EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA ANKEBUT SURESİ 5. ve 9. AYETLER
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
5- Kim Allah’a kavuşmayı umuyorsa hiç şüphesiz Allah’ın (tesbit ettiği) süresi yaklaşarak-gelmektedir.(6) O, işitendir, bilendir.(7)
6- Kim cihad ederse, yalnızca kendi nefsi için cihad etmiş olur.(8) Hiç şüphe yok Allah, alemlerden müstağnidir.(10)
7- İman edip salih amellerde bulunanlar ise; biz hiç şüphesiz onların kötülüklerini örteceğiz ve hiç şüphesiz onlara yapmakta olduklarının en güzeliyle karşılık vereceğiz.
8- Biz insana, anne ve babasına (karşı) güzelliği (ilke edinmesini) tavsiye ettik. Eğer onlar, hakkında bilgin olmayan şeyle bana ortak koşman için sana karşı çaba harcayacak olurlarsa, bu durumda, onlara itaat etme.(11) Dönüşünüz banadır. Artık yapmakta olduklarınızı size ben haber vereceğim.(12)
9- İman edip salih amellerde bulunanlar ise; biz elbette onları salihlerin arasına katacağız.
AÇIKLAMA
6. Yani, “Ahiret hayatına inanmayan, yaptıklarından hiç kimseye hesap vermeyeceğini ve hesap, ceza sorumluluk gibi şeylerin var olmadığını düşünen bir kimsenin durumu farklıdır. O hiçbir şeye aldırmayıp dilediği gibi davranabilir, çünkü beklentilerinin tersi çıktığında sonuçlara kendisi katlanmak zorundadır. Fakat bir gün Rab’leriyle karşılacaklarını ve amellerine göre ceza ve mükafat göreceklerini bilip bunu bekleyenler, ölümün çok uzak olduğunu düşünüp aldanmamalıdırlar. Tam tersine ölümün çok yakın ve deneme için verilen sürenin sona ermek üzere olduğunu düşünmelidirler. Bu nedenle ahirete inananlar, ahirette saadete ermelerini sağlayacak ne varsa yapmalıdırlar. Önlerinde uzun bir hayat olduğu gibi asılsız bir inanca dayanarak, kendilerini ıslah etme işlemini sürekli tehir etmemelidirler.”
7. Yani, “Önüne çıkartılıp hesap verecekleri Allah, olanlardan habersiz değildir. O herşeyi işitir, herşeyi bilir ve onlarla ilgili hiçbir şey Allah’a gizli değildir.”
8. “Mücahede” kelimesi, bir düşmanla savaşmak, ona karşı elinden gelen çabayı göstermek anlamına gelir. Belirli düşmana işaret edilmediğinde ise kelime çok yönlü bir savaşı ifade eder. Bir mümin’in bu dünyada yapması gereken savaş işte bu niteliktedir. Mümin, her an kendisini doğru yolda karşılaşacağı kayıplarla korkutan ve bâtıl yolların zevk ve çıkarları ile kandıran şeytanla savaşmak zorundadır. Mümin, kendisini arzularının esiri yapmak isteyen kendi nefsi ile de savaşmak zorundadır. Bu cephe evden başlayıp, dalga dalga çevreye yayılır. Mümin, inançları, düşünceleri, ahlâk, örf ve adetleri, kültür ve ekonomileri İslâm’a ters düşen insan gruplarıyla savaşmak durumundadır. O, Allah’a itaatten bağımsız hükümler uygulayan ve iyiyi değil kötüyü yüceltip geliştirmeye çalışan kişi ve kurumlarla da savaşmalıdır. Bu savaş, bir veya iki günlük değil, ömür boyu, gece ve gündüz her an sürecek bir savaştır. Ve bu, savaş alanında yapılacak bir çarpışma değil, hayatın her cephesinde yapılacak olan bir savaştır. Hz. Hasan Basri (r.a) bu konuda şöyle demiştir: “İnsan hiç kılıç kullanmaksızın bile Allah yolunda cihad edebilir.” O gerek yurdunda gerekse tüm dünyada, ideolojileri, ahlâkları, eğilimleri, adetleri, yaşam şekilleri ve sosyal ve ekonomik ilkeleri kendi inancı ile çatışma halinde olan tüm insanlarla da savaşmak zorundadır.
9. Yani, “Allah, ilahlığını kurmakta ve devam ettirmekte size muhtaç olduğu için değil, kendinizi geliştirip ilerlemeniz için size cihadı emretmektedir. Ancak bu yolla kötülükleri silip hak yola tabi olabilirsiniz. Ancak bu yolla yeryüzünde iyiliğin şahitleri olmanızı ve ahirette Allah’ın Cennet’ini haketmenizi sağlayacak güç ve yetenekleri geliştirebilirsiniz. Böyle bir savaşa (cihada) katlanarak Allah’a bir iyilik yapmış olmuyorsunuz, bilakis sadece kendi kendinize iyilik ve yardımda bulunmuş oluyorsunuz.”
10. “İman”, Allah’ın Rasûlü’nün ve bu Kitab’ın davet ettiği şeylerin tümüne birden inanıp kabul etmek demektir. “Salih işler” de Allah ve Rasûlü’nün gösterdiği yol uyarınca yapılan işlerdir. Kalbin ve zihnin yaptığı salih iş, insanın düşüncesinin, fikirlerinin ve niyetlerinin doğru ve temiz olmasıdır. Dilin yaptığı salih iş, insanın kötü şeyleri konuşmaktan çekinmesi, söylediklerinin doğru, adil ve gerçek olmasıdır. Diğer organların, el ve ayakların yaptığı salih iş ise, tüm hayatın Allah’a ibadet ve O’nun hükümlerine ve emirlerine itaatla geçirilmesidir. Burada iman etmenin ve salih amel işlemenin iki güzel sonucuna değinilmektedir: 1) O insanın kötülükleri silinecek; 2) Ona yaptıklarına karşılık hakettiğinden daha güzel bir mükâfatla karşılık verilecektir.
