sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA AHZAB SURESİ 34. ve 35. AYETLER

EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA AHZAB SURESİ 34. ve 35. AYETLER
16.12.2021
553
A+
A-

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.

34- Evlerinizde okunmakta olan Allah’ın ayetlerini ve hikmeti hatırlayın.(51) Hiç şüphe yok Allah, latiftir,(52) haberdar olandır.
35- Hiç şüphesiz,(53) Müslüman erkekler ve Müslüman kadınlar,(54) mü’min olan erkekler ve mü’min olan kadınlar,(55) gönülden (Allah’a) itaat eden erkekler ve gönülden (Allah’a) itaat eden kadınlar,(56) sadık olan erkekler ve sadık olan kadınlar,(57) sabreden erkekler ve sabreden kadınlar,(58) saygıyla (Allah’tan) korkan erkekler ve saygıyla (Allah’tan) korkan kadınlar,(59) sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar,(60) oruç tutan erkekler, kadınlar ve ırzlarını koruyan erkekler(61) ve (ırzlarını) koruyan kadınlar,(62) Allah’ı çokça zikreden erkekler ve (Allah’ı çokça) zikreden kadınlar,(63) (işte) bunlar için Allah bir bağışlanma ve büyük bir ecir hazırlamıştır.(64)

AÇIKLAMA

51. Metindeki “vezkürne” kelimesinin iki anlamı vardır: Hatırlamak ve anmak. Birinci anlamı alırsak ayet şu manaya gelir: “Ey Peygamber’in hanımları, sizin evinizin bütün dünyaya Allah’ın ayetlerinin ve Hikmet’in tebliğ edildiği ev olduğunu hiçbir zaman unutmayın. Bu nedenle sizin sorumluluğunuz çok büyük. İnsanların sizin evinizde bile cahiliyeden kalma bazı iz ve özellikler tespit etmesine meydan vermeyin.” İkinciyi kabul edersek ayet şu anlama gelir: “Ey Peygamber’in hanımları, siz duyduğunuz ve gördüğünüz herşeyi başka insanlara aktarıp anlatmalısınız. Çünkü siz, Peygamber’le (s.a) yakın ve sürekli ilişkiniz sayesinde, başka insanların sizin vasıtanız olmadan öğrenemeyeceği birçok şeyi yaşayıp öğreniyorsunuz.”

Bu ayette iki şeye değinilmiştir: 1) Allah’ın ayetleri, 2) Hikmet. Allah’ın ayetleri, Kitabı’nı oluşturan ayetlerdir. Fakat hikmet Hz. Peygamber’in (s.a) insanlara öğrettiği bütün değerli şeyleri kapsayan geniş anlamlı bir kelimedir. Bu kelime ile Allah’ın Kitabı’nın ayetleri de kastedilmiş olabilir, fakat kelimenin anlamını sadece bunlara hasretmek için hiçbir sebep yok. Hikmet kelimesi, Hz. Peygamber’in (s.a) okuduğu Kur’an ayetlerinin yanısıra gerek kendi sözleri, gerekse eşsiz mükemmellikteki kişiliği ile insanlara öğrettiği değerli bilgileri kapsar. Bazı kimseler, ayette geçen “mayütlâ” (okunan) kelimesine dayanarak, “Allah’ın ayetleri” ile ve “Hikmet” ile Kur’an’ın kastedildiğini iddia ederler. Fakat bu tamamen yanlış bir hükümdür. “Tilavet” (okuma) kelimesinin özellikle sadece Allah’ın Kitabı’nın okunması için kullanılan bir terim olması, sonraki çağlarda meydana gelmiş bir olaydır. Kur’an ise bu kelimeyi bir terim olarak kullanmamıştır. Bakara Suresi 102. ayette aynı kelime, şeytanların yalan yere Süleyman’a (a.s) nisbet ettikleri büyü ve sihirle ilgili bilgiler için kullanılmaktadır. (“Onlar şeytanların Süleyman’ın (a.s) mülkü hakkında uydurdukları sözlere uydular.” Bu da, Kur’an’ın kelimeyi sözlük anlamında kullandığını ve sadece Kur’an okumak anlamında kullanmadığını göstermektedir.
52. “Her şeyi bilen”: En gizli ve saklı şeyleri bile bilir.

53. Bir önceki paragraftan hemen sonra bu konunun sunulmasında gizli bir kinaye vardır: Buraya kadar Hz. Peygamber’in (s.a) hanımlarına verilen emir ve talimatlar sadece onlara mahsus değildir, bütün İslâm toplumu da onlara uygun bir şekilde kendisini ıslah etmelidir.

