ciddi düşünmeden, gayri makul bir inanç üzerinde ısrar etmekte oldukları uyarısında bulunulmaktadır.
Onlar her ne kadar bu dünyanın yaratıcısının Allah olduğuna inanıyorlarsa da, bununla beraber başkalarını da ma’bud olarak kabul edip onlara yalvarmakta, hacetlerinin ve problemlerinin hallolmasını onlardan istemekteydiler. Onlara secde edip adaklar adıyorlardı. Kendi talihlerini bunların değişteribileceğini zannediyorlardı. Aynı kişilere, “Neye dayanarak siz bunları ma’bud olarak kabul etmektesiniz”, diye sorulmaktadır. Açıktır ki, Allah (c.c) yanında başkalarına da ma’budiyyet nisbet etmenin iki temel sebebi olabilir: Birincisi, ya bir kimse yer ve göğün yaratılmasında Allah’tan başkalarının da bir payı olduğu konusunda bir bilgi sahibidir, ya da falanca kimsenin ilahlıkta kendi ortağı olduğunu bizzat Allah Teala’nın kendisi söylemiştir. Şimdi hiç bir müşrik ibadet etmekte olduğu ma’bud hakkında, bunun Allah’ın ortağı olduğunu iddia edecek bir bilgi sahibi değildir. Ayrıca Allah tarafından indirilen hiçbir kitap gösterilemez ki, Allah kendisinin bir ortağı olduğunu bildirmiş olsun. O zaman onların bu şirk inançlarının kesinlikle bir aslı-astarı yoktur.
Bu ayatteki “Önceden gelmiş kitaplardan” murad, Allah’ın daha önce inzal ettiği kitaplardır. “Bir bilgi kalıntısı”ndan murad, sonraki nesillere itimat edilen bir vasıtayla ulaşmış eski devirlerdeki nebilerin ve salihlerin talimatlarının kırpıntılarıdır. Bu iki vasıtayla insana ulaşan hiçbir şeyde şirkten bir iz yoktur. Şimdi Kur’an’ın tebliğ etmekte olduğu bütün semavi kitapların ittifak ettiği tevhid ve evvelki ilimler hakkında ne kadar eser kalmışsa bunlarda da şirkin hiçbir izine rastlanmamaktadır. Bunlarda herhangi bir nebi, veli ya da salih kişinin herhangi bir zaman Allah’tan başkasına kullukta bulunmak için vaaz verdiğine dair hiçbir iz de yoktur. “Kitap”tan murad ilahi kitaplardır…”Bilgi kalıntısı”ndan murad da “Nebilerin ve salihlerin bıraktığı ilimdir” sözünü bir an için bir kenara bıraktığımızı var sayalım. Bu sefer hiçbir bilimsel kitapta veya dini ve dünyevi bilimler mutahassıslarının bu güne kadar yapmış oldukları hiç bir araştırma da, yeryüzü ve gökyüzünün herhangi bir kısmını Allah Teala’nın yanında başka bir tanrının yarattığına dair ya da bu dünyada insanların istifade ettiği nimetleri Allah (c.c) değil de başka birisinin yarattığına dair en ufak bir emare yoktur.
5. “Cevap”tan murad, karşılık verme, harekette bulunmadır. Sadece kelimelerle, sesle ya da yazıyla cevap veriş değildir. Bundan anlaşılan şudur: Her kim eğer bu ma’butlara yakarır, yardım talebinde bulunursa, ellerinde yetkileri olmadığı için bunlar olumlu veya olumsuz bir karşılık veremezler. İzah için bkz. Ez-Zümer an: 33.
“Kıyamete kadar cevap veremiyecek” demek, bu dünya kaim olduğu sürece onlar hiçbir cevap veremiyecek demektir. Ama daha ileriki ayetlerde de açıklandığı gibi kıyamet meydana geldikten sonra ise bu ma’budlar kendilerine ibadet edenlere düşman olacaklardır.
6. Yani, onların yalvarış-yakarışları zaten onlara ulaşamaz. Ne kendi kulaklarıyla onları duyarlar, ne de başka bir vasıtayla, bu dünyada onları birisinin çağırdığı haberi kendilerine ulaşmaz. Bu ayeti şöyle izah edebiliriz; dünyadaki müşriklerin Allah’tan başka dua ettikleri ma’budları şu üç grupta toplayabiliriz: Birincisi, bu ruhu ya da şuuru olmayanlar, ikincisi, geçmişteki salih insanlar ve üçüncüsü, kendileri sapıttıkları gibi başkalarını da yoldan çıkararak bu dünyadan göçen insanlar. Birincilerin ne kendilerine ibadet edenler ne de yapılan dualar hakkında bir haberleri yoktur. İkinci kısımdakiler ise aslında Allah’ın sevdiği mukarreb kullardı. Bunlar da şu iki sebepten dolayı bu durumda oluşlarından habersizdirler. Evvela, Allah’ın yanında öyle bir alem vardır ki bu dünyanın sesleri oraya ulaşamaz ve ikinci olarak, Allah Teala ve melekler kasten bu haberleri onlara ulaştırmazlar. Çünkü bu olanları duymak onlar için üzüntü kaynağı olacaktır. Onlar bütün hayatları boyunca yalnızca Tevhidi ve sadece Allah’a istigâse’de bulunmayı öğretmişlerdi. Şimdi ise bazıları onlardan yardım dilemekteler. Allah Teala bunlara böyle haberleri vererek onları üzmek istemez. Üçüncü gruptaki ma’budlara gelince, düşünürsek bunların da habersiz kalmalarının iki sebebinin olduğunu anlarız: Birincisi, bunlar suçlu olarak Allah’ın indinde beklemektedirler ve bu dünyadan hiç bir sada onlara ulaşamaz. İkinci sebep ise, Allah Teala ve melekler, bu dünyada yapmış oldukları misyonun başarıya ulaştığı ve şimdi bazı kimselerin kendilerine taptığı haberlerini duyurarak onları sevindirmek istemez. Allah zalimlere böyle memnuniyetler bahşetmez.
Burada şu hususu da izah edelim ki, Allah (c.c) kendi salih kullarına bu dünyada gönderilen selam ve rahmet dualarını ulaştırır. Çünkü bu onlara memnuniyet verecektir. Öte yandan suçlulara da bu dünyadan gönderilen lanet ve bedduaları ulaştırır. Mesela bir hadise göre, Bedir Savaşı’nda kafir olan ölülere Peygamber’in (s.a) gönderdiği lanet onlara duyurulmuş ve bu onların eziyetini artırmıştı. O, hiçbir şekilde kendi salih kulları için üzüntü verecek, kafir ve mücrimlere memnuniyet verecek bir haberi onlara ulaştırmaz. Böylece “sem’i mevta” (ölülerin işitmesi) konusuna bir açıklık getirilmiş olmaktadır.