Kötülüklerin silinmesi birçok anlama gelebilir: 1) Kişinin iman etmeden önce işlediği tüm günahlar affolunacaktır; 2) Kişinin iman ettikten sonra, isyan etmek amacıyla değil sadece zayıflığı nedeniyle işlediği hatalar, salih amelleri nedeniyle gözardı edilecektir; 3) Kişi iman ve doğruluk yolunu seçer seçmez, otomatik olarak kendisini ıslah edecek ve birçok zayıflıklar ondan uzaklaşacaktır.
“Onları yaptıklarının en güzeli ile mükâfalandıracağız.” cümlesi iki anlama gelir: 1) İnsana işlediği amellerin en güzelleri esas alınarak mükâfat verilecektir, 2) Ona işlediği amellere karşılık hakettiği mükâfattan daha fazla ve güzeli ile karşılık verilecektir. Bu noktaya Kur’an’ın başka yerlerinde de değinilmiştir. Mesela En’am Suresi 160. ayette şöyle buyurulmaktadır: “Kim iyilikle, güzellikle gelirse, ona on katı vardır.” Kasas Suresi 84. ayette: “Kim bir iyilik getirirse ona daha iyisi verilir.” Nisa Suresi 40. ayette de: “Allah zerre kadar haksızlık etmez. Zerre mitarı bir iyilik olsa onu kat kat yapar ve kendi katından mükâfat verir.” buyurulmaktadır.
11. Müslim, Tirmizi, Ahmed, Ebu Davud ve Neseî’ye göre bu ayet Sa’d ibn Ebi Vakkas hakkında nazil olmuştur. Sa’d, İslâm’ı kabul ettiğinde 18-19 yaşlarındaydı. Süfyan bin Umeyye (Ebu Sufyan’ın yeğeni) ‘nin kızı olan annesi Hamne onun müslüman olduğunu öğrenince şöyle dedi:
“Sen Muhammed’den vazgeçmedikçe ne yemek yiyeceğim, ne su içeceğim, ne de gölgede oturacağım. Allah’ın gönderdiği emirlere göre de annenin hakkı çok büyüktür. Eğer sen bana isyan edersen, aynı zamanda Allah’a da isyan etmiş olursun.” Hz. Sa’d (r.a) çok üzülmüştü, gelip bütün olanları Hz. Peygamber’e (s.a) anlattı. Bunun üzerine bu ayet nazil oldu. Mekke’nin ilk dönemlerinde islâm’ı kabul eden diğer gençler de herhalde aynı buna benzer bir durumla karşı karşıya kalıyorlardı. Bu nedenle aynı konu Lokman Suresi 15. ayette de daha sert bir şekilde vurgunlanmaktadır.
Ayetin vurgulamak istediği nokta şudur: Allah’ın yarattıkları arasında anne-babanın hakları en üst seviyededir. Fakat anne-baba kişiyi şirke zorlarlarsa, onlara itaat edilmemelidir. “Eğer her ikisi seni şirke zorlarlarsa, ….” ifadesi, daha az bir baskı veya ikisinden sadece birisinin baskısından da aynı şekilde reddedilmesi gerektiğini vurgular. “Hakkında hiçbir bilgin olmayan bir şeyi” ifadesi de dikkate değer. Bu anne-babaya itaat etmemek için sağduyulu bir sebep oluşturur. Anne-baba, çocuklarının kendilerine hizmet etme, saygı gösterme ve helâl şeylerde itaat etmeleri konusunda mutlak haklara sahiptirler. Fakat onların bir kişiyi körü körüne, gerçeklerden habersiz bir şekilde itaate zorlama hakları yoktur. Bu nedenle bir kimsenin, sadece anne-babasının dini olduğu için, onların dinine tabi olmasının hiçbir sebebi yoktur. Eğer çocuklar, anne-babalarının bâtıl bir dine tabi olduklarını farkederlerse, o dinden yüz çevirmeli, hak dine tabi olmalı ve anne-baba her türlü baskıyı uygulasa da bâtıl olduğunu anladıkları o yanlış yolu takip etmemelidirler. Durum, anne-baba söz konusu olduğunda böyle olunca, diğer insanlara karşı da böyle olmalıdır. Doğru yolu takip ettiğinden emin olunmadığı müddetçe hiçkimse itaat edilip yolundan gidilmeye layık değildir.
12. Yani, “Dünyadaki ilişkiler ve bunların gerekleri, bu dünya ile sınırlıdır. En sonunda çocuklar da, anne-babalar da yaratıcılarına dönmek zorundadırlar ve O’nun huzurunda herkes ancak kendi kişisel sorumluluklarından hesap verecektir. Eğer anne-baba çocuklarını yanlış yola sevketti ise, bundan sorulacaktır. Eğer çocuklar anne-babaları istediği için sapıklığı kabul ettilerse, cezalandırılacaklardır. Eğer çocuklar doğru yola uyup, anne-babanın meşru haklarına saygı gösterdilerse fakat anne ve baba kendi sapıklıklarına ortak olmadıkları için çocuklarına kötü davrandılarsa, o zaman anne-baba Allah’ın azabından kurtulamayacaktır.”