54. “Kendilerini Allah’a teslim edenler”: İslâm’ı kendileri için bir yaşama tarzı, bir din olarak seçen ve hayatları boyunca ona uyan ve İslâmî düşünüş ve yaşayış tarzından dönmeyi istemeyen, bilakis ona teslim olma yolunu seçen kimseler.

55. “İman eden”: İtaatleri sadece göstermelik ve gönülsüz olmayan, bilakis İslâm hidayetinin hak olduğunu samimiyetle kabul eden, Kur’an’ın ve Peygamber Muhammed’in (s.a) gösterdiği yolun kendilerini ebedî kurtuluşa götürecek tek doğru yol olduğuna inanan kimseler. Allah ve Peygamberinin yanlış dediği, onların hükmüne göre de yanlıştır ve Allah ve Peygamberinin doğru dediği, onların düşünce ve duygularına göre de doğrudur. Onlar Kur’an ve sünnetin emrettiği hiçbir şeyi ne psikolojik olarak, ne de aklen aykırı bulmazlar, ve hem Allah ve Rasûlünün emirlerinde bir değişiklik yaptıkları suçlamasından sakınıp, hem de onları kendi arzularına uydurmak ve dünyada o günlerde geçerli olan kurallara benzetmek için bir fırsat gözleyip durmazlar. Hz. Peygamber (s.a) gerçek imanı bir hadisinde şu şekilde tanımlamıştır:
“Rab olarak Allah’tan, din olarak İslâm’dan ve rasûl olarak Muhammed’den hoşnut olan kimse imanın gerçek tadını almıştır.” (Müslim)
Başka bir hadisinde de şöyle buyurmuştur:

“Benim getirdiklerim kendi nefsinizden önce gelmedikçe hiçbiriniz gerçek mümin olamazsınız.” (Şerh-üs-Sünne)
56. Yani, “Onlar sadece iman etmekle kalmazlar, aynı zamanda uygulamada da itaati seçerler. Onlar Allah ve Rasûlünün emrettiklerinin hak olduğuna kalben inanan, fakat uygulamada bu emirlere karşı gelen; Allah ve Rasûlünün haram kıldıklarının kötü olduğunu samimiyetle kabul eden, fakat pratik hayatta bu haramları işleyen kimseler gibi değildirler.”

57. Yani, “Onlar konuşmalarında doğru sözlü ve ilişkilerinde sadıktırlar. Yalan, hile, aldatmaca gibi şeylerle uğraşmazlar. Dilleri sadece vicdanlarının doğru kabul ettiği şeyi söyler. Ancak hak ve doğruluğa uygun olduğunu bildikleri şekilde davranırlar ve başkalarıyla olan bütün ilişkilerinde doğruluk ve haysiyetten ayrılmazlar.”

58. Yani, “Onlar Allah ve Rasûlü tarafından öğretilen doğru yolda ilerlerken ve yeryüzünde Allah’ın dinini ikame etmeye çabaladıkları sırada karşılaştıkları her tür zorluk, tehlike, kayıp ve engellere sabır ve sebat ile göğüs gererler. Hiçbir korku, hiçbir nefsani arzu ve eğilim onları doğru yoldan saptıramaz.”

59. Yani, “Onlar kibir, gurur ve kendini beğenmişlikten uzaktırlar, kul olduklarının ve ibadet ve itaat etmekten başka bir konumda olamayacaklarının farkındadırlar. Bu nedenle vücutları ile birlikte kalpleri de, Allah’tan korkarak O’nun önünde secde eder. Onlar Allah’tan korkmayan ve kibir içinde yaşayanlar gibi davranmazlar.” Bu niteliklerin dizilişinden huşü ile, genelde Allah korkusu ile birlikte özellikle namazın kastedildiği anlaşılmaktadır. Çünkü sadaka vermek ve oruç tutmak hemen bunun ardında yer almaktadır.

60. Burada farz olan zekat değil, nafile sadakalar da kastedilmektedir. Bu ifade ile, onların bütün servetlerini cömertçe Allah yolunda harcadıkları ve Allah’ın kullarına yardım etmekte cimrilik etmedikleri anlatılmak istenmektedir. Onların yardımının ulaşmadığı hiçbir yetim, hiçbir hasta, hiçbir zayıf ve özürlü insan, hiçbir muhtaç ve fakir yoktur. Allah’ın dinini yüceltmek için parasal desteğe ihtiyaç duyulduğunda ise bu kullar bu amaçla para harcamakta hiçbir tereddüt ve cimrilik göstermezler.
61. Bu hem farz, hem de nafile olan oruçları kapsar.

62. Bunun iki anlamı vardır: 1) Onlar zinadan korunurlar; veya 2) Çıplaklıktan sakınırlar. Burada çıplaklığın sadece üzerine hiçbir şey giymemek demek olmadığına, vücudun bütün hatlarını belli eden dar veya ince giysiler giyenlerin de çıplak sayılacağına dikkat edilmelidir.

63. “Allah’ı çok zikretmek”, kişinin hayatın her anında şu veya bu şekilde Allah’ı anması demektir. İnsan, Allah düşüncesi kalbinin derinliklerinde yer etmedikçe böyle bir davranışı başaramaz. Bu fikir (Allah) kişinin zihnini aşıp bilinçaltına ve vicdanının derinliklerine yerleştiğinde, ancak o zaman her yaptığı işte ve her söylediği şeyde Allah’ın adını hatırlayıp anabilir. Yemeğe başlarken bismillah ve bitirdiğinde elhamdü-lillah der; yatmadan önce Allah’ın adını anar ve uyandığında Allah’ı hatırlar. Konuşmalarının arasında da defalarca bismillah, el-hamdü-lillah, inşa-Allah, mâ-şâ-Allah vs. sözleri tekrarlar ve her meselede Allah’ın yardımını ister, her nimeti için O’na şükreder. Her karşılaştığı belada Allah’ın rahmetine sığınır ve her güçlükte O’na yönelir. Günah işlediğinde O’ndan korkar, bir hata yaptığında O’ndan bağışlanma diler ve her ihtiyacı için O’na dua eder.

Kısacası hayatın her anında ve her safhasında onun işlevi Allah’ı anıp zikretmektir. İşte bu işlemi hayat tarzının temelidir. Çünkü bütün diğer ibadetler için belli bir zaman tayin edilmiştir ve kişi o zamanda onu ifa ettiğinde sorumluluk üzerinden kalkar. Fakat bu (Allah’ı zikretme) , belirli bir zamanla sınırlı olmayan bir ibadettir; sürekli yapılmalıdır ki insan hayatı Allah’la ve O’na ibadetle devamlı bir bağ içinde olsun. Diğer ibadetler ve dini görevler de ancak insanın kalbi sadece o ibadet sırasında değil, her an dili Allah’ın adını zikrederken Allah’a yönelmiş bir vaziyette olmaya devam ederse bir anlam ve değere sahip olabilir. Böyle bir durumda kişinin yaptığı ibadet ve vazifeler, verimli ve sulak bir arazide bitkilerin gelişip serpilmesi gibi gelişir. Bunun aksine sürekli Allah’ı zikirden yoksun olarak sadece muayyen vakitlerde yapılan ibadetler verimsiz bir arazide sadece bahçıvanın çabasıyla hayatta kalan bir bitkinin yetişmesine benzer. Bu nokta Hz. Peygamber’in (s.a) bir hadisinde şöyle açıklanmıştır:

“Muaz bin Enes el-Cüheni rivayet ediyor: Bir adam Allah’ın Peygamber’ine (s.a) “Allah yolunda savaşa gidenler arasında en büyük mükâfâtı elde eden hangisidir?” diye sordu. Peygamber (s.a) : “Allah’ı en çok zikreden” cevabını verdi. Adam: “Oruç tutanlar içinde hangisi en büyük sevaba nail olur?” diye sordu. Peygamber (s.a) : “Allah’ı en çok zikreden.” cevabını verdi. Adam daha sonra aynı soruyu namaz kılan, zekat ve sadaka veren, hacca giden kimseler için sordu. Hz. Peygamber (s.a) her seferinde “Allah’ı en çok zikreden” diyerek aynı cevabı verdi.” (Müsned-i Ahmed)
64. Bu ayet, hangi nitelik ve özelliklerin Allah katında değer taşıdığını açıkça ifade etmektedir. Bunlar İslâm’ın bir tek cümle içinde ifade edilen temel değerleridir. Bu konularda kadın ve erkek arasında hiçbir fark yoktur. Fakat hayattaki fonksiyonları açısından iki cins farklı alanlarda faaliyet gösterir. Erkekler bazı belirli alanlarda, kadınlar ise başka belirli alanlarda faaliyet göstermek zorundadırlar. Bununla birlikte eğer ayette zikredilen özellik ve niteliklere eşit olarak sahipseler, Allah onları eşit derecelere yükseltecek ve onlara eşit mükafatlar ihsan edecektir. Birisinin ev işlerini yapmış, diğerininse halifelik görevlerini yerine getirmiş ve şeriatın emirlerini uygulamış olması; birinin evde çocuklara bakmış, diğerininse savaş alanına gidip Allah yolunda cenketmiş olması, elde edecekleri mükafat ve makamı hiçbir şekilde etkilemez.

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.